ÇİÇEK HİKAYELERİ
Herkesin ve her şeyin bir hikayesi vardır bu hayatta. Ama doğru ama yanlış, bilinmez… Yalnız şu bir gerçek: İnanalım veya inanmayalım hikaye dinlemek hemen hemen herkesin hoşuna gider. Madem seviyoruz, biz de biraz hikaye anlatmak istedik sizlere. Hepimizin çok sevdiği, bakarken huzur bulduğu, renkleriyle içimizi kıpırdatan çiçekler… Peki, ya onların hikayesi nedir? Buyurun,yedi çiçek ve yedi hikaye… Anlatması bizden, inanması sizden!
Anemon
Aşk tanrıçası Afrodit ile fani Adonis birbirlerine aşık olurlar. Adonis bir gün ormanda avlanırken, Afrodit’in eski sevgilisi Ares ile karşılaşır. Adonis, Afrodit’in bir ölümlüye olan aşkını kıskanan Savaş Tanrısı Ares tarafından ormanda vurulur. Afrodit yetişene kadar Adonis ölür. Afrodit düzenlediği bir törenle sevgilisi Adonis’in vücudunu güzel kokularla ovalar ve onu kucaklayıp ölüler diyarına götürür. Bu esnada Adonis’in kan damlaları ile güzel kokular birbirine karışır ve yeryüzüne dökülerek birer çiçeğe dönüşürler. O zamandan beri bu çiçeğe Afrodit ile Adonis’in aşkı anısına Anemon denir.
Narcissus-Nergis (Narkissos/Narcissos)
Narkissos, bir peri ile insanın çok yakışıklı ama bir o kadar kendini beğenmiş oğludur. Dağ perilerinden Ekho, Narkissos’a aşık olur, fakat aşkını ifade etmesinin imkanı yoktur. Ekho hiçbir zaman kendi konuşamamaktadır; ancak, uzaktan ve kendisi görünmeden
söylenenlerin son kelime veya hecesini tekrarlayabilmektedir. Narkissos bir gün arkadaşlarını ararken, “Biri var mı burada?” diye sorunca, Ekho da “burada” diye cevap verir. Bunun üzerine Narkissos da “gel” diye cevap verir. Zavallı Ekho, umut ve aşk içinde “gel” diyerek ortaya çıkar; fakat kendini beğenmiş Narkissos, Ekho’yu beğenmemiş olacak ki, ona pek yüz vermez ve çekip gider… Ekho çok üzülür ve umutsuzca dağlardaki mağaralara sığınır ve der ki: Dilerim, bir gün Narkissos da birini çok sever ve benim gibi sevdiğine kavuşamaz.” Çektiği acı Ekho’yu bitirir, kara sevda ile içine kapanarak ölür. Kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda eko dediğimiz yankılara dönüşür.
söylenenlerin son kelime veya hecesini tekrarlayabilmektedir. Narkissos bir gün arkadaşlarını ararken, “Biri var mı burada?” diye sorunca, Ekho da “burada” diye cevap verir. Bunun üzerine Narkissos da “gel” diye cevap verir. Zavallı Ekho, umut ve aşk içinde “gel” diyerek ortaya çıkar; fakat kendini beğenmiş Narkissos, Ekho’yu beğenmemiş olacak ki, ona pek yüz vermez ve çekip gider… Ekho çok üzülür ve umutsuzca dağlardaki mağaralara sığınır ve der ki: Dilerim, bir gün Narkissos da birini çok sever ve benim gibi sevdiğine kavuşamaz.” Çektiği acı Ekho’yu bitirir, kara sevda ile içine kapanarak ölür. Kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda eko dediğimiz yankılara dönüşür.
Bir gün Narkissos dağda avlanırken ağaç ve yeşillikler içinde kaybolmuş bir pınara rastlar. Eğilip su içmek istediğinde suda gördüğü yansımaya büyülenir. Yerinden kalkamaz; Narkissos kendine aşık olmuştur… O ana dek kimseyi sevmediği kadar sevmiştir kendi görüntüsünü. O şekilde orada ne yemek yiyebilir ne su içebilir. Tıpkı Ekho gibi günden güne erimeye başlar. Pınarın kenarında sadece kendisini seyrederek yaşamını yitirir. Narkissos’un cesedinin yerinde bir çiçek bulurlar ve o çiçek de kendini beğenmişliğin sembolü nergistir.
Sümbül
Kral Amyklos’un Hyakinthos adlı yakışıklı oğluna Güneş Tanrısı Apollon aşık olur. Samimiyetleri ve dostlukları çok ileri gittiğinden Eurotas’ın çiçekli kıyılarında disk atarak vakitlerini değerlendirirler. Fakat başı çelenklerle süslü, kelebek kanatlı ve sarışın Zephyros da Apollon gibi, güzel Hyakinthos’a aşıktır. Onun Apollon’la bu kadar samimi olmasını çekemez, adeta kıskançlıktan kudurur. Hyakinthos’a hastalık derecesinde bağlanan Zephyros bir gün fırsattan yararlanarak, Apollon’un diski, Hyakinthos’a attığı sırada bir hareketiyle diskin yolunu şaşırtır ve delikanlının kafasına çarptırır. Hyakinthos kafası patlamış, ağzından burnundan durmadan kanlar gelerek yere yığılır. Bu felaket karşısında deli divane olan Apollo, hemen sağlık tanrısı Asklepios’u çağırır ve ona en etkili ilaçları koymasını söyler. Ne yazık ki ilaçlar işe yaramaz ve Hyakinthos can verir. Kederinden ne yapacağını bilemeyen, yaz mevsiminin kızgın tanrısı şöyle bağırır: “Ey sevgili çocuk, ölüyorsun; senin taze ve güzel gençliğini ben kendi ellerimle yok ettim. Madem ki ben seninle mezara, yer altına gelemiyorum, madem ki benim yerim göklerdedir; istiyorum ki seni kendim gibi ölümsüz yapayım. İstiyorum ki seni, neşeli ve kudretli olduğum zamanlarda görebileyim, ışıklarımla seni okşayayım, koklayayım. Onun için seni çiçek yapacağım. Sen yaşayacaksın. Ben dünyaya yaklaştığım ve ilkbahar, kara kışı bozguna uğrattığı zaman sen topraktan baş kaldıracak, fışkıracaksın.” Apollon bu sözleri söyledikten sonra Hyakinthos’un kanının düştüğü yerden sümbül boy vermiştir.
Ters Lale (Ağlayan Gelin)
Hakkari’nin Cilo Dağları’nda yetişen ters lale, dünyanın en nadide çiçeklerinden biridir. Ağlayan gelin diye de anılan bu çiçeğin ismi temelde dinsel bir temaya dayanır. Hıristiyanların inanışına göre; İsa çarmıha gerilmeye giderken geçtiği yoldaki tüm çiçekler saygı ile eğilmişler, bir tek ters lale dik durmuş ama İsa’nın ona bakışları ve O’nun çarmıha gerilişi bu çiçeği o kadar utandırmış ki başını eğip o günden beri ağlarmış. Bu nedenle ters laleyi Hıristiyanlar kutsal sayarlar.
Lale
Şirin’in aşkından çöllere düşen Ferhat kırılan kalbi ile dolaşırken gözyaşları çöle dökülür ve her damla kum tanelerinde kırmızı bir çiçeğe dönüşür. Gözyaşlarından doğan Bu çiçeğe lale denilmiştir. Kökü Anadolu’ya dayanan lale, yüzyıllar boyu bahçelerin baş tacı olmuş bir çiçektir. Osmanlı’da bir döneme ismini vermiş, daha sonra Osmanlı’nın çöküşü ile Anadolu’da unutulup Hollanda da yeniden doğmuştur. İlginç olansa bugün Hollanda’nın sahiplendiği bu Anadolu çiçeği o yıllardaki kıymeti nedeni ile oralara padişahların hediyesi olarak gitmiştir.
Gül
Çiçeklerin kraliçesi olan gül, Yunan mitolojisine göre Chloris adlı çiçek tanrıçası tarafından yaratılmıştır. Chloris bir gün ormanda ölü bir orman perisi bulur ve onu bir çiçeğe çevirir. Chloris, Aşk Tanrıçası Afrodit’i ve Şarap Tanrısı Dionysos’u bu çiçeğe birer hediye vermek üzere davet eder. Dionysus çiçeğe güzel ve hoş kokması için bir nektar, Afrodit ise güzellik verir. Batı Rüzgarı Tanrısı Zephyros bulutları uzaklaştırır, Güneş Tanrısı Apollo da parlayarak çiçeğin açmasını sağlar. Ve böylece Tanrıların yardımıyla çiçeklerin kraliçesi gül doğmuş olur.
İris
Latince’de “cennetin gözü” anlamına gelen, Zeus ve Hera’nın habercisi olan Gökkuşağı Tanrıçası İris, cennetten aldığı haberleri gökkuşağından geçerek dünyaya taşırmış. İris çiçeği, taşıdığı renkler ve çizgiler nedeniyle adını bu tanrıçadan alır. Göze rengini veren damarlı bölgeye iris denmesi sebebiyle Eski Yunan’da her insanın cennetten bir parça taşıdığına inanılırmış.
Her çiçek için kültürlere ve toplumlara göre değişen hikayeler bulmak mümkün. Yedi çiçek için anlattığımız bu hikayeler bilinenlerin yalnızca biri. Sizin de hayatınızdan hikayeler eksik olmasın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.