ezoterik alıntılar: "Yer'in göbeği", "Yer'in kalbi", "dünyanın merkezi"..Yerküre bir canlıdır..yeryüzünün yedi çakrası mevcut olup, Yer'in Göbeği sembolü ana çakrayı ifade etmektedir..bu kimilerine göre kozmik geçit-kavşak-yolarıdır.. Altay, Yakut ve Uygur Türk şamanları ruhlar alemine bu yolla irtibat kurup haberleşir..ve ölülerde ahirete bu yolla geçebilir olduklarına inanırlardı.. yeraltı cehennemdir ve gök katlarına gitmek için herkesin evvela önce yeraltı cehenneminden geçmesi gerekmektedir.. ki; biz İslam da da herkes ,evvela cehennem ateşinden geçecektir diye inanırız.. bu kimine Gülizar olur kimine de od.. .. ve şamanizmde bu ahiret yolculuğu kademelerine devam ediyoruz: ….
- 'Dünya Dağı'na tırmanış.
- Yer'in göbeğindeki delikten eksene varış.
- Bir veya birkaç ırmağın geçilmesi.
- İfritlerin bulunduğu köprüden kolayca geçiş. (Bu, ölen herkesin karşılaşacağı, acı çekmesine neden olabilecek, günahkarlar için ince bir köprüdür.)
- Gerekirse, doğmayı bekleyenlerin gölge canlarıyla bulunduğu 'gölgeler diyarı'na uğrama. ("Gölgeler diyarı" söz konusu köprüden geçebilmiş, yani vicdanî hesaplaşması bitmiş ve şuurlu imajinasyon aşamasına geçmiş varlıklar ortamıdır.)
- 'Yaşam ağacı'nda yükseliş. (Ağacın göğe uzanan dalları esîrî kuşakları simgeler..)
- 'Yaşam ağacı'nda yükseliş. (Ağacın göğe uzanan dalları esîrî kuşakları simgeler..)
Göğün göbeği ile' Yer'in göbeği arasındaki eksen ya da ilişki=inişler ve çıkışlar; çeşitli tradisyonlarda direk, ağaç, dağ, merdiven, sütun, ip veya oklardan oluşan bir zincir sembolleriyle ifade edilmiştir. Yer'in merkezi eski uygarlıklarda kimi zaman bir taşla temsil edilirdi. Bunlara betil taşı denir. (İbranice'de "Tanrı evi" anlamındaki Beytel). Genellikle koni, piramit, yumurta veya kubbe biçiminde olan bu taşlarda bazen bir veya iki yılan tasvir edilir. Bu taşlar Mısır'da, Babil'de, Delf'te mevcuttu. Anadolu'dakiKibele kara taşının da bir betil taşı olduğu söylenir. Mısır ve Babil taşları koniktir, Babil'dekinin üzerine iki başlı bir varlık, yılan ve sütun kabartmaları bulunur. Deli'teki betil taşı beyazdı. (Bizans döneminde Ayasofya'nın içindeki bir alan Yer'in göbeği olarak kabul edilmiştir.)
...Yükselme kavramı en basit şekilde "yatay olan "dan "dikey olan"a geçişle ifade edilebilir. Çarktaki biri yükselebilmek için önce çarkın merkezini bulmalıdır ki, eksende yükselebilsin. Çarkın ekseninde yükselmek ise yataydan dikeye geçiş demektir, yani yatay ilerleme belirli bir noktaya gelindikten sonra yerini vazifeliler için yükselmeye bırakır." ( alıntı :Ezoterizmin Işığında NeoSpiritüalist Yaklaşımla Semboller - Alparslan Salt )
BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİNDE 2000 m.deniz dibinde GARİP PİRAMİT bulunduğu iddia ediliyor: Bu piramidin tabanı ucdan uca 300 metre, 200 metre yüksekliğinde 100 metre derinlikte. Ön sonuçlar tamamen pürüzsüz ve kısmen şeffaf olduğu gibi, cam veya cama benzer bir (kristal?) malzemeden oluştuğu bu yapıyı göstermektedir... Her biri Mısır’da Keops piramidinden daha büyüktür ..(Bu konu henüz bir haber olarak yayınlanmış değil.Underground sitelerde yayınlanıyor ve görüntüler henüz net olarak açıklanmadı.)
Antik Helen (Grek, Yunan) kültürüne şöyle bir baktığımızda, kutsal sayılan 30 kadar taşın bu uygarlığın inanç sistemi içinde yer aldığını görürüz…Kimi araştırmacılar, Hermes sözcüğü üzerindeki araştırmalarında, HRM kökeninin olasılıkla taş yığınlarını anlatmak için kullanıldığını belirtmektedir.
1-2. yüzyılın Romalı tarihçi ve yazarı Tacitus’un anlatımlarında, Tebhes’de yaşayanların Baküs ile özdeş tuttukları bir konik taşa taptıkları geçer… Delos’taki tapınakta, Apollo da bir taş ile simgelenmektedir.
Helen ve Romalılarda ;kişilerin ve önemli olayların anılması amacıyla taşları, paraları, bir şekilde sakladıkları görülür. Bu İbranilerde de ve ilk devirlerde çok yaygın bir âdettir. “Oiraban” ya da “Orbun” diye bilinen bu anı tazeleme geleneği, sonra Hıristiyanlara da geçmiştir. Kişilerin birbirlerine verdiği bu taşlarda kazınmış harfler ile P.U.A.P. yani Pater (Baba) - Uios (Oğul) – Agion - Pneuma (Kutsal Ruh) üçlemesinin yazılı olduğu görülür.
Antik Helen ve Roma âdetlerinde “Pseshoi” denilen siyah ve beyaz taşların mahkemelerde karar alınırken kullanılırdı. Oylama yapıldığında beyaz taş kabul ya da olumlu, siyah taş ise ret ya da olumsuz anlamına gelmekteydi. (Bu yöntem Masonluk da dahil olmak üzere günümüzde de birçok kurumda uygulanmaktadır. Beyaz hep beyazdır da günümüzde siyah yerine kırmızı kullanıldığı da görülebilir.)
Eskilerde; sınır taşları, ufak tepe ve tümseklerin üzerinde taş yığınları yapıldığı görülür. Bu taş yığınlarının yanından geçenlerin, bunların üstüne bir taş daha bıraktığını ya da attığını ve onları bir tür yol gösterici olarak algıladıklarını biliyoruz. Helenler, bu yığınların üstünde genellikle bir cin ya da bir başka göksel varlığın oturup, yolcu ve sürüleri koruduğuna inanırdı.
Eskiden yol kenarlarına dikilen “Hermae” (Hermerler) adlı taş ve direklerin, bereket getirmek amacını taşıdığı, sonraları ünlü yolcu ve tüccarların ilâhi Hermes motifi ile özdeşleştirildiğine ilişkin teori, bugün bile geçerliliğini korumaktadır. Hermerlerin kutsal taş yığınları arasında dikildiği ve sütun şeklini andırdıkları, sütunun üzerine bir heykel başı konulduğu, yanına da bolluk ve bereket simgesi olarak tahtadan bir erkeklik organı takıldığı görülür. Hermae geleneğinin sonraları başka tanrı ya da insanların başlarını taşıyan sütunlar anlamında olduğu, M.Ö. 4. yüzyıldan başlayarak da iki büstü tek sütunda birleştirmek uygulamasının pek rağbet gören bir âdet haline geldiği izlenir.
2. yy. Helenli gezgin Pausanias, anlatımlarında bir beyaz taştan söz eder. Omphalos, Delphi’nin kutsal yılanı olan Pytho’nun mezarını örtmekteydi; bu, aynı zamanda yeniden doğuş ve yeniden elde edilmişlik bilincinin bir yansımasıydı.
Antik Helen halk inancına göre ise, insanlar Tufan’dan sonra çevreye dağılan taşlardan dünyaya gelip çoğalmıştı. Bu devrin inançlarında gerçek kavramı, “gerçeğin sert taşları” ya da “gerçek kadar sert”anlamına gelirken, yeşil taşlar da gençlik ve ölümsüzlük anlamına çekilirdi.
Roma İmparatorluğu’nda kutsal taşlara hizmet, önemli bir iş sayılırdı. Antik Roma geleneklerine bakıldığında, yeminlerinde bir taş fırlatma âdeti dikkati çeker.
Roma İmparatorluğu’nda kutsal taşlara hizmet, önemli bir iş sayılırdı. Antik Roma geleneklerine bakıldığında, yeminlerinde bir taş fırlatma âdeti dikkati çeker.
İnsanların ya da devlerin taş ya da kayaya dönüşebildiğine ilişkin inanç, gök gürleten ilâhların ellerinde tuttuğu şimşekler çıkartan çekicin taştan olması ve sonradan bunun balta ile özdeşleştirilmesi hayli ilginç bir gelişimdir.
Aynı zamanda simgesel olarak sınırları belirlemek için de belirli yerlere birer sütun dikilirmiş.
Efes Tapınağı’nın kutsal taşı da, diğer kutsal taşlar gibi gökten düştüğüne inanılan bir taşmış.(alıntı)
Mihenk taşı…gümüş ve altın alaşımlarının kalitesini test etmekte kullanılan, düz, sert, ince pütürlü, siyah veya koyu renkli bir taştır. Bu amaç için çeşitli taşlar kullanılır, bunlar genelde kuvars içerikli veya bazalt tipi minerallerdir.. Lidit (bazanit), çakmaktaşı, arduvaz (kayağan taşı), akik veya koyu renkli yeşim taşı da kullanılabilir.
Kullanımı…Kalitesi kontrol edilecek altın, mihenk taşına sürülünce taşın üzerinde metalin izi kalır. Bu çizik üzerine nitrik asit damlatılarak renk değişimine göre altının ayarı tahmin edilir.Nitrik asit altın dışındaki metalleri çözer, eğer çizik parlak sarı renkte kalırsa alaşım iyidir; eğer renk kırmızı-kahverengine dönüşür veya yok olursa alaşımdaki altın oranı düşük veya noksandır. Gümüş miktarını belirlemek için de benzer bir yaklaşım kullanılır, ama nitrik asit yerine önce gümüş sülfat, sonra kromik asit sürülür.(alıntı)
Yada taşı..Türk Mitolojisinde yağmur yağdırıp yaraları iyileştirdiğine ve Türklere Gök Tanrı tarafından armağan edildiğine inanılan taş.Mavi,küçük bir yumruk büyüklüğünde bir taş olduğu rivayet edilir.bu yada taşıyle yağmur ve kar yağdırılır; rüzgâr estirilir. Bu Türkler arasında tanınmış bir şeydir.. Değdiği kişilerin umarsız hastalıkları iyileşir.En kuru yerlerde bile yağmur yağdırır…Gök Tanrı'nın Türklere bahşettiği en büyük hediyelerden biri olduğuna inanılır…..Yada taşı bazı kaynaklarda dağ kültü ile ilişkilendiriliyor. Buna göre eski Türkler kutsal bir dağın üzerinden geçerken koyunların ayakları taşlara vurup yağmur yağdırmasın diye ayakları bezlerle bağlanırmış. Bir başka kaynağa göre ise bu taşlar (bazı?) hayvanların midesinden çıkarılıp çeşitli dualar okunarak yağmur yağdıracak hale getirilirmiş. Suya konup sallanma hızına göre rüzgar çıkarılabiliyor, yağmur/dolu/kar yağdırılabiliyormuş…(alıntı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.