Türklerin Ana Yurdu Pasifik Okyanusu / Batık Kıta
Başlık şaşırtıcı gelebilir.Bu uzun soluklu araştırmaya
başladığımda bana da öyle gelmişti.Türklerin ana yurdu Orta Asya yahu,ne
Pasifik’i? dememe rağmen oturup araştırdım. M.Ö 70 bin-12bin arasında yaşamış
olan bir uygarlığa ulaştım.Teknoloji,mimari,genetik alanında o kadar derin ve
bilgili bir uygarlıkla karşı karşıya kaldım ki hayrete düştüm.Biraz masal biraz
hikaye tadında, anlatıcı vasfında yazmaya karar verdim.Keyifle okumanız
dileğiyle...
M.Ö 70binlerde Pasifik Okyanusu’nun tam ortasında,bugünkü
Avusturalya’nın 3 katı büyüklüğünde bir kıta vardı.64 milyon nüfuslu bu kıta,tek
bir uygarlığın hakimiyeti altındaydı;Mu Uygarlığı.Bu uygarlıkta 10 ayrı kabile
vardı ve hepsi aynı dine mensuptu.Her kabilenin kendi yöneticisi olsa da tek bir
yönetim altında toplanırlardı.Mu imparatorluğa dönüştüğü zaman hiyerarşik
şef,imparator olarak seçildi. Yöneticiler ve aristokrati babadan oğula geçmez,
yararlılık ve iyilik düzeyine göre halk tarafından seçilirdi.
Mu’lular Tanrı’ya en yakın sembolü RA adıyla anılan güneş
olarak kabul etmişlerdi.Hiyerarşik şef,imparator olduktan son RA ismini
benimsedi ve o günden sonra Mu imparatorunun ünvanı RA-MU şeklinde tamamlanmış
oldu.Bu durum aynı zamanda ülkenin isminin değişmesine de neden oldu; Mu
Güneş İmparatorluğu.
RA-MU halk tarafından çok sevilirdi ve dini törenlerde
Tanrı’nın temsilcisi sayılırdı.Ancak net olan bir şey var ki Mu halkı RA-MU’ya
hiçbir zaman tapmadı.Çünkü onu Tanrı’nın temsilcisi olarak görüyorlardı.
Amerikalı jeolog William Niven’in bulduğu ve Mu kıtasına
ait olduğu düşünülen tabletin birinde şu yazılıdır: “Bu tapınak Mu’nun
temsilcisi RA-MU’nun hükmü altındadır.Ve o büyük yaratanın
ağızlıdır”
Bir diğer tablette ise: “Yaratıcının gözleri gece ve
gündüz her şeyi görür ve RA-MU’nun ağzı vasıtasıyla bize aktarır”
şeklinde ifadelere rastlanmıştır.
İngiliz albay ve gezgin James Churchward, Tibet’te bir
tapınağın arşivinde bulunan Naakal tabletlerini buldu ve oradaki Rishi rahibinin
yardımıyla çözümledi.Tabletler çözümlediğinde,Mu kıtasından Naakallar
tarafından Tibet’e getirildiği anlaşıldı.Naakaller bilinen ilk tek tanrılı dini
hem kıtalarına hem de kolonilerde yaşayan insanlara daha rahat anlatabilmek için
bu sembol dilini kullanıyorlardı.
MU UYGARLIĞI GÜNÜMÜZÜN ÇOK
İLERİSİNDEYDİ
Mu’lular pek çok alanda günümüz uygarlığının
ilerisindeydi.Özellikle spiritüel açıdan kıyaslanmayacak kadar büyük bir fark
vardı ve bu ayrıntı eski Hint metinlerince de doğrulanmaktadır.
M.S 8. Yüzyılda Mahavira’nın sahibi
Bhayabonti;
“Bilgin Rama’ya Crimbhaha’nın sırlarını verdi.Bu
sırlardan biri Prasyapana’ydı.Yüksek uyuşturucu olan Prasyapana, Kumphakana
ordularını bir anda yok edecek kadar kudretliydi”
Mahavira’nın beşinci bölümünde Puspaka denen hava aracının
eski başkent Avadha’nın halkını taşıdığı hatta gece seferleri sırasında bir
yıldız gibi parladıkları belirtilir.
Günümüzde medyum ya da mistik kişilerde görülen duyular,
Mu’luların hepsinde doğuştan yer alan özelliklerdi .Bunlar;
1.AMMA-Telekinezi: İrade ile maddeleri ufaltıp
büyütebilmek
2.LGHİMA-Levitasyon: Cisimleri hafifletebilmek ve
havada durdurabilmek
3.PRAPTE-Telepati: Zaman sınırlarını aşarak heryere
ulaşmak ve düşünce nakli
4.PRAKAMYA-Işınlanma: İrade yolu ile gaz ve sıvı
cisimler arasından olduğu gibi katı cisimler arasından da geçebilmek
5.İÇİTRİTYA-Alşimi: Maddelerin özelliklerini
değiştirebilmek
6.SOHTART-İkiz beden: Kendi bedenine ikinci bir ruh
sokabilmek veya başka bir vücuda sahip olabilmek
7.ATARTVAÇ-Demateryalizasyon: Görünmez
olabilmek
MAYMUN-İNSAN EVRİMİ
Genetik konusunda Atlantisliler gibi ileri seviyede olan
Mu’lular insan ve hayvan üzerine bir çok deney yapmıştır.Bu konuda Robin
Collyns şöyle der : “Genetik bilimini çok iyi bilen Mu’daki,
Atlantis’deki ve Çin’deki ileri uygarlıklar, incelemeleri ve çalışmaları
sonucunda , insana benzeyen veya “maymun-insan” ismini verdikleri varlıkları
genetik bilimi aracılığıyla genetik irsiyet faktörleriyle oynayarak insan
biçimine getirmişlerdir”
MU KITASI NASIL YOK OLDU?
Bu konu hakkında çeşitli rivayetler dolaşıyor.Kıta
altındaki gaz odacıklarının patlaması sonucu büyük bir yıkım gerçekleştiği bilim
adamlarınca ortaya atılmış olsa da Mu kıtası hakkında biraz bilgisi olan
insanların bu saptamayı kabul etmeyeceği aşikardır.
Atlantis gibi Mu kıtası'nın da batmasına neden olan etken,
Atlantisliler'den satanik yol mensuplarının, ellerindeki nükleer güçleri yıkıcı
amaçlarla kullanmaları yüzünden yerkabuğunun dengelerini bozmalarıydı.
Bu konuda Mikronezya’nın Carolin adalarının yerlileri
Amerikalı araştırmacı Churchward’e
şu efsaneyi anlatırlar: “Ponapeye garip parlak sandallarla birkaç beyaz
yabancı geldi. Bizim dilimizi konuşmuyorlardı ama yanlarında bizim ırkımızdan
insanlar vardı. Bunların her ne kadar şiveleri az çok başka idiyse de ve her ne
kadar zamanla yabancıların giysilerini benimsemiş idiyseler de onlarla
anlaşabiliyorduk. Orada denizin olduğu yerde uzanan topraklar ve göz kamaştırıcı
yapılar ve mutlu erkekler, mutlu kadınlar hakkında çok güzel hikâyeler
anlatıyorlardı. Yeni gelenler bize garip büyüler öğrettiler ve böylelikle
okyanusta yeni yeni adalar beliriverdi. Böylece gemilerimiz dalgaların üzerinde
uçuyordu ve hiçbir düşman ne kadar güçlü ve silahlı olursa olsun kalelerimizi
yıkamıyordu. Ama günün birinde büyük bir fırtına koptu ve düşmanların
yapamadığını yaptı. O güzelim yapılar birkaç saat içinde paramparça oluverdi,
bir zamanlar çiçekleriyle ve yerlilerin şarkılarıyla denizi şenlendiren birçok
ada derinliklere gömüldü gitti.
Sonradan gelen yabancılar bizleri tekrar işe
koyulmaya kışkırttılarsa da, yurttaşlarımız fazlasıyla tembeldi ve ustaların
kışkırtmalarına kulak asmadılar, onları kovmakta el birliği ettiler. Böylelikle
adalar halkı yozlaştı gitti ve kardeş kardeşe düşman oldu”
Serge Hutin ise yerlilerle konuşmasını şöyle
anlatır:
“Okyanuslular, bu gün bile büyük bir tufanın anısını
korurlar. Yerlilerin söylediklerine göre bu tufandan sonra “ölüler suyun dibine,
beyaz adamların uyudukları yere” inmişler. Hawaii adalarının, Yeni Hebrit’lerin,
Yeni Zelanda’nın tüm efsanelerinde, beyaz derili ve sarı saçlı bir ırktan söz
edilir. Bu insanlar ilk Polinezya gemicilerinden de önce yaşamışlar, öyle
söylenir.”
İsviçreli
araştırmacı-yazar Erich Van Daniken, Aussaat Und Kosmos adlı kitabında
şöyle diyor: "Bu garip konuyu ilk kez Herbert Rittlinger’in “büyük
okyanus” adlı kitabında okudum. Güney denizini inceleyerek gezen Rittlinger,
Ponapenin binlerce yıl önce ünlü bir imparatorluğun orta noktası olduğunu
öğrenmiş. Efsanevi zenginlik, inci avcılarının dikkatini çekmiş ve deniz dibini
gizlice aramışlar. Dalgıçlar su yüzüne çıktıklarında inanılmaz şeyler
anlatmışlardır… Denizin dibinde midye ve mercanlarla donanmış caddelerden
geçtiklerini, aşağıda sayısız taş kubbelerin, sütunların, taş anıtların, ev
kalıntılarının, yazılı taş levhaların bulunduğunu söylemişlerdi. “inci
avcılarının bulamadıklarını, modern cihazlarla donatılmış Japon dalgıçları
bulmuş ve Ponape efsanesinin doğruluğunu çıkardıkları şeylerle kanıtlamışlardır.
Değerli madenler, inciler, gümüşlerle dolu büyük bir zenginlik. Ölüler evinde
(sitenin ana binası) cesetler bulunmaktadır, diyor efsane. Japon dalgıçları
ölülerin su geçirmez platin tabutlarda yattıklarını söylemişler ve gerçektende
her geçen gün yeni bir platin parçasıyla su yüzüne çıkmışlardır. Adanın ana
ihraç maddesi olan hindistancevizi, vanilya, Hint irmiği, sedef yerini platine
bırakmıştır. Platin çıkarılması günün birinde iki dalgıcın, modern aygıtlarla
dalmalarına rağmen, bir daha su üstüne çıkamamalarına dek sürmüş, ondan sonra
savaş başlamış, Japonlar burayı terk etmek zorunda
kalmışlardır.”
MU'LULAR NEREDE?
64 milyon nüfuslu Mu kıtası bir anda yok olmadı.Sarsıntılar
artarak devam ederken, denizcilik alanında ileri seviyeye ulaşan Mu insanları
çeşitli yerlere dağınık olarak göç ederek yaşamlarını kurtamaya
çalıştılar.
James Churchward’ın bulduğu tabletlerde yer alan
bilgilere göre, bir kısım MU topluluğu Orta Asya’ya göç ederek Uygur
İmparatorluğu’nu kurdu.Bugünkü Hindistan,Mısır ve Meksika’ya yapılan göçler yine
bu tabletlerden açıkça anlaşılıyor.Üstelik Mısır’a medeniyet getiren Osiris’in
Mu kıtasında eğitim aldığı,Mısır’dan sonra da uygarlığı diğer milletlere
öğretmek için peygamber görevini üstlendiği çeşitli kaynaklarca doğrulanmıştır.
(Niven’in Meksika gezisi tabletleri)Yine tablet kaynaklarında Mayaların Mu
kıtasından bugünkü Meksika’ya göç ettiği rivayet edilir.
Asya sular altında kalınca Uygur Türkleri dağılmak zorunda
kalıyor.Bazı topluluklar Mezopotamya’ya inip Sümerliler kurarken, bazı
topluluklarsa Anadolu’ya geçip Hattiler,Hurriler ve Luvileri kurdular.Bu sırada
Sibirya Bang boğazından geçip Amerika’ya geçen Türkler de oldu.
Anadolu’da Truva üzerinden İtalya’ya göçlerin olduğu ve
Türklerin ilk kez batıya geçtikleri de söz konusudur.Yunan tarihçi Heredot’a
göre Etruxler, Anadolu’dan İtalya’ya geçmişlerdir.İtalya’daki bir çok kavimden
daha uygar düzeydeydiler ve Roma uygarlığının gelişmesinde büyük rol
oynadılar.Bunun yanı sıra Roma uygarlığı yol yapımı, Roma uygarlığının,
mitolojisindeki ilahlardan, hukukundan yol yapım tekniklerine kadar, kökünü
hemen hemen tümüyle Etrüsk uygarlığından almış olduğu günümüzde tarihçiler
tarafından saptanmıştır.
ATATÜRK’TEN “MU’YU ARAŞTIRIN" EMRİ
Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Mustafa Kemal Atatürk
cumhuriyeti ilan ettikten sonra bir çok kitap okumaya başladı.Bunların büyük
çoğunluğu tarih kitaplarıydı ve Atatürk’ün bir şeyin cevabını arıyordu:
Türkler, Orta Asya’ya nereden geldiler?
Mu kıtası hakkında fazla bilgisi olmayan Atatürk, Türklerin
Asya’ya buradan göç ettiklerini savunurdu.Tarih araştırmaları sırasında
Churchward’ın kitaplarına rastlayan Atatürk, bunun sonrasında Tahsin Mayatepek’i
yanına çağırtarak Meksika’nın Türkiye büyükelçisi olmasını istedi ve Mu
kıtası’nı araştırmasını benzerlikleri bulmasını emretti.Kendisi ise Türk Tarih
Kurumunu kurarak 100’e yakın Türk ve yabancı bilim adamını bu kurumu geliştirmek
için bir araya getirdi.Dünyanın en iyi sümerolog’u B.
Landsberger ve en iyi antrepologu Eguene Pittard önderliğinde bir çok bilgiye
erişen Atatürk, Mayatepek’ten de beklediği verimi aldı.
Mayatepek araştırmaları sırasında Mayalar ile Türklerin
alfabesi arasında çok yakın bir benzerlik bulmuştur. Fakat Tahsin Mayatepek’in
iki kültür arasında bulduğu ortak noktalar sözcüklerden ibaret değildi; her iki
kültür arasında, Mayalar’ın ayyıldızlı davullarından, Şamanik kültüründen, kilim
desenlerinden, sembollerinden tüy takma alışkanlıklarına kadar pek çok ortak
nokta mevcuttu.
Tahsin Mayatepek’in torunu Ahmet Osman Mayatepek
dedesinin araştırmaları hakkında şöyle diyor: “Tahsin bey çok büyük
benzerlikler buluyor ve 3 cilt defter gönderiyor Atatürk’e.Bunlardan 2 tanesi
1970’lerin ortasına kadar TDK kütüphanesinde saklanıyordu.Daha sonra Anıtkabir
kütüphanesine gönderildi.3.kitap kayıp.Defterin açıklanması sakıncalı
bulunabilir çünkü dini tören benzerliklerini anlatıyor.Bu bazı kısım insanları
rahatsız edebilir diye gün yüzüne çıkarılmıyor.Tahsin beyin 14.raporu İslam dini
ile Güneş (mu-maya) kültürü arasındaki benzerlikleri ortaya çıkaran bir rapor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.