YARATILIŞ EFSANESİNİN TARİHTEKİ KÖKÜ...

Yaratılış Efsanesinin Tarihteki Kökeni

Yaratılış Efsanesinin Tarihteki Kökeni
Bu bölümde, gerek kâinat ve insanın yaradılışıyla ilgili olsun, gerekse cennet ve cehennemle ilgili olsun Kur’an’da var olan bilgileri Sümer mitolojisiyle karşılaştıracağım. Amaç; (benzer efsanelerin hiç kimseye yarar getiremeyecekleri bir yana) bunların kutsal kitaplar öncesi mitolojik kökenli inançlar olduklarını ortaya koymak. Bu karşılaştırmayı yaparken de rivayetlere değil; 19. asırdan bu yana Mezopotamya’da yapılan kazı çalışmaları sonucu Sümerlerle ilgili ele geçen ve ilgili dallarda uzman olan bilim adamları tarafından okunup içerikleri dünya kamuoyuna sunulan tarihi tabletlere başvuracağım.
Sümerlerden kalma bu mitolojik inançları anlatan tabletlerin sayısı yarım milyonu geçmektedir; 74 bini sadece İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunuyor; bugüne kadar okunabileni çok azdır. Kim bilir geriye kalanlar da okunsa, daha neler ortaya çıkacak! Bunların çoğu Chicago Üniversitesi Doğu Enstitüsü, Pennsylvania Üniversitesi Babil Kanunları Bölümü, Philadelphia Üniversitesi Nippur koleksiyonu bölümü, İngiltere’nin British Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi, Berlin Müzesi, Yale Üniversitesi koleksiyonunda ve Fransa’nın Louvre Müzesi’nde bulunmaktadır. Bu tabletlerin çözümünde emeği geçen Sümeroloji uzmanlarının sayısı epey fazladır; ancak Pennsylvania Üniversitesi’nden Edward Chiera, Hugo Radau ve dünyaca ünlü araştırmacı Sümerolog Prof. Dr. Samuel Noah Kramer, Oxford Üniversitesi’nden Stephen Langdon, Philadelphia Üniversitesi Doğu Enstitüsü’nden Arno Poebel, Chicago Üniversitesi’nden yine ünlü Thorlkid Jacobsen ve Henri Frankfurt, Fransız Asurolog Vincent Scheil ve Henri de Genouillac, İngiltere’den British Müzesi eski konservatörü Cyril J. Gadd ve Tarihçi-Asurolog L.W. King; Almanya’nın -özellikle- Berlin Müzesi’nde bulunan tabletlerin çözümünde emeği geçen Heinrich Zimmern, ABD’den Doğu uzmanı William Albright gibilerin katkıları büyüktür.
Sümerlerden kalma tabletlerde anlatılan kâinat, insanın yaradılışı ve cennet-cehennem efsanelerine geçmeden kısa bazı bilgiler vermem, konunun aydınlatılması bakımından yararlı olur. İnsanın yaradılışından söz eden (Sümerlerden kalma) tablet sayısı ikidir. Biri dört parça olup Philadelphia Üniversitesi Müzesi Nippur koleksiyonunda bulunuyor; ancak dördüncü parçası henüz okunmuş değildir; bir diğeri de Fransa’nın Louvre Müzesi’ndedir. Bundan yaklaşık beş bin yıl önce kaleme alman bu tabletler, ilk önce Sümerce yazılmış, daha sonra Akadca’ya çevrilmiştir. Ayrıca “Gilgameş, Enkidu, Ölüler Diyarı” destanını anlatan tabletin giriş kısmı, yaradılış hakkında önemli bilgiler içermektedir. Bu da Philadelphia Üniversitesi Müzesi Nippur koleksiyonu (Ni. 14068) ile İstanbul Arkeoloji Müzesi (Ni. 2270, Ni. 4429) ve İngiltere’nin British Müzesi’nde vardır. Bu destan 16 parça ve 250 dize civarındadır. Gilgameş tabletiyle ilgili ilk açıklama 1930’da R. Campbell yayını tarafından yapıldı; daha sonra Alexandre Hiedel tarafından The Gilgamish Epic and the old Tesnament’te İngilizce olarak yayınlandı. Bir de E.A. Speiser Ancient Near Eastern Texts’ te yayınladı. Son olarak S.N. Kramer, bu bilgileri bir araya getirip yenilerini de ekleyerek The Sumerians adlı yapıtında (s. 197-205) yayınladı.
Yine insanın nasıl yaratıldığı konusuna açıklık getiren bilgiler, kazmanın yaradılışını anlatan 108 dizelik tabletlerde mevcuttur. (1) Aynı zamanda hayvancılık tanrısı Lahar ile kız kardeşi zirai ürünler tanrıçası Aşnan efsanesini içeren tabletlerin giriş kısmında insanın yaradılışından söz edilmiştir. Bunlarda var olan bilgiler, ayrıca insanın niçin yaratıldığı konusuyla Adem ve Havva’nın çocukları Kabil/Kain ile Habil’in Kur’an ve Tevrat’ta anlatılan efsanelerin kökenlerine açıklık getirmektedir. Sümerler tarafından yazılan ve başlangıçta yerle göklerin tek bir parça olup daha sonra birbirlerinden ayrılarak bugünkü duruma geldiklerini içeren tablet, yine Philadelphia Üniversitesi Müzesi Nippur koleksiyonu kısmında (no. 13887) bulunuyor. Adı geçen efsaneleri anlatan tabletlerden bugüne kadar ele geçenlerin sayısı, yaklaşık olarak altmıştır. Bunlarla ilgili ayrıca kırık parçalar da bulunmuştur.
Keza Sumerlerde iki kültürel tanrı olarak bilinen Emeş’le Enten kardeşler efsanesi, Lahar ve Aşnan efsanesi gibi kutsal kitaplardaki Habil-Kabil efsanesinin kökenine kaynak olabilecek bilgiler içerir. Emeş’le Enten efsanesini anlatan tabletler 3.000 dizeden fazladır; uzmanlar tarafından bugüne kadar ancak bunların yarısı çözülebilmiştir. Tıpkı Habil’le Kabil’in hayvancılık ve ziraatla uğraşmaları gibi, Emeş’le Enten’in görevi de bitki, hayvan ve zirai konularda verimi artırmak. Yine Habil-Kabil olayına benzer bir efsane; aşk ve bereket tanrıçası İnanna’ya aşık olan çoban tanrısı Dumuzi ile çiftçi tanrısı Enkidu (efsaneye göre Gilgameş’in hizmetkârıymış) arasında yaşanmıştır. İkisi de İnanna’ya aşık oluyorlar, kalbini çalmak için de kendi ürünlerinden çeşit çeşit sunuyorlar. Sonunda İnanna çoban tanrısı Dumuzi’yi seçip onunla evleniyor. (2)
Cennetle ilgili tabletlere gelince; bunlar 6 sütun ve 258 satır halinde yazılmış, Philadelphia Üniversitesi Müzesi Nippur koleksiyonu bölümünde (no, 4561) bulunuyor. Bir tanesi de Louvre Müzesi’ndedir. Bu tabletin adı; “Enki ve Ninhursag: Su tanrısının işleri.” (3) Yine Cehennemle ilgili bilgiler “İnanna’nın Ölüler Diyarına İnişi” adlı miti anlatan tabletlerde vardır. Bunlar da Philadelphia Üniversitesi Müzesi’nde bulunan toplam 14 parçadır. Bunlardan 1 tanesi de İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunuyor (Ni. 2429). Yine cehennemden/yeraltı dünyasından söz eden ve kral Ur-Nammu’nun ölümünü konu alan bir tablet İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir (Ni. 4487). (4) Yaradılış ve cennet-cehennem hakkında yararlandığım tabletlerle ilgili bu özet bilgileri sunduktan sonra, ilkin yaradılış ve cennet-cehennem hakkında hem Sumerlerde, hem de Kur’an’da varolan bilgilerin bir tespitini yapacağım, daha sonra bunların ortak yanlarından bir kesit sunacağım.
Sümerlerde Kâinatın Yaradılış Efsanesi
Az önce kendilerinden söz edilen tabletlerden özellikle, “Gilgameş, Enkidu ve Ölüler Diyarı” adlı şiirsel biçimindeki mitin giriş bölümünde özetle şu bilgiler geçiyor: Kâinat henüz yok iken, Nammu adında bir tanrıça varmış. Onlar, bu tanrıçanın nereden geldiği, nasıl ortaya çıktığı konusunda herhangi bir yorum yapmış değiller; sadece kâinatta ilk önce böyle bir yaratıcının var olduğuna inanıyorlardı. Bu tanrıça günün birinde gök ve yerin hammaddesini oluşturan kozmik bir dağ yaratır, bundan da gök tanrısı An ile yer tanrıçası Ki’yi meydana getirir. Sümerler, tanrıları insan şeklinde kişileştirdikleri için eril ve dişil olarak düşünmüşler. Mitolojilerine göre tanrıça Ki, daha sonra Ninhursag (dağ kraliçesi) ki Sümerlerde bunun sembolü yıldızdı, Nintu (doğurgan kraliçe) ve Ninmah (yüce kraliçe) gibi isimlerle isimlendirilir. (5) Bu iki tanrının birleşmelerinden hava tanrısı Enlil doğar. İlginçtir ki Enlil, bu tanrılar tarafından yaratıldığı halde her nedense Sümerlerde birinci tanrı durumuna yükselir. Bu tanrılardan da zaman içinde birçok tanrı ve tanrıçaların meydana geldiklerine inanırlardı. Tanrıların sayıları binlerle ifade edilebilecek kadar fazla. İnançlarına göre bu tanrılardan An, Enlil, Enki ve Ninhursag yaratıcı; kalanlarsa yönetici idi.
Burada yaradılış konusuna biraz ara verip farklı bir şeye değinmek istiyorum. Neden acaba bazı zamanlarda tanrılara dişil, bazı zamanlarda da eril olarak inanılmış ve Kur’an’da da (her ne kadar Allah hiçbir şeye benzemiyor denilmişse de) tanrıya atıfta bulunurken hep erkeklerin zamir, fiil ve sıfatları kullanılmış, kadınlarınki hiç kullanılmamıştır! Kısa da olsa buna yanıt vermekte yarar var. Eskiden başlamak üzere ta zamanımıza kadar dinlerin ve tanrıların varlıklarıyla ilgili gerçek bir çözümlemeye (dönemlerin sosyal, ekonomik, teolojik, mitolojik, kültürel vb. toplumun şekillenmesinde etkili olan diğer faktörlere) gidilmeden, hakikat ortaya konamaz.
Gerçek şudur ki, kadınların etkili oldukları dönemlerde anaerkil bir yapı oluşmakla birlikte, tanrı/tanrılar da buna göre oluşmuştur. Bunun tersi durumlarda ise, toplumda ataerkil bir yapı oluşmuş, buna bağlı olarak da erkek tanrılara inanılmıştır. Burada, “tavuk mu yumurtadandır, yoksa yumurta mı tavuktan” misali, acaba tanrı mı bir zamanlar kendi varlığını insanlara bildirmiş, yoksa insanlar mı (çeşitli nedenlerden/ihtiyaçlardan dolayı) gerek duyarak hayali tanrı/tanrılara inanıp onları istedikleri sıfatlarla vasıflandırmışlar gibi yararsız tartışmalara girmeyeceğim; burada başka bir şey söylemek istiyorum. Tanrıların eril ve dişil olması konusunda toplumlarda dönem dönem oluşan farklı inançlar, kadın-erkek cinsi arasındaki kuvvet dengesine göre şekillenmiş; bu iki cins arasındaki güç aynı zamanda hem tanrıların varlıkları (elbette ki başka nedenler de var; sadece kadın erkek ilişkisine mahsus ele almak yanlıştır), hem de cinsleri üzerinde etkili olmuştur.
Bunu kısa bir örnekle açayım: Kadının ailede çocuk yetiştirip eğittiğine bakılarak (bir zamanlar) varlığına inanılan eğitim ilahı Nidaba dişil olarak kabul edilmiş. Yine kadın ev işlerinde aktif olduğu için, giysi ilahı Uttu’nun dişi olduğuna inanılmış. Aynı zamanda kadın çocuk yetiştirdiğinden (doğası gereği) genelde erkeklerden daha merhametli olur inancından yola çıkılarak, varlığına inanılan adalet ilahı Nanşe dişil olarak kabul edilmiştir. Kadınlar eskiden tarım ürünlerini yiyecek hale getirme konusunda, (örneğin; el değirmeni bulma ve kullanma gibi) erkeklerden önde olduklarından, tarım ilahı Aşnan dişi olarak düşünülmüştür. Eskiden aşk tanrıçasının dişi olduğuna inanmak da erkeklerin kadınlara karşı aşklarından kaynaklanmaktadır. Yine başlangıçta yer ilahının bir tanrıça (Ki) olarak düşünülmesi de dünyanın, bir annenin çocuğuna bakması gibi insanları beslemesinden kaynaklanmaktadır. Kadın cinsi merhametlidir, fazla eziyet çektirmez düşüncesiyle cehennemdeki görevli tanrı Ereşkigal dişil olarak hayal edilmiştir.
Örnekler çoğaltılabilir. Bu durum eril tanrılar için de geçerlidir. Burada çoğunlukla inançlar üzerinde etki yapan maddi koşullardır. Erkeklerin zaman içinde yaşam üzerinde etki yapan saban gibi şeyleri icat etmeleri ve buna kendi fizik güçlerini de eklemeleri sonucu, toplumda ataerkil bir yapı hakimiyeti oluşmuş, buna bağlı olarak da eril tanrılar öne çıkıp zamanla değil tanrıça olarak inanılmak, nerdeyse kadın, insandan bile sayılmama derecesine düşürülmüştür. Bu durum, Muhammed Peygamber döneminde zirveye (Hz. Hatice gibi istisnalar hariç) ulaşmıştı denilebilir.
Muhammed Peygamber ataerkil bir dönemin çocuğu olduğundan, kadını ikinci sınıf insan olarak ele aldığı gibi (bu konuda Muhammed ve Kurmaylarının Hanımları adlı kitabımda geniş bilgi vardır); Allah hakkında Kur’an’da kullanılan ifadeler de hep erkeklere ait fiil, sıfat ve zamirlerdir. Kutsal dinlerin ortaya çıktıkları dönemlerde artık ataerkil bir yapı hakim olduğundan, kadın cinsinden peygamber çıkmak şöyle dursun; neredeyse insan bile sayılmama derecesine gelmiştir.
Sümerlerde İnsanın Yaradılışı
Tabletlerde anlatıldığına göre, tanrılara hizmet etsin diye insanın yaradılışı konusunda bilgelik tanrısı Enki’ye teklif götürülüyor. Bunun sonucu olarak o da insanı şöyle yaratıyor: Deniz/ırmak altındaki kilden (hatta hangi ırmağın kilinden yaratıldığı bile tabletlerde geçiyor) insan şeklini yapıyor ve tanrıça Nammu’ya; “Ben senin dediğin yaratığı meydana getirdim sen de onun üzerine tanrıların görüntüsünü koy” diyor. Böylece insan, tanrı şeklinde yaratılmış oluyor. (6)
Enki insanı altı değişik tipte yaratıyor. Bu altı tipin ikisi tabletlerde okunabiliyor: Biri kısır kadın, bir diğeri de erkeklik ve kadınlığı belli olmayan insan tipi. Tabletler kırık olduğundan diğer dördü hakkındaki yazılar okunamamış.
İlginçtir ki bu yaratma konusunun anlatıldığı tabletlerde İslamiyet’teki gibi insanın kaderinden de söz ediliyor. Sümer inançlarında tanrı, kâinatı altı günde yarattı şeklinde bir bilgiye rastlanamadı; ancak onlara göre yaratılan ilk insanlar pek uygun çıkmamış; normal insan tipi birkaç denemeden sonra ancak ortaya çıkabilmiştir. (7)
Sümerlerde Cennet İnancı
Tanrı Enki ile tanrıça Ninhursag’ı konu alan tablette cennet hakkında şu bilgiler var: Dilmun (cennet) adında saf, temiz ve parlak bir yer vardır. Burada ne hastalık var, ne de ölüm. Tek kelime ile ‘yaşayanlar ülkesidir’. Burada hiç kimse kimseye zarar vermez; yaşlılık, vücut ağrıları yok. Irmağı geçen (ki İslam’da halk tabiriyle buna Sırat Köprüsü denir) artık mutludur. Hemen şunu da belirteyim ki bu cennet, İslamiyet’teki gibi insanlara ait olan bir cennet değildir; sadece tanrılara mahsus, Irak-Iran sınırında Basra Körfezi’ne yakın bir bölgede hayal edilmiştir. Hatta daha eskilere ait bulunan kral mezarlarında yüzlerce kız ve kadın iskeleti bir arada bulunmuştur. Kral ölünce bunlar, canlı olarak onunla beraber geniş bir mezara konup üzerleri toprakla kapatılmıştır. Bu gibi toplu iskeletler hem Sümerlerin kral mezarlarında, hem de Mısır’da firavun mezarlarında ortaya çıkmıştır.
Demek ki, Kur’an’daki gibi olmasa da bir biçimiyle ölüm sonrası hayata inanılmıştır. Eğer böyle bir inanç olmasaydı, bunlar canlı olarak kralın mezarına gömülmezlerdi. Elbette ki hayat durmuyor; zaman içinde daha farklı inançlar oluşup geliştirilmiş, sonuçta bu cennetin insanlara ait bir yer olduğu noktasına gelinmiştir.
Kur’an’da; “Rabbinizden bir mağfirete, cennete koşuşun ki, o cennetin genişliği göklerle yer kadar olup takva sahipleri için hazırlanmıştır” (Al-i İmran, 133) denilmiş ve bu cümle bir başka yerde, “Rabbinizden bir mağfiret ve genişliği göklerle yer kadar olan bir cennete yarışın ki, o, Allah’a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmıştır…” (Hadid suresi, 21. ayet) şeklinde bir daha tekrar edilmiştir.
Sümer inançlarına göre, bu cennette ilkin temiz su yokmuş; tanrı Enki, Güneş tanrısı Utu’ya talimat verince, o da burada temiz su yaratmış; bunun sonucu olarak o cennet bağlar, bahçeler, bitkiler, hurma ağaçlarıyla tıklım tıklım doluvermiş. Hatta bu cennette baldan da söz ediliyor.
Tanrıça Ninhursag bu cennette sekiz çeşit bitki yaratır. Bunların tadını merak eden Enki, hepsinden yiyince, kendisine dokunur ve sekiz yerinden hastalanır. Enki, bu bitkilerden yediği için tanrıça Ninhursag ilk önce onu lanetler; ancak daha sonra her nedense kendisini bağışlar. Enki’nin ağrıyan yerlerinden biri de, kaburga kemikleridir. (8)
Sümerlerde Cehennem İnancı
Bu konudaki bilgiler özellikle, “İnanna’nın Ölüler Diyarına İnişi” adlı şiirsel biçimde yazılmış tablette yazılı.
Sümerler, cehennemi de cennet gibi kendi ülkelerinde bir bölgede hayal etmişler. Daha önce de belirtildiği gibi bu tabletlerde (İslam’daki gibi) Sümerlerin kadere inandıkları da yazılı. Onlara göre suçlu olan kişinin, cehenneme varmadan hem ırmağı, hem de cehennem kapıcılarını geçmesi gerekir. Sümerler cehennemde görevlilerin varlığına ve bu görevlilerin suçluları alıp hak ettikleri yerlere götüreceklerine inanırlardı. (9)
Nasıl hava tanrısı Enlil, tanrıça Ninlil’le zina yaptığı için tanrılar meclisi tarafından Nippur’dan alınıp cehenneme gönderildiyse, bu tablette de çoban tanrısı Dumuzi’nin -Sümerlerde Dumuzi olan tanrı, daha sonra Tevrat’a Tammuz olarak geçmiş- (10) bir gün ölüler diyarına atıldığı, eşi aşk tanrıçası İnanna’nın kendisini kurtarmaya gittiği; ancak cehennem kapıcılarının onu içeri almadığı, en son cehennem tanrıçası Ereşkigal izin verince, cehennemin 7 kapısının açıldığı yazılı. (11)
Sümerler, inandıkları cehennemi aynen İslamiyet’teki gibi suçluların yeri olarak tasavvur ediyorlardı.
1919’da Stephan Langdom tarafından çözülüp yayınlanan ve şu an Philadelphia Üniversitesi Müzesi’nde bulunan, Sümerlerin cehennemle ilgili inançlarını anlatan bir tablette, nerdeyse İslamiyet’teki inanca tıpa tıp uyan bilgiler yazılı. Mesela 7 Cehennem ve onlardaki görevliler, oradaki azap vb.
Sümerlerde, ölümden sonra suçlu insanların içine düşecekleri yere (cehenneme) “kur”, Yunanlılarda “hades”, Yahudilerde de “şeol” denirdi. (12)
Tevrat’ta Yaradılış Hikâyesi
Tevrat’ın hemen başında Tekvin bölümünün ilk cümlesinden başlamak üzere; “Allah önce yerle gökleri (hammadde olarak) yarattı, daha sonra gece ile gündüzü…” şeklinde açıklama devam eder. Bunun detay kısmında ise; “Allah ilk günde ışığı, gece ile gündüzü yarattı. 2. günde suların ortasında kurduğu kubbeden gökleri, 3. günde suyun altındaki kuru yerden dünyayı, 4. gün gök cisimlerini, 5. gün deniz hayvanlarıyla kuşları, 6. günde kara hayvanlarıyla birlikte insanoğlunu (tanrı) kendi şeklinde yarattı. Yedinci günde ise tanrı istirahata çekildi” deniliyor. Daha önce açıklandığı gibi tanrının insanı kendi şeklinde yaratma inancı Sümerlerde de vardı.
Tevrat’ta daha sonra insanın yaradılışı konusunda açıklama yapılırken; “Adem’in topraktan yaratıldığı, doğu tarafında bulunan Adn bahçesine/cennetine bırakıldığı, bahçeyi sulamak için de Allah tarafından bir ırmak yaratıldığı, daha sonra ırmağın dört parçaya bölündüğü; bunların Pişon, Gihon, Dicle ile Fırat kolları oldukları” belirtiliyor. Bu arada Adem’in rahatı-keyfi için onun kaburga kemiğinden Havva’yı var ettiği anlatılıyor.
Allah tarafından Adem’le Havva’ya o bahçede var olan her şeyden yemeleri serbest bırakılıyor; ancak bir ağaçtan yemeleri yasaklanıyor. Daha sonra Şeytan’ın devreye girmesi ve Havva’nın da bunu uygun görmesiyle, Adem’le Havva o yasak edilen ağaçtaki meyveden yiyince, suçlu duruma düşüyorlar ve sonuçta cennetten kovuluyorlar… diye uzun uzadıya anlatılıyor. (13)
Tevrat’ta Ahiret İnancı
Musa Peygamber’e ait olduğu iddia edilen Tevrat’ın beş kitabında (14) ahiret inancından söz edilmemiştir. Tevrat’ta Allah (Yehova)’nın varlığı, meşhur “On Emir” arasında geçiyor; fakat diğer iman esaslarına değinilmiyor. (15) Ancak Tevrat’ın yazılı olmayan kısmı ve bir bakıma da onun tefsiri/yorumu durumundaki Talmut’ta ölüm sonrası hayata değinilmiştir. Hemen belirteyim ki, Talmut’ta ahiret hakkında teferruatlı bilgi olmamakla birlikte, var olanında da hem çelişkiler vardır, hem de Kur’an’daki ahiret inancına ters düşmektedir. Örneğin; Samuel’de, “Dünya ile ahiretin aynı olduğu” yazılı (Berahim, 68-b). Berekot’ta; “Ahiretin bu dünyadan farklı bir yer olduğu yazılı. Çünkü orada yeme, içme, üreme, çalışma, düşmanlık, haset ve rekabet gibi şeyler yoktur. Salih olanların başlarında taç vardır” açıklaması var (Berekot, 17-b). Roş-ha-şana’da ise, “Bedeniyle günah işleyen Yahudiler, Yahudi olmayanlar gibi cehenneme girecek ve orada 12 ay ceza çekecekler” denir (Roş-ha-şana, 17-a).
Şu hatırlatmayı da yapayım: Şu an var olan ve Musa’ya ait olduğu söylenen Tevrat, Musa zamanında yazılmış değildi. Hz. Musa, İsa’dan yaklaşık 13 asır önce yaşadığı halde ona ait olduğu söylenen Tevrat ise ancak İsa’dan Sonra 1. asırda Jamnia’da toplanan bir Yahudi din heyeti tarafından son şeklini alıyor. Aslında MÖ. 6. asırda Ezra adındaki kâhin tarafından kaleme alınan ve güya günümüze kadar korunagelen Ahd’i Atik (Tevrat) kitabının, Hz. Musa zamanındaki Tevrat’la hiç ilgisi yoktur.
İşin gerçeği şu: Yahudiler, İsa’dan Önce 7. asırda Asurluların hakimiyetine girince, yine Babil kralı Nabukadnezzar (MÖ. 604-562) tarafından Kudüs alınınca, Yahudilerin siyasi varlıkları son buluyor. Bu arada Yahudiler Babil’e sürgün edilince, onların bilginleri Babil kitaplıklarını inceleme fırsatına sahip oluyorlar. Daha sonra MÖ. 538 yılında Babil’in Pers İmparatoru Kiros tarafından alınmasıyla, Yahudiler tekrar yurtlarına geri gönderilip özgürlüklerine kavuşuyorlar.
Zaman içinde Büyük İskender’le “Helen” kültürü de Yahudiler diyarına girince, Yahudilerde çok farklı inançlar mozaiği oluşuyor. Hatta Helen kültürünün etkisiyle zaman içinde çeşitli Yahudi mezhepleri ortaya çıkıyor. Sadukiler, Ferisiler, Makabiler ve Esseniler gibi. Tevrat’ta ayrıca Neviim/peygamberler bölümü vardır; bu bölümde Musa’dan önce ve sonra yaşayan peygamberler ve dönemlerindeki bazı olaylardan, savundukları fikirlerden söz edilir.
Musa’dan asırlar sonra yaşamış olan Yahudi peygamberlerinden biri de İşaya/Yeşaya’dır. Tevrat’ta İşaya bölümünde ahiretle ilgili; “Ey toprakta yatanlar, uyanın ve terennüm edin. Her yer ölülerini dışarı atacaktır” denir. (16) Yine Musa’dan asırlar sonra yaşamış olan Daniel, ahiret konusunda; “Yerin toprağında uyuyanların bir kısmı ebedi hayata, bir kısmı da utanca uyanacaktır. Anlayışlılar, yıldızlar gibi ebediyen parlayacaktır” diyor. (17)
Benzer bilgileri göz önüne alarak, önemli Yahudi bilginleri bile şu anki Tevrat’ın Musa zamanındaki Tevrat olmadığını, aksine Yahudilerin Babil sürgününden sonra Zerdüşt ve Mezopotamya inançlarından aktardıkları yeni inançlar olduğunu söylüyorlar. Örneğin Hollandalı Yahudi asıllı ünlü filozof Spinoza (1632-1677) ve Eben Ezra (1866-1943) gibileri az önceki iddiaları savunuyorlar; ki zaten bundan başka ihtimal de yoktur. (18)
İşte Tevrat’ın asıl beş kitabında değil de; Musa’dan asırlar sonra yaşayan ve Tevrat yazılırken onların söyledikleri de Tevrat’a alınan bazı Yahudi peygamberlerin sözlerinde -o da çok kısa ve soyut bir biçimde, neyi kastettikleri anlaşılmayan ifadelerle- ahiret inancına değinilmesi, Tevrat’ın Musa zamanındaki Tevrat olmadığı; tam aksine deminden beri izahına çalıştığım gibi Yahudilerin Babil’e sürgün edilmelerinden sonraki dönemde bazı Yahudi bilginlerin yeni eklemeleriyle şekillenen farklı bir Tevrat olduğu ortaya çıkıyor.
Öz olarak, bugünkü Tevrat, Yahudilerin böylesine bir inançlar asimilasyonundan geçmelerinden sonra çeşitli dinlerin bir sentezi olarak ortaya çıkmıştır. Elbette ki ben burada Hz. Musa hiçbir yenilik getirmemiş gibi bir iddiada bulunmuyorum; Musa’nın da kendi döneminde önemli işler yaptığı muhakkaktır, kimse bunu inkâr etmez. O da kendini yetiştirmiş, Mısır’da iken Güneş tanrısına bağlı bir rahipten, daha sonra Kızıldeniz’in doğu tarafındaki Medyen’de, Kur’an’a göre Şuayıb’dan, Tevrat’a göre de (Çıkış, 3/1…) Yetro adında yine bir rahipten bilgi aldığı gerçektir. Eğer Musa kendi döneminde yeni bazı şeyler yapmışsa, o günkü şartlarda gördüğü eğitim/öğretime borçludur; icraatının tanrısal bir yanı yoktur.
Tevrat’ın yazılı olmayan kısmı Talmut, İsa’dan Sonra 190-200 tarihlerinde Yuda Ha Nasi (MS. 135-220) tarafından yazılı hale getirilmiştir; tıpkı şu an var olan Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncillerinin İsa’dan 3 asır sonra bin kişilik bir ruhani meclis tarafından İznik’te; yine Kur’an’ın da Muhammed’den sonra Halife Osman zamanında yazıldıkları gibi. Bunlar, kutsal kitapların konumuz dışında var olan farklı problemleridir.
Söz şu an var olan Tevrat’ın, Musa zamanındaki Tevrat’tan çok farklı bir kitap olmasından açılmışken, burada ahiret inancıyla ilgili Zerdüşt’ten kısa bazı bilgiler vermeyi yararlı görüyorum. Zerdüşt, İsa’dan 570 yıl önce vefat eden, İran ve çevresinde ilk defa tektanrı sistemini ortaya atan önemli bir teolog, düşünce adamıdır. Ona göre insan öldükten sonra kılıçtan daha ince olan Cinvat köprüsünden geçer. Bu arada kötüler düşüp temizlenir, iyiler ise köprüyü rahatlıkla geçip doğruca cennete varırlar. Ayrıca Zerdüşt, İslamiyet’teki gibi ahirette mahşer denilen bir toplanma yerinin olduğuna inanırdı. (19)
Tarihi bilgilere bakıldığında asıl tektanrıya geçiş fikrinin Zerdüşt’ten çıktığı bir gerçek. Daha önce varlıklarına inanılan İndra, Mitra ve Varuna üçlü tanrıça inancından tektanrı (Ahura Mazda) inancına geçişi kendisi ortaya atmıştır. Bundan dolayı bazı filozoflar, “Kur’an ve Tevrat’taki çoğu bilgilerin kökeni Zerdüşt inancına dayanır” fikrini savunuyorlar. (20) Zerdüşt çok önemli bir filozoftur; diyebiliriz ki kendisi eşitlikçi görüşlere sahiptir. Nitekim; “Mülk, bütün insanlar arasında ortaktır” düşüncesini savunmuştur. Bu konuda Nizamül Mülk, “Siyasetname” adlı eserinde Zerdüşt’ten önemli bilgiler aktarmıştır.
Diyelim; Yahudiler Tevrat’ı yazarken, hoşlarına gitmeyen bazı konuları yazmadılar (bu Kur’an’ın iddiasıdır); peki ahireti niye Kur’an’da anlatıldığı biçimiyle Tevrat’ta yazmadılar? Kaldı ki ahiretin varlığı, başta huriler olmak üzere her şeyiyle insanın iştahını kabartır; ayrıca kanunlara karşı gelmemek için toplum üzerinde bir nevi otokontrol görevi de yapabilir (elbette ki bu, ancak cahiller için geçerli olabilir). Durum bu iken, Tevrat yazılırken ahiretin Yahudiler tarafından yazılmaması için hiçbir neden yok. Bundan çıkan sonuç; Tevrat’taki ahiret inancının Musa zamanında var olmaması, ancak Musa’dan asırlar sonra Yahudi bilginler tarafından Zerdüştilik ve Sümer inançlarından alınarak Tevrat’a yazılması ve Muhammed Peygamber zamanında da Kur’an’ın oluşmasına temel teşkil etmesidir.
Yaradılışla İlgili Kur’an’dan Birkaç Ayet
Konuya ilişkin ayetleri üç grup halinde sunuyorum.
a) Birinci Grup Ayetler
“O Allah ki yerdekilerin tümünü sizler için yarattı. Daha sonra göklere ‘İstiva’ edip/yönelip onları 7 gök şeklinde düzene koydu. O her şeyi bilendir.” (21)
“Deki: Siz, yeri 2 günde yaratanı gerçekten inkâr edip duracak mısınız? Bir de ona ortaklar koşuyorsunuz ha! İşte O, bütün âlemlerin Rabbi’dir. Yerküre üzerinde dağlar yaptı ve onda bereketler yarattı. Arayıp soranlar için 4 günde orada (yerkürede) rızıklarını takdir etti. Bundan sonra göğe yöneldi; o zaman gök henüz duman halindeydi… Bu aşamadan sonra da 2 günde gökleri 7 gök olarak yaratıp düzene koydu…” (22)
b) İkinci Grup Ayetler
“Yaradılışça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Allah onu bina etti. Onun yüksekliğini yükseltti ve düzene koydu. Gecesini kararttı, gündüzünü aydınlık yaptı. Ondan sonra da yeri döşedi; yerden de suyunu ve otlağını çıkardı. Dağlarını oturttu. (Bütün bunları) sizin ve hayvanlarınızın geçimi için (yaptı)…” (23)
c) Üçüncü Grup Ayetler
“Rabbiniz o Allah’tır ki, gökleri ve yeri 6 günde yarattı. Daha sonra ‘Arş’ı istiva etti (hükmü altına aldı). O, gündüzü gece ile örter. Gündüz geceyi, gece de gündüzü takip eder. Güneş, Ay, tüm yıldızlar onun emrine boyun eğmiştir. İyi bilin ki yaratmak da emretmek de ona mahsustur. O âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. ”(24)
“Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri 6 günde yarattı. Daha sonra ‘Arş’ı istiva etti. İşleri o idare ediyor. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçi (başkaları için ricacı) olamaz. İşte sizin Rabbiniz olan Allah budur. O halde ona ibadet ediniz. Artık iyi düşünüp ibret almaz mısınız?” (25)
“O Allah ki, sizi sınamak için gökleri ve yeri 6 günde yarattı. O zaman (onun) ‘Arş’ı ise su üstündeydi…” (26)
“O (Allah) gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri 6 günde yarattı. Daha sonra ‘Arş’ı istiva etti.” (27)
“O Allah ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri 6 günde yarattı. Daha sonra ‘Arş’ı istiva etti. Ondan başka sizin dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Siz hâla düşünmez misiniz?” (28)
“Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri 6 günde yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı. ”(29)
“O Allah ki gökleri ve yeri 6 günde yarattı. Daha sonra ‘Arş’ı istiva etti. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona yükseleni bilir ve her nerede olsanız o sizinle beraberdir; her ne yaparsanız görür.” (30)
Konunun tam olarak anlaşılabilmesi için az önce anlamlan sunulan ayetlerle ilgili şu ek bilgileri de vermek icap eder:
Kur’an, toplam olarak 114 suredir. Bunun bir kısmı Mekke döneminde, bir kısmı da Medine döneminde inmiştir. Ayrıca her bölümün ortaya atıldığı yıl da -hemen hemen- bellidir. Yaradılışla ilgili ayetlerin içinde bulundukları surelerin ortaya atılış sıraları ise şöyledir: Mekke’de nazil olan surelerden Kaf suresinin iniş sırası 34, A’raf suresinin iniş sırası 39, Furkan’ınki 42, Yunus’un 51, Hud’un 52, Fussilet’in 61, Secde suresinin 75 ve Naziat suresinin de 81’dir. Konuya ilişkin Medine’de ortaya atılan surelerden Bakara suresinin iniş sırası 87, Hadid suresinin ise 94’tür. Veya şöyle diyelim: Yerle göklerin yaradılışı konusunda ortaya atılan ayetlerin içinde bulundukları surelerden Kaf suresi, peygamberliğin Mekke döneminde, ilk beş yılda ortaya atılmış. Furkan, Yunus, Hud ve Araf sureleri Mekke döneminin son üç yılında, Secde ve Naziat sureleri Mekke döneminin 5 ile 10 yıllan arasında, Bakara suresi Medine döneminin ilk yılında, Hadid suresi de Medine’de 5. yıldan 10. yıla kadarki sürede Muhammed Peygamber tarafından ortaya atılmışlardır. (31)
Bu tespitten, kâinatın yaradılışından söz eden ayetlerin hemen hemen peygamberliğin tüm yıllanna yayılmış biçimde ortaya atıldıklarını görüyoruz. Dolayısıyla, bundan şu sonuç ortaya çıkıyor: Eğer Muhammed Peygamber birkaç yıl daha yaşamış olsaydı, bu konuda Kur’an’daki tekrarlar da devam edecekti. Bu bilgilerin, eski inançların bir aktarımı oldukları tartışmasızdır; ayrıca bunların akıl ve bilime aykırılıkları bir yana; kendi içlerinde de önemli çelişkileri vardır. Birkaçını sunalım:
1) Her şeyden önce Allah’ın kendi Kur’an’ında yaradılış hakkında; “şunu bilin ki ben göklerle dünyayı 6 günde yarattım. Bu altı günden 4’ünü dünyaya, 2’sini de göklere ayırdım” bilgisi için defalarca Cebrail’i göndermesi ve sürekli tekrara başvurması doğru olamaz. Bilgi yanlışlığı bir yana; tek bir cümle ile ifade edilebilen bir bilgi için, Kur’an’ı aynı mesajı veren yazılarla doldurmanın ne anlamı var ki! Gerçekten çağdaş dünyanın herhangi bir anayasasında bir konuda birkaç maddenin -harfiyyen- aynı olması görülmemiştir. Hele bir yasa -iddia edildiği gibi- eğer büyük yaratıcıya aitse, tekrarlar içinde olmamalı. Zaman zaman vurgu yaptığım gibi bu, Kur’an’ın cidden önemli bir eksikliğidir.
Bir de Kur’an’da -örneğin- Yasin suresi 82. ayette, “Allah bir şeye, ‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” deniliyor. O halde acaba Allah’a zor mu geliyordu ki kalkıp göklerle yeri 6 günde yarattı, neden bir anda değil de 6 günde? Kaldı ki, ha altı gün demiş, ha başka bir rakam kullanmış fark etmez. Çünkü bu kuru bir iddiadır, bunun ispatı, bilimsellikle ilgisi yok; ortada rastgele kullanılan bir ifade ve altı günlük bir zaman var o kadar.
2) Yaradılışla ilgili az önceki ayetlerin bir kısmında; “Allah’ın 6 günlük yaratma mesaisini sadece yerle göklere verdiği” ifadesi geçiyordu; bazılarında ise bu altı günde hem yerle gökleri, hem de onların arasındakileri -artık gök neresidir, nereye kadardır, onunla yer arasında kastedilen nedir bu da bilinmiyor- yarattığından bahsediyordu. Bu çelişkinin tatminkâr bir izahı yoktur.
Ayrıca Kur’an’a göre, yerle göklerden farklı olan “Arş” adında uzayda bir yer daha vardır. Mesela; “Zuhruf ’ suresi 82. ayette; “O (Allah), göklerle yerin ve Arş’ın Rabbi, onların (inanmayanların) yakıştırmalarından uzaktır” diyor. Yine “Mü’minun” suresinin 86-87. ayetlerinde, “De ki, 7 gökle Arş’ın Rabbi kimdir? Onlar, ‘Allah’tır’ diyecekler” diyor. İlginçtir ki, Allah hem soru soruyor, hem de insanlar adına yanıt veriyor. Aynı soru bugün tahsil görmüş insanlara sorulsa ve (elbette ki Kur’an’ın içine bakmaları şartıyla) aynı yanıt alınacak mı? Kur’an mantığından hareketle, acaba Allah kâinatı yaratırken dünya ile göklere altı gün ayırdığını neden net olarak belirtiyor da Arş için bir zaman belirlemesinde bulunmuyor?
Kur’an’da yaradılış günlerinin sayısı belli, yaratılan şeyler de belli; ama Arş’a ayrılan zaman belirsiz. Aslında Tevrat’ta şöyle bir açıklama da var: Tanrı 6 günde kâinatı yarattıktan sonra 7. günü (Cumartesi) istirahat etti. Tevrat’a göre 7. gün (Sebt günü) tanrının istirahat günüdür. (32) Dolayısıyla, Arş’la ilgili Kur’an’da geçen “sümme isteva al’el Arş’i” Arapça ifadesinin anlamı şu oluyor: Altı günlük yaratma işinden sonra “Allah Arş’a oturdu”. Zaten Araplar “İsteva al’el arşi” dedikleri zaman, “tahta oturdu, tahta yerleşti…” gibi anlamları kastediyorlar. Aslında Kur’an’da Arş’la ilgili kullanılan “istiva” terimi, İslami yazarları çok uğraştırmış, bu konuda epey zoraki yorumlara girmişler; ancak ben onların yararsız ve mesnetsiz yorumlarıyla kitabı doldurmak istemiyorum.
3) Şu ilginç bir tespittir ki; Tevrat ve Kur’an’ın Allah’ı, gökler dediği koskoca evreni yaratırken, onlara 2 gününü ayırdığını; Güneş’in uydusu olan ve kâinata oranla küçücük bir cisim durumunda olan dünyaya 4 gününü verdiğini söylüyor. Hatta bazı ayetlerde (örn. Fussilet suresi, 10. ayet) şu çelişki de var: İlkin dünyayı 2 günde yarattığını söylüyor, buna ek olarak 4 günde dünyadaki bereketleri, dağları ve rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor; ki toplam olarak 6 gün oluyor.
Ayeti yorumlayanlar burada şu yorumu getiriyorlar: Allah ilkin dünyayı iki günde yaratmış; düzenleme aşamasında kullanılan dört rakam içinde o ilk iki gün de vardır, o iki günle birlikte toplam olarak 4 gün oluyor deyip şöyle bir örnek de veriyorlar: Araplarda bir insan, “Ben dün bir kadınla evlendim, bugün de iki kadınla.” dediği zaman nasıl bazen bunun anlamı, dünkü kadın da dahil bugün aldığım yeni kadınla birlikte iki kadınla evlendim oluyorsa, tanrı da burada böyle bir anlam kastetmiştir, diyorlar.
Kabul edelim ki Tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış; yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin iki katı kadar zaman ayırması, ona biçilen büyüklükle ters orantılıdır. Kur’an Allah’ının kendisi de Kuran’ın bir yerinde gökleri yaratmanın zor olduğunu yazıyor. (33)
Peki nedir bu çelişkinin izahı? Aslında olay şudur: Hem Musa, hem de Muhammed döneminde teknolojik gelişmeler olmadığı için onlar gök cisimleri hakkında malumat sahibi değillerdi. Hatta diyebilirim ki, onların yaratma konusunda cesaret edip Tanrı’nın iki gününü göklere ayırmaları bile büyük bir başarıdır; o günkü koşullarda ancak bu kadar söylenebilirdi. Zira aşağılardan uzaya bakılınca gök cisimleri bir elektrik ampulü kadar görünmez.
4) Bakara suresi 29.ayetiyle Fussilet suresinin 9-12. ayetlerinde, kainat yaratılırken önce yer, daha sonra gök yaratılmıştır biçiminde bilgi verilirken; Naziat suresi 27-33. ayetlerinde ise tam da öncekilerle çelişen bir açıklama var. Burada önce gökleri, daha sonra yeri yarattığını söylüyor. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi içinde net çelişkileri mevcuttur. Bu gibi ayetler hakkında Kuran’ı açıklayanların (müfessirlerin) çoğu, çelişkileri bertaraf etmek için, şu yorumda bulunuyorlar: Allah, hammadde olarak önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı biçiminde yorum getiriyorlar. (34) Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır. Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri yarattığını görüyoruz.
Bir de İslamî yazarlara göre şu kıyas geçerli: Onlar, “Dünya bir binanın temeli, gökse çatısı gibidir. Hal böyle olunca, ilkin dünyanın yapılması gerekiyor” şeklinde hiç ilgisi olmayan bir mantık yürütüyorlar. Mesela, Fussilet suresi, 9-10. ayetleri ve diğer ilgili ayetlerin tefsirlerinde birçok müfessir benzer açıklamalarda bulunmuşlardır.
5) Bazıları şöyle bir kurtarma operasyonunda bulunabilirler: “Dünya cismen küçüktür ama ondaki hayat şartları, çeşitli canlılar vb. onun büyüklüğünü gösterir; ama böyle bir özellik göklerde yoktur. Bu nedenle eğer Tanrı dünyaya 4 gün vermişse fazla abartmamak gerekir…” şeklinde bir yorum. Bir kere dünya göklere nispeten ne kadar büyük de olsa tanrının ona fazla zaman ayırması gerekmiyor. Zira Kuran’ın, tanımını yaptığı Tanrı için bir şeyin büyüklüğü önemli değil. O halde neden dört gün? Bir de göklerde neler var, neler yok henüz kimse bilmiyor. O bakımdan, hemen peşin hükümle, “dünyanın yaradılışı uzaydan daha zordur…” demek doğru değildir.
Kur’an’da geçen (Enbiya, 30. ayet) dünya ile yerin başlangıçta bir parça olup sonra birbirlerinden ayrıldıkları, her canlının sudan yaratıldığı ve yine Allah’ın her yeri kuşattığı (Nisa suresi,126; Fussilet, 54) inancı, ispatsız bir iddia olmakla birlikte bir kere Muhammed’in ortaya attığı yeni bir şey değildir. Thales (İÖ. 640-548) bu konuda, “Her canlı sudan yaratılmıştır ve Allah her yeri kuşatmıştır” diyor. Tabi ki bu iddia Thales’in de icadı değildir. O da Sümer ve Mısır’da eğitim gördüğü için oralardan aktarmıştır. Kaldı ki Kuran’da geçen “Her canlının sudan yaratılma” cümlesinden neyin amaçlandığı da net değildir/açıklanmamıştır. Acaba iki cinsin birleşmesinden(sperm ve ovumdan) meydana gelen canlıları mı kasetmiş? Ki bu, görünen bir şey olduğu için herkes tarafından söylenebilir; bunun mucize ile alakası yok; veya başka bir şey mi kasketmiş buna herhangi açıklık yoktur. Dolayısıyla bunu fazla abartmanın bir anlamı yok.
Az önceki ayetlerin içerdiği anlam, (yani Allah’ın her yerde var olması, her yeri kuşatması gibi ayetler) ayni zamanda İslam felsefesinin de önemli bir ilkesidir. O zaman ister istemez tanrı hakkında çok yakışıksız sorular akla gelir: “bilindiği gibi dünyada çok kötü yerler de var. Peki Allah o kötü yerlerde de var mı, yok mu? Var denilse Allah’a yakışmaz; yok denilse o zaman söylenebilir ki, kâinatta tanrısız bölgeler, yerler var” gibi sorular.
Yaradılış ve ahretle ilgili kısmen Sümer mitolojisinden, kısmen Tevrat’tan ve biraz da Zerdüşt’ten sunulan bu bilgilerle, Muhammed’in konuya ilişkin kendi Kur’an’ında öne sürdüğü fikirlere köken oluşturduğunu izah etmeğe çalıştım. Verilen bilgilerden istenilen mesajın daha rahat anlaşılabilmesi için, toparlayıcı bir özet sunuyorum.
1) Sümer inançlarında sözü edilen cehennemde yedi (7) kapının olduğu yazılı. Bu, özellikle “Inanna’nın Ölüler Diyarına inişi” adli şiir biçiminde yazılmış tablette işlenmiştir (35) Kuran’da anlatılan Cehennem’in de yedi kapısının olduğu açıkça ifade edilmektedir: “Azgınların varacağı yer cehennemdir. Onun yedi kapısı vardır. Her kapıya o azgınlardan bir kısmi dağıtılmıştır” diyor (36) Burada dikkatimi çeken önemli bir nokta var: Sümer inançlarında varlığına inanılan cehennemin kapları 7 (yedi) dir diye net bir bilgi var; ancak onlara göre cennetinki kaç tanedir buna tabletlerde rastlanamadı.
Burada şunu belirtmek isterim ki, Kuran’da da cehennemin yedi kapısı olduğu yazılı; fakat cennetinki yazılı değil (ancak hadislerde 8 kapısı var diye gediyor). Anlaşılan, eski mitolojilerde cennetin kapıları hakkında bilgi olmadığı için Muhammed bu noktada cesaret edip de kendi Kuran’ında bir açıklama yapamamıştır. Yoksa niye cehenneminkini belirtiyor da cennetinkini hadislerle geçiştiriyor. Bu, önemli bir saptamadır.
İlginçtir ki, Kuran’da anlatılan cehennemle Kuran tanrısı arasında dostane bir diyalog söz konusu: Allah, kıyamet günü cehenneme seslenerek, “Acaba doldun mu?” diyecek; cehennem ise, “Var mı daha” sorusuyla karşılık verecek (37) Kuran’da Allah’la cehennem arasındaki bu olumlu ilişki hadislere de konu olmuştur. Sahih hadislerde Allah’la cehennem arasında şu diyalog gediyor: Anlatıldığına göre bir çeşidi soğuk, bir çeşidi de sıcak olan Cehennem, bir gün Allah’a, “İçim yanıyor müsaade et de bir nefes alayım ki içim rahat etsin” demiş. Allah da buna karşılık, “Senede iki sefer nefes al” diyerek kendisine izin vermiş. Muhammed sözlerini şöyle sürdürüyor: İşte kışın gördüğünüz aşırı soğuk, soğuk olan cehennemin/zemherinin almış olduğu nefestir; yazın gördüğünüz aşırı sıcaklık da sıcak cehennemin nefesidir” diyor (38)
Muhammed, güneşin altı ay kuzey yarım küreye, altı ay da güney yarım küreye gireceğini nerden bilsin ki! Cehennem rahat etsin, içini biraz boşaltsın diye Allah senede biri soğuk, diğeri sıcak olmak üzere kendisine iki sefer nefes alma izni veriyor! Halbuki yalnız bir yıl için iki sefer yaz, iki sefer de kış oluyor (Güney ve Kuzeyde olmak üzere) Ne yazık ki verdiği bilgi yanlış; ancak onun gayesi bu işin ölümden sonra gerçekleşip gerçekleşmemesi değil; toplumu -eskiden beri var olan- Cehennemle korkutup istediklerini rahatça onlara kabul ettirmekti denilebilir. İleride, “Muhammed tanrıya inanır mıydı yoksa” başlığını da gözden geçirince daha net anlaşılır ki Muhammed, Cehenneme inandığı için değil; amacına ulaşmak için insanlara karşı bunu bir taktik olarak kullanmıştır.
2) Sümerler, cehennemde cezayı uygulayacak görevlilerin bulunduğuna, bunların başında da Ereşkigal adında cehennem tanrıçasının olduğuna, bu görevlilerin çok katı ve sert olduklarına inanırlardı. (Örneğin, NETI ve NERGAL gibi) Daha önce sözünü ettiğimiz Cennet ve Cehennem’le ilgili tabletlerde bunlar anlatılıyor.
Bu sert görevlilerin varlığını Kuran da kabul ediyor: “Cehennemin bir çeşidi olan Sekar’da ondokuz görevli melek vardır. Biz o ateşin başında melekler görevlendirdik…” (39); “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi o ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlarla taşlardır. Onun başında öyle melekler vardır ki iri mi iri, çetin mi çetin. Allah onlara ne talimat vermişse karşı koyamazlar ve eksiksiz olarak yerine getirirler.” (40)
3) İslam’a göre ahrette kılıçtan keskin bir köprü olacağı, herkesin onun üstünden geçeceği, Kuran’a göre hareket edenler için geniş bir caddeye dönüşeceği, günahkârlarsa üstünden geçerken düşüp cehenneme yuvarlanacakları inancı vardır. Ahiret efsanesi hakkında Tevrat’ta malumat olmadığı için Muhammed’in bu konuda Zerdüşt inancını tercih ettiği rahatlıkla söylenebilir. Zerdüşt’ün köprü hakkındaki görüşüne daha önce kısaca değinilmişti. Yine Kuran’a göre Adem’le Havva cennetten kovulunca üzerlerindeki elbise alınır. İslam inancına göre insanlar kıyamet günü dirilince hepsi yalın ayak ve çıplaklar. Sümer mitolojisinde de aşk tanrıçası, yeraltı dünyasına/cehenneme gittiğinde, elbisesi dahil üzerindeki tüm eşyası oradaki görevliler tarafından alınmış inancı vardı. (41)
4) Sümer mitolojisine göre Enki, Dilmun denilen cennetteki bitkilerden yiyince hastalanır. Onun ağrıyan yerlerinden biri de kaburga kemikleridir. Enki’nin bu bitkilerden yemesi -her nedense- tanrıça Ninhursag’ın hoşuna gitmediği için onu lanetler; ama daha sonra yine kendisini affeder. Burada dikkat edilmesi gereken bir başka nokta, Adem’le Havva efsanesi gibi Sümer inançlarında var olan bu olayın eril Enki ile dişil Ninhursag arasında meydana gelmiş olması.
Yine tabletlerdeki bilgilerden hareketle onların Dilmun denilen cennetlerinde ilk etapta suyun bulunmamış olması; daha sonra Güneş tanrısı Utu/şamas tarafından var edilmesi ve bunun sonucu olarak da her tarafın bağ-bahçe, yeşillik olması gibi ortak bilgiler söz konusu. Ayrıca bu cennette bal ile hurma ağacının bulunması, Enki ve Ninhursag arasında yaşanan bu olaydan dolayı artık kadın doğumlarının o tarihten bu yana sancılı geçeceği gibi hem Tevrat, hem de İslam’da var olan bilgilerin kökenine gönderme yapacak açık kanıtlardır. Çünkü Kuran da Cennette hem hurma, hem de bal ırmağı bulunduğunu yazıyor. (42)
Ayrıca Kuran’ın nerdeyse her sayfasında “Altlarından ırmaklar akan cennetler” ifadesi kullanılırken bir yerde bu ırmaklardan dördünün ismi belirtiliyor: “Bozulmayan su ırmağı, tadı değişmeyen süt ırmağı, içenlere lezzet veren şarap ırmağı ve safi süzme bal ırmağı” diye anlatılıyor ve cümlenin sonunda, “O cennetlerde her meyveden bulunur” deniliyor (43) Bundan kesin olarak şu ortaya çıkıyor ki, Kuran’da Cennetle ilgili defalarca tekrar edilen “Altlarından ırmaklar akan” gibi inançlar köken itibariyle Babil Asma Bahçeleri’ne dayanır. (*)
5) Dilmun’da hastalanan Enki’nin ağrıyan yerlerinden birinin kaburga kemikleri olduğu daha önce yazıldı; buna benzer bir olay hem Tevrat’ta, hem de Kur’an’da Muhammed’in hadislerinde vardır. Kur’an’da kaburga kelimesi geçmiyor; ancak kadının erkekten yaratıldığı biçimindeki mutlak ifade birkaç yerde kullanılıyor (44) Muhammed’se bu konuyu kendi hadislerinde Tevrat’la tam paralel bir biçimde açıklıyor ve “Kadının, erkeğin eğe kemiğinden yaratıldığını” net bir ifadeyle belirtiyor (45)
Hele Dicle ile Fırat ırmakları gerek Sümerlerin kanunlarında, gerekse Tevrat’la İslamî kaynaklarda sık sık kullanıla gelen iki önemli nehir. Sümerlerin en eski kanun yapımcılarından Ur-Nammu kendi kanununun önsözünde Dicle ile Fırat’tan övgüyle söz etmiştir (46) Yine Esnunna’nın kendi önsözünde okunan kısımda Dicle ırmağından söz ettiğini görüyoruz. Kim bilir belki tabletin okunmayan yerlerinde Fırat’ın ismi de yazılmış.
Muhammed bu konuda, “Bana Mirac gecesinde dört ırmak gösterildi. Bunların ikisi Dicle ile Fırat ırmaklarıydı.” diyor (47) Tevrat’ta ise Havva’nın, Adem’in kaburga kemiklerinden yaratıldığı açık bir ifadeyle yazılıdır (48) Ayrıca Tevrat’a göre Adem ile Havva’nın içine atıldıkları Cennette başlangıçta su olmadığı için tanrı dört kolu olan bir ırmak yaratır; kolları Pişon, Gihon, Dicle ve Fırat’tır (49) denir.
Olayın masal yani bir tarafa; bir de tanrı acaba neden Sümerlerde önemli olan Dicle ile Fırat’ı hep işliyor; hatta Muhammed’i göklere götürürken bile oralarda kendisine Dicle ile Fırat nehirlerini gösteriyor? Halbuki dünyanın en büyük nehri ABD’deki Missisippi’dir; acaba tanrı niye buna da değinmemiş kendi kutsal kitaplarında!
6) Gerek İslam’da ve gerekse Tevrat’la Sümer mitolojisinde ortak olarak kullanılan 7 (yedi) rakamı dikkat çekicidir. Sümerlerde 7 kapı, 7 tanrısal yasa, 7 dağ aşmak, 7 cehennem kapısı, 7 ağaç… gibi terimler sıkça kullanılıyordu (50) Muhammed, Kur’an ve hadislerinde Sümerlerden kalma bu yedi rakam hikayesini aşırı derecede işlemiştir. Buna birkaç örnek vereyim:
*Cehennemin 7 kapısı olduğunu Kur’an açıkça ifade ediyor (51)
*Kur’an, dünyadaki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa ve 7 deniz daha da olsa yine Allah’ın kelimeleri bitmez diyor (52) Neden 7 deniz denmiş; acaba İslam inancına göre daha fazla bir rakam olsa Allah’ın kelimeleri biter mi!
*Kur’an, birçok yerde göklerin, bir yerde de yerin yedi kat olduğunu yazıyor (53)
*Sadaka konusunda verdiği örnek yine 7 sayısı ve onun katlarıyla ilgilidir. şöyle ki, Allah katında mallarını harcayanların durumları 7 başak veren bir tohum gibidir. Her başakta 100′er tane bulunan ve toplam 7 yüz eden bir tohum benzetmesi yapılıyor (54)
*İslam’ın temel şartlarından biri olan hac ibadetinde Ka’be etrafında yapılması gerek tavafın/tur atmanın, yine Safa tepesiyle Merve arasında yapılması gereken Sa’y’in/koşmanın ve Mina denilen yerde bulunan her üç taş heykeline atılan taşların (ilginçtir ki taşa taş atılıyor ve bununla cennet kazanılıyor) 7′şer olması, bu inancın batıl bir mitolojiden geldiğini sanki çağrıştırmaz mı!
*Kur’an’da efsaneleri anlatılan Ashab-i Kehf sayılarından söz edilirken, yine 7 rakamı kullanılmıştır (55)
*Muhammed’in, “Çocuk 7 günlük iken sünnet edin” demesi ve torunları Hasan ile Hüseyin’i 7 günlük iken sünnet etmesi ve ayni fikrin Tevrat’ta da yazılmış olması (56)
*Yine tanrının kainatı 6 günde yaratıp 7. günde istirahat etmesi (Tevrat’a göre), Kur’an’a göre de arşa yönelmesi (ki toplam olarak yine 7 gün oluyor) Sümerlerdeki 7 gün adetiyle aynı olması.
*Muhammed’in, “Çocuklarınız 7 yaşına gelirken namaza alıştırın” deyip burada da yine yedi rakamını seçmesi.
*Yeni doğan çocuklar için kesilen Akika olsun, diğer kurbanlarda olsun bir sığır veya devenin 7 kişi için yeterli görülmesi.
*İslam’ın, haftanın günlerini 7 olarak kabul etmesi.
*Kur’an’da Yusuf suresinde Hz. Yusuf dönemindeki melikin (hükümdarın) rüyasında yedi cılız inekle yedi semiz inek ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak görmesi ve Yusuf’un bunu tabir ederken yedi bol yıl ile yedi kıtlık yılını kullanması ve burada da yedi rakamının kullanılması (Yusuf suresi, 43-49. ayetler) gibi. İslam’la Sümer inançlarında Yedi (7) rakamıyla ilgili benzer örnekler çoğaltılabilir. Bu kadar benzerliklerden soru işaretlerinin oluşmaması mümkün değil!
7) Hem Sümer mitolojisinde, hem de Kur’an’da insanın yaradılış amacının tanrıya/tanrılara hizmet etmek olduğu ortak olarak işlenmiştir. Kur’an’da Allah’ı tanıma, ona kulluk etme şeklinde, Sümerlerde ise daha farklı çimde buna inanılmıştır. Ama ne olursa olsun sonuçta işin içinde tanrı hizmeti söz konusudur ve bu inanç da her ikisinde ortaktır (57)
8) Kur’an’da defalarca işlenen (58) insanın çamurdan yaratılış efsanesi, hem kutsal dinlerde, hem de Sümerlerde var olan ortak bir inançtır.
9) Kur’an’da anlatılan cennette, içkiden- hem de az değil; ırmak biçiminde- söz ediliyor (Muhammed suresi 15. ayet) içki olayı Sümerlerin, “Inanna’nin Yeraltı Dünyasına İnişi” adli efsanelerinde -farklı biçimde de olsa- anlatılmıştır (59)
10) Tevrat’ta Adem’le Havva’nın içine bırakıldıkları cennetin/ bahçenin ismi Adn olarak gediyor. Hatta Tevrat’ta bu yerin dünyada doğu tarafında bir bölgede olduğu da yazılı. O zaman Sümer inançlarıyla tamamıyla çakışıyor. Kur’an’da ise Adn/Aden ismi 11 yerde yazılmıştır (60)
11) Kur’an’a göre -erkekler de dahil- cennette altın bilezikler ve inciler takılacakmış, bir de o cennetlerde ipek elbise olacakmış (61) Benzer inançlar Sümer mitolojisinde de var. Tanrıça Inanna, Çoban tanrısı Dumuzi’yi kurtarmak için yeraltı dünyasına gidince, lacivert taşlardan (incilerden) hem göğsüne, hem de boynuna “çifter çifter” asıyor. Ayrıca altın yüzükle gerdanlık ve temiz elbise giyiyor. Bir de gözlerine sürme gibi şeyler sürüyor(62)
12) Tevrat’ta Allah hayvanları ilk yarattığı zaman Adem’e, “Onlara sen isim tak” derken, tüm canlıların isimlerini Adem takmış. Aynı olay Kur’an’da da anlatılmaktadır. (63)
13) Adem’le Havva cennetten/bahçeden uzaklaştırılınca, Allah’ın emriyle üzerlerindeki elbise (ceza olarak) alınır, çıplak kalırlar. Sümerlerde de aşk tanrıçası Inanna, Çoban tanrı Dumuzi’yi kurtarmasi için yeraltı dünyasına gidince, üzerindeki elbiseleri alınır. Şu benzerlik de önemli ki, bu olay nasıl Sümerlerde koca karı olan Enki ile Ninhursag arasında yaşanmışsa, Kur’an’a göre de kari koca olan Adem’le Havva arasında yaşanmıştır (64)
14) Yine Kutsal kitaplardaki cennetle Sümerlerin cenneti Dilmun’un ortak yanlarından biri, meydana gelen hoşnutsuzluğun son olarak tatlıya bağlanmış olması. Nasıl Havva ile Adem en son affedilmişlerse, hastalanan Enki de tanrıça Ninhursag tarafindan son olarak bağışlanmıştır.
15) Tevrat ve Kur’an’a göre tanrı, Adem’le Havva’yı, hayat ağacına yanaşmamaları konusunda uyarır; fakat onlar bu yasağı çiğneyip ağaçtan yeyince, hoşnutsuzluk meydana gelir (65) Dilmun’da da Enki’nin bitkilerden yemesi, Tanrıça Ninhursag’la arasını açar. Tabletlerde net olarak, “O bitkiler Enki’ye yasaklanmıştı” anlamında bir ifadeye rastlanamadı; ancak olayın seyrinden böyle bir yasak da anlaşılıyor; yoksa tanrıça Ninhursag neden Enki’ye kızsın ki!
16) Tevrat ve Kur’an’da anlatılan Adem’le Havva’nın çocukları Habil ile Kabil’in efsanesine benzer efsanenin Sümer mitolojisinde anlatıldıkları daha önce yazıldı. Orada konuya ilişkin şunlar anlatıldı: Hava tanrısı Enlil, Enten ve Emeş adlarında iki kardeş tanrı yaratır. Bunlardan Enten hayvancılıktan, Emeş de ziraî ürünlerden sorumlu tutulur. Bir gün bunların arası açılır ve birbirleriyle kavga ederler. Durum tanrı Enlil’e iletilince, kendisi hayvancılıktan sorumlu Enten’e hak verir (66) Bu efsane Kur’an ve Tevrat’ta da işlenmiştir; ancak Sümerlere göre Emeş’le Enten en son anlaşırlar, Tevrat ve Kur’an’a göre Kabil/Kain Habil’i öldürür. Tabi ki bir efsanenin zaman içinde bu kadar değişikliklere uğraması gayet normaldir (67)
Yine daha önce kendilerinden söz ettiğimiz Lahar ve Aşnan kardeşlerin efsanesi de aynen Habil-Kabil’inkine benzer. Şiir biçiminde yazılan tabletlerin bir kısmi henüz okunmamakla birlikte, okunan kısımda aralarının açıldığı, birbirleriyle kavga ettikleri ve sonuçta tanrı Enlil ile tanrı Enki’nin araya girmeleri yazılı. Ancak tabletlerden okunan kısımda bu iki tanrının verdikleri karar hakkında bir bilgi yok. Kim bilir belki okunmayan bölümlerde bu karar da yazılmış (68)
Habil-Kabil efsanesi Kur’an’da özetle şöyle geçiyor: Adem’in iki oğlu (ki hadislerde Habil ve Kabil olarak geçiyorlar) birer kurban takdim ediyorlar/Allah’a sunuyorlar. Tanrı birininkini (Habil’inki) kabul eder, diğerinkini (Kabil’in) ise kabul etmez. Bu nedenle Kabil, Habil’i öldürür. Daha sonra cenazesini gömmek için tanrı tarafından bir karga gelip toprak deşer ve onun cenazesini gömer. Katil olan kardeş (Kabil) bunu görünce pişmanlık duyar (69)
Burada efsanenin Sümer mitolojisiyle ortak olan açık tarafı, Lahar-Aşnan ve Emeş-Enten gibi bunların kardeş olmaları, birinin hayvancılıktan, diğerinin tarımdan sorumlu olması, her ikisinin de kendi ürünlerinden tanrıya sunmaları ve sonuçta tanrının birine hak vermesidir.
Bu başlığı şu kısa ifadeyle bitirmek istiyorum: Kur’an’da sadece böylesine bir efsanede bu kadar bilgilerin Sümer mitolojisiyle-eski inançlarla çakışıklığı var iken, kalkıp onu olağanüstü bir kitap olarak ilan etmek, izah edilebile mi! Veya şöyle diyelim: Bu çağda acaba insanlığın ne gibi yararı olabilir ki hâlâ toplum bu efsanelere inansın!
Dipnot:
1) S.N. Kramer, Sümer Mitolojisi, s.103 ve 197.
2) Sümerlerden kalma Habil’le Kabil’in olayına benzer bir miti anlatan tablet, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde vardır: Ni. 4572; Kramer, age. s.137, 178, 181 197; Tarih Sümer’de Başlar, 19. bölüm. Kramer’in anılan iki eserinde ilgili tab¬letlerin çevirileri vardır.
3) Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, bölüm 22. ile Sümer Mitolojisi, s.107-110.
4) Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, bölüm 26; Sümer Mitolojisi, s. 153.
5) Sümerlerdeki tanrı isimleri konusunda bkz; Âke Sjöberg, Sumerians Temp¬le Hymns, s.72-73 (1969).
6) Kramer, The Sumerians, s. 150-151.
7) Bkz; Sümer Mitolojisi, s.107-110, 130, 153; Tarih Sümer’de Başlar, bölüm 22, 26.
8) Bu tabletin önemli bir çevirisi için bkz.; Tarih Sümer’de Başlar, 22. bölüm s. 176 vd. ile Sümer Mitolojisi, s. 107-110.
9) Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, bölüm 13. s.102-103.
10) Tevrat, Hezekiel, 8/14.
11) Bu konuda bkz.; Kramer, Sümer Mitolojisi, s. 153 vd. Tarih Sümer’de Başlar, 26. bölüm.
12) Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, bölüm 26.
13) Tevrat, Tekvin, 1/26-27; 2/7, 9/6; Çıkış bölümü 20/11. Tevrat’ta şöyle bir bilgi de var: “Allah/Yehova insanı kendi suretinde yarattı ve her şeye hâkim kıldı.”
14) Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye.
15) Tevrat, Çıkış, 20; Tesniye, 5. bablar.
16) Tevrat, İşaya, 26/19.
17) Tevrat, Daniel bölümü, 12/2-3.
18) Benzer görüşler için bkz. Robert Cooper, Thirteen Lecturs on Bible, s. 107; Max I. Dimont Jews, God and History, Newyork, 1962, s.69-72’de geniş bilgiler vardır.
19) Kramer, Mythologies of Ancient World, s.358-360. American 1961.
20) Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü adlı yapıtının “İran Felsefesi” baş¬lığı altında s.190’da bu konuda önemli bilgiler vardır. İslami yazarlar da, Kur’an’ın Zerdüşt felsefesine dayandığına ilişkin tartışmaları Kur’an’ın Nahl sure¬sinin 103. ayetinde dile getirmişlerdir.
21) Bakara suresi, 29. ayet.
22) Fussilet suresi, 9-12. ayetler.
23) Naziat, 27-33. ayetler.
24) A’raf suresi, 54. ayet.
25) Yunus suresi, 3. ayet.
26) Hud suresi, 7. ayet.
27) Furkan suresi, 59. ayet.
28) Secde suresi, 4. ayet.
29) Kaf suresi, 38. ayet.
30) Hadid suresi, 4. ayet.
31) Dr. Osman Keskioğlu, Kur’an’ı Kerim Bilgileri, Diyanet İşleri Başkanlı¬ğı yay. s. 120-127.
32) Tevrat, Çıkış bölümü 20/11.
33) Naziat suresi, 27.ayet
34) Fahrettin Er-Razi, “Tefsiri Kebir” Bakara suresi 29. ayet. İbni Kesir, Fussilet suresi, 9-12 ve Naziat suresi 27-33. ayetlerin tefsirleri ve bu ayetlerle ilgili diğer tefsirler
35) S. N. Kramer, Sümer Mitolojisi, s. 165 ile Tarih Sümer’de Başlar, s. 218)
36) Kur’an’dan, Hicr suresi,44.ayet.
37) Kur’an’dan Kaf suresi,30.ayet, Buhari, Kaf suresi tefsiri; Müslim, Cenaiz, no: 2848; İbrahim Canan Kütüb-i Sitte, 14/444,no:5126
38) Tecrid-i Sarih, Diyanet tercemesi, hadis no: 321; Buhari-Müslim hadisleri “El-Lü’lüü ve’l Mercan, no: 359; İbrahim Canan, age. 14/439, no: 5120.Buhari, Müslim ve Tirmizi’den naklen.
39) Muddesir suresi, 30-31. ayetler
40) Tahrim suresi, 6. ayet
41) Kur’an’dan Araf suresi, 22, Taha suresi, 121; Tevrat’tan, Tekvin 3/7…; Tarih Sümer’de Başlar, 22. bölüm, s. 17; bölüm 26,s. 218 A.Küçük, G Tümler, Dinler Tarihi,s.109
42) Tarih Sümer’de Başlar, s.167- 181; Sümer Mitolojisi, s. 110; Kur’an’dan Rahman suresi, 68; Muhammed suresi 15. ayet…
43) Muhammed suresi 15.ayet
(*) Okuyuculara, cennet efsanesi hakkında bir de ”Palamut Kalesi” adlı kitabi okumalarını tavsiye ederim.
44) Bu konuda Muhammed ve Kurmaylarının Hanımları adli yapıtımda s. 20 vd yeterince açıklama ve kaynak vardır.
45) Tecrid-i Sarih Diyanet tercemesi, hadis no: 1816
46) Prolog, md. 150-151
47) Tecrid-i Sarih Diyanet Tercemesi, no: 1551 ve Müslim’le Buhari’nin ortak olarak aldıkları hadislerden biri. El’Lülüü ve’l Mercan, iman no: 103; Müslim İmanno: 164; Buharî Eşribe bölümü. Bu konuda Kur’an’ın Kökeni adli yapıtımda s. 36 ve devamında geniş bilgi verilmiştir. İ. Canan, K. Sitte, no: 5109-14/430
48) Tekvin, 2/21-22
49) Tevrat, Tekvin 3/16
50) Muazzez İlmiye Çiğ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki kökeni, s. 24; S.N.Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, bölüm 26, s.200; Sümer mitolojisi, s. 153
51) Hicr suresi, 44. ayet
52) Lokman suresi, 27.ayet
53) Talak suresi 12.ayette yerkürenin de 7 kat olduğunu yazıyor. Bakara, 27, İsra 44, Müminun 17,86, Fussilet 12, Talak 12, Mülk 3, Nebe 12
54) Bakara suresi, 261. ayet
55) Kehf suresi,22. ayet
56) Tevrat, Levililer, 12/3, İbni Hacer, Feth’ul Bari, 10/289
57) Kur’an’dan Zariyat suresi 56.ayet; Sümerlerde ise S.N.Kramer’in Sümer mitolojisi s. 132 ve Tarih Sümer’de başlar 14. bölüm
58) Ali Imran, 59, Maide 110, En’am 2, A’raf 12, İsra 61, Hicr 26, 28, 33; Rum 20, Fatır 11, Secde 7, Saffat 11, Sad 71, 76, Rahman 14; Tevrat Tekvin bölümü 2/7; Tarih Sümer’de Başlar, bölüm 14; Sümer Mitolojisi, s.103 Kazmanın yaradılışıyla ilgili tabletin tercemesi ve 132
59) S.N.Kramer, Tarih Sümer’de başlar, 26. bölüm, s. 219
60) Tevbe suresi 72, Rad 23, Nahl 31, Kehf 31, Meryem 61, Taha 76, Fatır 33, Sad 50, Gafır 8, Saff 12 ve Beyyine 8. Ayrıca Tevrat Tekvin bölümü 2/8
61) Kehf 31, Hac 23, Fatır 33, İnsan 21
62) Tarih Sümer’de Başlar, 26. bölüm, s. 220
63) Tevrat, Tekvin 2/19; Kur’an, Bakara suresi, 31-33. ayetler
64) Tevrat Tekvin 3/7; Kur’an Araf suresi 22, Taha suresi 121. S.N.Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, 26. bölüm; Sümer Mitolojisi, s.106
65) Tevrat, Tekvin 3/6; Kur’an, Bakara suresi 35, Araf suresi 19-22 ve Taha suresi 120
66) S. N. Kramer, Sümer mitolojisi, s. 98-100, 197; Tarih Sümer’de Başlar,19. bölüm
67) Tevrat, Tekvin 4/1-8
68) S. N. Kramer, Sümer Mitolojisi, s. 104,137
69) Maide suresi, 27-31. ayetler; Tevrat Tekvin kitabi 4.bab
Arif Tekin, Sümerler’den İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, s. 49-80

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.