FOTOĞRAFLARLA ANIT AĞAÇLAR:
Ülkemizin anıt ağaçları nelerdir ve bunların tarihsel öyküleri (hikayeleri) hakkında bilgi.
Türkiye de yer alan anıt ağaçların isimleri ve bulunduğu şehirler? Bazı ağaçlar var ki adeta yüzyıllara çağlara asırlara meydan okuyup dimdik ayakta durmayı başarıyor. Bu anıt ağaçların öyle hikayeleri var ki mutlaka herkesin öğrenmesi gerekir, özellikle de bu topraklarda yaşayan vatandaşlarımızın bunu bilmek görevidir. Anıt ağaçlarımızın öyküleri bizim kültürel zenginliğimizin önemli bir parçasını oluşturur.
Ülkemizde nerelerde anıt ağaçlar vardır kısa bilgi veriniz.
Anıt ağaçlar, Türkiye’deki anıt ağaçlar, Türkiye’deki en yaşlı ağaçlar hangileri? Türkiye’nin en yaşlı ağacın kaç yaşında olduğunu biliyor musunuz? Türkiye’deki anıt ağaçlar hakkında bilgi vereceğiz.
Sıcak, soğuk, yağmur, kar, fırtına… Her şeye rağmen yüzlerce, hatta binlerce yıl yaşayan anıt ağaçlar. Bu ağaçların altında onlarca kuşak yaşadı. Bu ağaçlar pek çok hikayeye konu oldu. Oysa bizler bu ağaçların hikayelerini, yaşlarını hiç bilmiyoruz. En önemli görevimiz ise bu ağaçları korumak ve diğer kuşaklara aktarmak. Ancak bunu da yeterince yerine getirdiğimiz söylenemez. Yazımızda sizlere Türkiye’nin en yaşlı anıt ağaçlarını sizlere anlatacağız.
Uşaklı Çam: Bolu-Abant’a bağlı Güvem Köyü’nde bulunmaktadır. Bu ağacın kaç yaşında olduğu tahmin edilemiyor. Ancak çok ilginç bir hikayesinin olduğu kuşaktan kuşağa anlatılıyor. Yıllar önce köyde odun sıkıntısı baş göstermiş ve bir köylü ağacı kesmek istemiş. Baltayı ağaca vurur vurmaz balta geri fırlamış, baltanın isabet ettiği yerden kan akmış. Ağacı kesmek isteyen köylü de bir hafta sonra ölmüş. Bu yüzden ağacın en kuru dalının bile yere düşmesi oradaki köylüler tarafından uğursuzluk olarak kabul edilir. Bu ağacı kesmeye kimse cesaret edemez.
Koğuk Çınar: Bursa’dadır. 18 metre genişliğindedir. iki at arabası içine rahatça sığabilmektedir. Bu özelliğiyle birlikte Türkiye’nin en büyük ağacıdır.
Diğer anıt çınarlarımız ise şunlardır: Eskici Baba Çınarı, Kavaklı Camisi Çınarı, Kepez Saçlı Meşe Ağacı(Eskişehir’in İnönü İlçesi’ne bağlı Kepez Köyü’nde), Gedelma Çınarı (Antalya’nın Kemer İlçesi’ne bağlı Kuzdere Köyü’nde), Dede Menengici (İzmir-Menemen Çaltı Köyü), Onat Çınarı (Antakya Dursunlu Köyü’nde), Keramet Dutu (Seyitgazi İlçesi) ve daha niceleri…
Türkiye’de bulunan anıt ağaçlar
Ülkemizde fırtınalara, soğuğa, sıcağa aldırmadan yüzyıllardır ayakta kalan pek çok anıt ağaç bulunmaktadır. Bu ağaçların hikayeleri de nesilden nesile aktarılıyor. Çoğumuz bu ağaçların varlığından ve hikayelerinden habersiz yaşıyoruz. Aslında hepsi bize emanet edilen bu muhteşem canlıları gelecek nesillere miras bırakmak hepimizin görevi ama bu görevi ne kadar iyi yapıyoruz bu tartışılır. Çoğumuzun ülkemizde bulunan anıt ağaçlardan haberi bile yoktur. Bu yazımızda bunlardan bazılarını tanıtmaya çalışalım.
Uşaklı çam; Bolu nun Abant ilçesine bağlı Güvem köyünde bulunan bu ağacın ilginç birde hikayesi vardır. Geçmiş yıllarda odunsuz kalan bir köylü ağacın kuru dallarından kesmek istemiş. baltayı vurduğunda balta geri fırlamış ve vurduğu daldan kan akmaya başlamıştır. Ayrıca o kişi 7 gün içinde ölmüştür. Günümüzde bile yere düşen kuru dalların bile uğursuzluk getireceğine inanıldığı için kimse dalları toplamaya cesaret edemez.
Koğuk Çınar; Bursa da bulunan bu ağaç o kadar büyüktür ki içerisine 2 atlı fayton sığacak büyüklüktedir. Günümüze ulaşamayan 18,2 metre gövde genişliği ile Türkiye’nin en büyük ağacıydı
Eskici Baba Çınarı, Kavaklı camisi çınarı, Eskişehir-İnönü ilçesi Kepez köyündeki Kepez Saçlı Meşe ağacı (475),Antalya-Kemer ilçesi Kuzdere köyündeki Gedelma Çınarı, İzmir’in Menemen ilçesi Çaltı köyündeki Dede Menengici (800).Antakya Dursunlu köyündeki Onat Çınarı (280) Seyitgazi ilçesi Arslanbeyli köyündeki Keramet Dutu (700) daha nicelerini sayabileceğimiz anıt ağaçlarımız bulunmaktadır. Bu ağaçların değerini bilip sahip çıkalım.
Eskici Baba Çınarı, Kavaklı camisi çınarı, Eskişehir-İnönü ilçesi Kepez köyündeki Kepez Saçlı Meşe ağacı (475),Antalya-Kemer ilçesi Kuzdere köyündeki Gedelma Çınarı, İzmir’in Menemen ilçesi Çaltı köyündeki Dede Menengici (800).Antakya Dursunlu köyündeki Onat Çınarı (280) Seyitgazi ilçesi Arslanbeyli köyündeki Keramet Dutu (700) daha nicelerini sayabileceğimiz anıt ağaçlarımız bulunmaktadır. Bu ağaçların değerini bilip sahip çıkalım.
Türkiyede Bulunan Anıt Ağaçlar Nelerdir
Yurdumuzda anıt ağaçlara rastlamak mümkündür. Bu tip ağaçlar hava şartlarına, doğa olaylarına ve aradan geçen yıllara rağmen hayatlarını sürdürmektedir. Hatta bulunduğu yörelerde ağaçlara dair hikayeler dahi anlatılmaktadır. Türkiye’de yaşamamıza rağmen bu ağaçları bilmeyenimiz çoktur. Aslında bu ağaçlar özel korumaya tabii olmalı ve daha nesillerce aktarımı devam ettirilmelidir. İşte o anıt ağaçlardan bazıları şunlardır;
Uşaklı Çam; Bu anıt ağaç Bolu’nun Abant ilçesi Güvem köyünde bulunmaktadır. Bu ağacın hikayesi şöyledir; Eskiden bu köyde hayat süren bir köylü kışın yakacak odun bulamamış ve bu ağacı kesip ısınmak istemiştir. Ancak ağaca baltayı bir vurmuş balta fırlamış, iki vurmuş balta fırlamış. Köylü bir bakmış ki balta burduğu yerden kanlar akıyor. Bu durumdan korkan köylü ağacı kesmeden dönmüş. O gün içinde köyden 7 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu nedenle o ağaç uğursuz olarak görülmüş ve o ağaçtan düşen dallara bile kimse elini sürmemiştir.
Koğuk Çınar; Bursa bulunur. Ağaç oldukça büyüktür. 18,2 metre boyunda olan ağaç Türkiye’nin en büyük ağacı olarak simini tarihe yazdırmıştır.
Bunlar haricindeki anıt ağaçların başlıcaları şunlardır; Eskici Baba çınarı, Kavaklı camisi çınarı, Eskişehir Kepez köyünde 475 yıldır yaşayan Kepez Saçlı Meşe ağacı, Antalya- Kemer Kuzdere köyünde yaşayan Gedelma Çınarı, İzmir- Menemen Çaltı köyünde 800 yıldır yaşayan Dede Menengici, Antakya Dursunlu köyünde 280 yıldır hayat süren Onat Çınarı, Seyitgazi ilçesi Arslanbeyli köyünde 700 yıldır yaşayan Keremat Dudu ağacıdır.
Bizlere düşen bu mirasları gelecek nesillere aktarmak için özen ve önem göstermektir.
Başkentimizin Anıt Ağaçları
Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Derneği’nden
1989 yılında kurulan derneğimizin ilgi alanları başta ormansızlaşma olmak üzere topraklar, bozkırlar, sulak alanlar, yabanıl hayvanlar, kırsal yerleşmeler ve dolayısıyla ormancılık, tarım, hayvancılık ve turizm gibi insan etkinlikleridir. Bu alanlarla ilgili araştırma ve eğitim çalışmaları derneğimiz tarafından tamamen gönüllülük ilkesi ile yürütülmektedir.
“Ulusal Doğa Tarihi Kongresi”, “ Kent Ormancılığı” gibi Türkiye’de ilk sayılabilecek bilimsel kongreler düzenliyor, 1992’den bu yana Ankara’da geleneksel hale gelen “ Dendroloji (Ağaçbilim) ve Orman Ekolojisi Okulu” etkinliklerini sürdürüyor, yeterli destek bulduğumuzda “Karadeniz Bölgesi’ndeki Korunan Orman Ekosistemlerinin Tanıtımı”, “Borçka Camili ve Karagöl Orman Ekosistemlerini Koruma ve Geliştirme Araştırması”, “ Yurttaş Katılımlı Erozyon Önleme Projesi” gibi projeler hazırlıyor ve yürütüyor, her yılın sonunda özgün inceleme ve araştırma sonuçlarına yer verdiğimiz “ Kırsal Çevre Yıllığı” gibi süreli yayınlar ile, “Türkiye’nin Korunan Alanları”, “Başkentimizin Anıtsal Ağaçları” gibi kitaplar yayınlıyoruz.
Yöre folklorunda, kültür ve tarihinde özel yeri bulunan; geçmiş ile günümüz, günümüzle gelecek arasında iletişim sağlayabilecek uzunlukta doğal ömre sahip olan ağaçlar olan “anıt ağaç” ların eğitim, bilim, kültür, turizm, doğa, çevre koruma yönlerinden çok önemli işlevleri bulunmaktadır. Doğada en uzun yaşayan canlılar ağaçlar olduğundan bu ağaçların korunması ve halka tanıtılması gerektiğini düşünmekteyiz. Türkiye’de bulunan anıt ağaçlara ilişkin sağlıklı veri bulunmamadığından ülke düzeyinde yeterli bir çalışma yürütüldüğünde çok sayıda anıt ağacın bulunabileceği bir gerçektir. Bu kapsamda derneğimiz Başkentimizin anıt ağaçlarını belirleyerek, bu bilgileri “Başkentimizin Anıtsal Ağaçları” kitabında toplamıştır.
Etkinliklerimiz ve yayınlarımızla ilgili ayrıntılı bilgiye www.kirsalcevre.org.tr internet sayfamızdan ulaşabilirsiniz.
Türkiye ve anıt ağaçları
Türkiye’de savaşlara, fırtınalara, soğuğa, sıcağa aldırmadan yüzyıllardır ayakta olan pek çok anıt ağaç bulunuyor. Bu ağaçların hikayeleri de nesilden nesile aktarılıyor. Çoğumuz bu ağaçların varlığından ve hikayelerinden habersiz yaşıyoruz. Aslında hepsi bize emanet olan bu muhteşem canlıları gelecek nesillere miras bırakmak hepimizin görevi…
Yaş, çap ve boy itibariyle kendi türünün alışılmış ölçüleri üzerinde boyutlara sahip olan, yöre folklorunda, kültür ve tarihinde özel yeri bulunan, geçmişle günümüz, günümüzle gelecek arasında iletişim sağlayabilecek uzunlukta doğal ömre sahip olan ağaçların günümüzde “anıt ağaç” olarak adlandırılmaktadır. Anıt ağaçların en çok rastlanan türlerinin çam, çınar, sedir, ladin, ardıç ve kestanedir. Çok zengin tarih, iklim ve bitki örtüsüne sahip olan Türkiye’de birçok anıt ağaca rastlanıyor. Araştırmalara göre Türkiye’deki anıt ağaçların en yaşlısı Antalya Güzelsu beldesindeki sedir ağacı. Bu ağacın yaklaşık bin 300 yıllık olduğu saptanmıştır. Çapı en büyük ağaç İznik Çınarı, en uzun anıt ağaç ise 69 metre boyu ile Gümüşhane’nin Torul ilçesi ‘Örümcek Ormanı’ndaki bir ladin ağacıydı. Ancak şu anda yaşamıyor. Halen yaşayan en uzun ağacımız yine aynı yerde 64 metre boyunda bir başka ladin. İnsan ve doğanın tarihine tanıklık eden bu ‘ Yeşil Devler ‘ in yok olmaması için hızlı ve geniş çaplı çalışmalara acil olarak başlanması gerekmektedir.
AĞAÇLARIN HİKAYELERİ
Yüzyıllar boyunca pek çok savaşın yaşandığı Anadolu’daki, anıt ağaçların önemli bir bölümünün, günümüze kadar yaşayabilme şansını, kutsal-mistik mekanlarda yer almalarına ve nesilden nesile aktarılan öykülerine borçludurlar. Destanlarda, mitolojide uzun ömürleri ve görkemleriyle boy gösteren, bulundukları yöre insanının inançlarıyla var olan anıt ağaçların, ölümsüzlük, güç ve huzurun simgeleri olmuşlardır. Türk destanı Oğuz name’de bir çift anıt ağacın, Oğuz neslinin kökeni olduğu anlatılmaktadır. Efsaneye göre, bir gece iki ağaç üzerine gökten kutsal bir ışık sütunu iner. Bir süre sonra ağaçlardan birinin gövdesi şişer ve sayılı günlerin geçmesinden sonra bu ağacın gövdesinden, ağızlarında gümüş emzikler bulunan 5 erkek çocuk görünür. Zaman içinde büyüyen çocuklar her iki ağacı kendi nesillerinin atası sayarlar. Aynı destanın bir başka bölümünde Oğuz Kağan’ın güzel eşini, göl ortasındaki bir anıt ağacın kovuğunda bulduğu belirtilmektedir. Yunan mitolojisinde de, Apollon’u kendisine aşık eden Cupaerrios’un tanrı Zeus tarafından ağaç haline getirilmesinin öyküsü anlatılır. Anıt ağaçların din, dil, ırk gözetmeksizin birçok toplumda benzer çağrışımlar yapıp, aynı şeyleri simgelemesi, onların evrenselleşmelerine sebep olmuştur.
Yüzyıllar boyunca pek çok savaşın yaşandığı Anadolu’daki, anıt ağaçların önemli bir bölümünün, günümüze kadar yaşayabilme şansını, kutsal-mistik mekanlarda yer almalarına ve nesilden nesile aktarılan öykülerine borçludurlar. Destanlarda, mitolojide uzun ömürleri ve görkemleriyle boy gösteren, bulundukları yöre insanının inançlarıyla var olan anıt ağaçların, ölümsüzlük, güç ve huzurun simgeleri olmuşlardır. Türk destanı Oğuz name’de bir çift anıt ağacın, Oğuz neslinin kökeni olduğu anlatılmaktadır. Efsaneye göre, bir gece iki ağaç üzerine gökten kutsal bir ışık sütunu iner. Bir süre sonra ağaçlardan birinin gövdesi şişer ve sayılı günlerin geçmesinden sonra bu ağacın gövdesinden, ağızlarında gümüş emzikler bulunan 5 erkek çocuk görünür. Zaman içinde büyüyen çocuklar her iki ağacı kendi nesillerinin atası sayarlar. Aynı destanın bir başka bölümünde Oğuz Kağan’ın güzel eşini, göl ortasındaki bir anıt ağacın kovuğunda bulduğu belirtilmektedir. Yunan mitolojisinde de, Apollon’u kendisine aşık eden Cupaerrios’un tanrı Zeus tarafından ağaç haline getirilmesinin öyküsü anlatılır. Anıt ağaçların din, dil, ırk gözetmeksizin birçok toplumda benzer çağrışımlar yapıp, aynı şeyleri simgelemesi, onların evrenselleşmelerine sebep olmuştur.
‘UŞAKLI ÇAM’
Tarih ve folklor açısından önem taşıyan anıt ağaçların en çarpıcı örneklerinden biri olan Bolu’nun Abant ilçesine bağlı Güvem Köyü’ndeki “Uşaklı Çam”ın iki öyküsü bulunuyor. Ağaç, ilginç dal oluşumu ve tepe yapısından kaynaklanan çok çatallı gövde formuyla yöre halkı tarafından doğurganlığın simgesi olarak algılanıyor. Bu nedenle çocuksuz kadınların bu ağaca yapacağı ziyaretin mutlaka ödüllendirileceğine inanılıyor. Ödülün değerinden ötürü de bu anıt çam, çevre halkı arasında “Uşaklı Çam” adıyla anılıyor. Söz konusu anıt ağaçla ilgili bir diğer öyküye göre de, kışın odunu kalmayan bir köylü, “Uşaklı Çam”ın birkaç kuru dalını kesmek istemiş. Ancak, dala değen balta vuranın elinden fırlarken, ağacın kesilen yerinden kan akmaya başlamış. Olaya neden olan kişi de 7 gün sonra yaşamını yitirmiş. Bugün, ağacın yere düşen dallarının toplanması halk arasında hala uğursuzluk sayılıyor ve kuruyup düşen dallar doğaya terk ediliyor.
Tarih ve folklor açısından önem taşıyan anıt ağaçların en çarpıcı örneklerinden biri olan Bolu’nun Abant ilçesine bağlı Güvem Köyü’ndeki “Uşaklı Çam”ın iki öyküsü bulunuyor. Ağaç, ilginç dal oluşumu ve tepe yapısından kaynaklanan çok çatallı gövde formuyla yöre halkı tarafından doğurganlığın simgesi olarak algılanıyor. Bu nedenle çocuksuz kadınların bu ağaca yapacağı ziyaretin mutlaka ödüllendirileceğine inanılıyor. Ödülün değerinden ötürü de bu anıt çam, çevre halkı arasında “Uşaklı Çam” adıyla anılıyor. Söz konusu anıt ağaçla ilgili bir diğer öyküye göre de, kışın odunu kalmayan bir köylü, “Uşaklı Çam”ın birkaç kuru dalını kesmek istemiş. Ancak, dala değen balta vuranın elinden fırlarken, ağacın kesilen yerinden kan akmaya başlamış. Olaya neden olan kişi de 7 gün sonra yaşamını yitirmiş. Bugün, ağacın yere düşen dallarının toplanması halk arasında hala uğursuzluk sayılıyor ve kuruyup düşen dallar doğaya terk ediliyor.
‘ARAP ASILAN AĞAÇ’
Folklorik açıdan önem taşıyan bir başka anıt ağaç, Antalya’nın Akseki ilçesine bağlı İbradı beldesinde bulunan kestane ağacı. Buradaki çok sayıda anıt ağaç içinde “Arap Asılan Ağaç” olarak ün yapan bu ağacın yöresel folklora konu olan öyküsü oldukça hüzünlü. Öyküye göre, İbradı’da bir genç kız öldürülür. Arap bir jandarma eri cinayetten sorumlu tutularak tutuklanır ve yargılanmaksızın asılır. Olay aydınlanıp gerçek katilin bulunması üzerine Arap erin ölümüne üzülen yöre halkı, bu hüzünlü olayı toplumun belleğinde canlı tutmak amacıyla jandarma erinin asıldığı 265 santimetre çaplı bu ağaca, “Arap Asılan” adını verir.
Folklorik açıdan önem taşıyan bir başka anıt ağaç, Antalya’nın Akseki ilçesine bağlı İbradı beldesinde bulunan kestane ağacı. Buradaki çok sayıda anıt ağaç içinde “Arap Asılan Ağaç” olarak ün yapan bu ağacın yöresel folklora konu olan öyküsü oldukça hüzünlü. Öyküye göre, İbradı’da bir genç kız öldürülür. Arap bir jandarma eri cinayetten sorumlu tutularak tutuklanır ve yargılanmaksızın asılır. Olay aydınlanıp gerçek katilin bulunması üzerine Arap erin ölümüne üzülen yöre halkı, bu hüzünlü olayı toplumun belleğinde canlı tutmak amacıyla jandarma erinin asıldığı 265 santimetre çaplı bu ağaca, “Arap Asılan” adını verir.
‘KOĞUK ÇINAR’ (İçine iki atlı fayton giren ağaç)
Osmanlı hükümdarı Yıldırım Beyazıt, bir seferden Bursa’ya dönüşünde o yıl çocuk doğuran bütün kadınlara maaş bağlanmasını emreder. 70 yaşında bir kadın da o yıl çocuk doğurduğunu iddia ederek kendisine maaş bağlanmasını talep eder. Beyazıt, “senin yaşında bir kadın nasıl olur da çocuk doğurur” deyince, kadın “çocuk doğurmadım ama onun kadar kıymetli bir çınar diktim” diye cevap verir. Bunun üzerine kendisine maaş (ulufe) bağlanır. Anlatılanlara göre, bu olaydan sonra yeniçerilere maaşlarının bu ağacın altında dağıtılması gelenekselleşir ve bu nedenle ağaca “Ulufeli Çınar” adı verilir. Ağaç o kadar büyük ki gövde içine nerdeyse iki atlı faytonun yarısı sığıyor.
Osmanlı hükümdarı Yıldırım Beyazıt, bir seferden Bursa’ya dönüşünde o yıl çocuk doğuran bütün kadınlara maaş bağlanmasını emreder. 70 yaşında bir kadın da o yıl çocuk doğurduğunu iddia ederek kendisine maaş bağlanmasını talep eder. Beyazıt, “senin yaşında bir kadın nasıl olur da çocuk doğurur” deyince, kadın “çocuk doğurmadım ama onun kadar kıymetli bir çınar diktim” diye cevap verir. Bunun üzerine kendisine maaş (ulufe) bağlanır. Anlatılanlara göre, bu olaydan sonra yeniçerilere maaşlarının bu ağacın altında dağıtılması gelenekselleşir ve bu nedenle ağaca “Ulufeli Çınar” adı verilir. Ağaç o kadar büyük ki gövde içine nerdeyse iki atlı faytonun yarısı sığıyor.
‘ESKİCİ BABA ÇINARI’
Bursa’daki “Orhan Camisi Çınarı” adıyla da bilinen bu çınarın hikayesi de şöyle: Mustafa adındaki ihtiyar müezzin, caminin bahçesindeki çınarın kovuğunda ayakkabı tamirciliği yaparmış. İhtiyar, bir gün kovuğa girmiş ve bir daha çıkmamış, onu ne göre ne duyan olmuş. İhtiyar adamın baca gibi açık olan çınardan göğe yükseldiği söylenir.
Bursa’daki “Orhan Camisi Çınarı” adıyla da bilinen bu çınarın hikayesi de şöyle: Mustafa adındaki ihtiyar müezzin, caminin bahçesindeki çınarın kovuğunda ayakkabı tamirciliği yaparmış. İhtiyar, bir gün kovuğa girmiş ve bir daha çıkmamış, onu ne göre ne duyan olmuş. İhtiyar adamın baca gibi açık olan çınardan göğe yükseldiği söylenir.
‘KAVAKLI CAMİSİ ÇINARI’
Tophane semtinde, Kavaklı Mahallesi’ndeki caminin önünde bulunan yaşlı çınarı Orhan Gazi devri erenlerinden “Geyikli Sultan” diye de anılan “Baba Sultan”ın diktiği söylenir. Babasultan köyündeki ulu çınarın da aynı gün dikildiği, iki ağacın yaşıt olduğu kabul edilir. Hikayeye göre, padişah dikilen ağacı görünce çok memnun olmuş ve Kavaklı Camii’nin önünde çınarı diken yaşlı dedeyi çağırtmış. Değneğine dayanarak gelen ihtiyara “simdi değneğini havaya at, yere düşene kadar dile benden ne dilersen” demiş. İhtiyar, değneğini havaya atmış, “Bursa kestaneleri vakıf olsun” diye bağırmış. O gün bugündür, Bursa kestaneler vakfıdır. İstediğin ağaçtan kestane toplamak serbesttir, kimse karışamaz.
Tophane semtinde, Kavaklı Mahallesi’ndeki caminin önünde bulunan yaşlı çınarı Orhan Gazi devri erenlerinden “Geyikli Sultan” diye de anılan “Baba Sultan”ın diktiği söylenir. Babasultan köyündeki ulu çınarın da aynı gün dikildiği, iki ağacın yaşıt olduğu kabul edilir. Hikayeye göre, padişah dikilen ağacı görünce çok memnun olmuş ve Kavaklı Camii’nin önünde çınarı diken yaşlı dedeyi çağırtmış. Değneğine dayanarak gelen ihtiyara “simdi değneğini havaya at, yere düşene kadar dile benden ne dilersen” demiş. İhtiyar, değneğini havaya atmış, “Bursa kestaneleri vakıf olsun” diye bağırmış. O gün bugündür, Bursa kestaneler vakfıdır. İstediğin ağaçtan kestane toplamak serbesttir, kimse karışamaz.
Evet, asırlık anıt ağaçların hikayeleri elbette bu kadar ile bitmiyor. Sizin için yaptığım bir araştırma sonucunda karşımıza çıkan bu ağaçları hem bizlerin hem de yabancıların tanıması manasında bir çalışma yapılması gerekiyor. Açık hava müzesi niteliği taşıyan Ülkemizde bu anıt ağaçların genç nesillere tanıtılması ve ağaç sevgisinin aşılanması elbette çok önemli. Okullarda bunun yaygınlaştırılması ve tanıtım kampanyaları ile desteklenmesi gerekir. Bugüne kadar yakılan, kesilen ve talan edilen binlerce ağacın anısına bu görevi üstlenmemiz kaçınılmazdır. Bugün halen kurtuluş savaşına tanıklık etmiş binlerce ağaç bizlere emanet edilmiştir. Hep birlikte sahip çıkalım, ülke geleceği ve turizm için yeni bir tanıtım kampanya başlatalım. Siz bunları düşünün, haftaya size konu ile ilgili tanıtım önerileri sunacağım.
Can Bekin
Tarihin nakşedildiği anıt ağaçlar
Son üç günüm, Taksim-Gezi Parkı’ndaki ağaçları sökümden kurtarmak için başlatılan toplumsal eylemlerde geçti. Defalarca biber gazı teneffüs ettim, boğulma tehlikesi geçirdim. Ancak yine de şanslıydım. En azından binlerce başka kişinin başına geldiği gibi dayak yemedim, kafama gaz kapsülü isabet etmedi, panzerin altında kalmadım, kolum kopmadı ve bu sayede bu haftaki yazımı yazmam mümkün oldu. Elbette üç günlük sürekli eylemlilik hali yüzünden, size layık kalitede bir yazı ortaya çıkaramamış olabilirim. Bu yüzden peşinen affınızı diliyorum.
Başbakan’ın 1940’ta yıktırılan ‘Topçu Kışlası’nı ihya etme kisvesi altında AVM ve rezidans yapma planını açıkladığı günlerde kaleme aldığım ‘Menderes ve Erdoğan’ın Jakoben Belediyeciliği’ (Radikal, 4.11.2012) yazımda Taksim Meydanı’nın, Topçu Kışlası’nın tarihçesini anlatmıştım. Yıkılan kışlanın bıraktığı boşlukta kurulan ve Taksim Gezi Parkı diye bilinen 38 bin m2’lik yeşil alan, uluslararası şehircilik ve mimarlık tarihinin tanınmış isimlerinden, şehirci- mimar Henri Prost tarafından 1939-1942 yılları arasında törensel ve anıtsal bir alan olarak tasarlanmış. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün adına atıfla İnönü Gezisi diye adlandırılan park, daha sonraki dönemlerde Taksim Gezisi olarak bilinmiş. İstanbul I No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu parkı, 1993’te ‘kentsel sit alanı’ ilan etmiş. Her geçen gün yatay ve dikey betonlaşma ile katledilen İstanbul’un nadir yeşil alanlarından biri olarak büyük öneme sahip olan Gezi Parkı’nın kaderi, hükümetin büyük bir gaddarlıkla ezmeye çalıştığı toplumsal hareketin başarısına bağlı görünüyor.
Başbakan’ın 1940’ta yıktırılan ‘Topçu Kışlası’nı ihya etme kisvesi altında AVM ve rezidans yapma planını açıkladığı günlerde kaleme aldığım ‘Menderes ve Erdoğan’ın Jakoben Belediyeciliği’ (Radikal, 4.11.2012) yazımda Taksim Meydanı’nın, Topçu Kışlası’nın tarihçesini anlatmıştım. Yıkılan kışlanın bıraktığı boşlukta kurulan ve Taksim Gezi Parkı diye bilinen 38 bin m2’lik yeşil alan, uluslararası şehircilik ve mimarlık tarihinin tanınmış isimlerinden, şehirci- mimar Henri Prost tarafından 1939-1942 yılları arasında törensel ve anıtsal bir alan olarak tasarlanmış. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün adına atıfla İnönü Gezisi diye adlandırılan park, daha sonraki dönemlerde Taksim Gezisi olarak bilinmiş. İstanbul I No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu parkı, 1993’te ‘kentsel sit alanı’ ilan etmiş. Her geçen gün yatay ve dikey betonlaşma ile katledilen İstanbul’un nadir yeşil alanlarından biri olarak büyük öneme sahip olan Gezi Parkı’nın kaderi, hükümetin büyük bir gaddarlıkla ezmeye çalıştığı toplumsal hareketin başarısına bağlı görünüyor.
Bir ‘meyve bahçesi’ olarak İstanbul
Gelin ‘Gezi Direnişi’nin başarılı olmasını beklerken, ağaçların tarihinde küçük bir gezinti yapalım.
“…Eskiden gaddar ve savaşçı olan Türkler, Asya halklarına özgü tatlı ve sakin bir yapılanma gösteriyorlar artık… Türkler, ağaçlara da saygı gösteriyorlar… Ağaç kesmek kadar kaçınılan başka şey yok.”
Bu satırlar 1784 Haziranı’nda İstanbul’da bulunan Leh soylusu, dilbilimci, tarihçi, mucit Jan Potocki’ye ait. Bugünü düşününce, şaka mı yapıyor diyor insan ama benzer sözleri ‘Le Corbusier’ namlı ünlü Fransız mimar Charles-Edouard Jeanneret de sarf etmiş. 1911’de Edirne, Bursa ve İstanbul’u kapsayan gezisinden sonra şöyle demiş Le Corbusier: “…İstanbul’un çehresini hatırlatan acele ile çizilmiş krokileri hâlâ saklıyorum. Ne güzel renkli ve canlı bir şehriniz var… İstanbul bir meyve bahçesidir, bizimkiler ise taş ocakları!..” Le Corbusier yaşasaydı da neresi ‘meyve bahçesi’, ‘neresi taş ocağı’ olmuş görseydi!
Le Corbusier’in bahsettiği ağaçlar muhtemelen bildiğimiz sıradan ağaçlar. Bir de ‘anıt ağaçlar’ var. ‘Anıt ağaç’, bir ağaç türünün, var olan diğer örneklerine oranla yaş, çap, büyüklük ve görünüm açısından çok daha farklı boyutlarda bulunan ağaçlara deniyor. Anıt ağaçlar, bilimsel açıdan değerli oldukları kadar, tarihsel, kültürel ve estetik açılardan da çok önemli. Anıt ağaç olmak için çok yaşamak gerekiyor. Yaşarken de pek çok olaya tanıklık etmeleri kaçınılmaz oluyor. Dolayısıyla kiminin aşağıda hikâyesini anlattığım ‘Yeniçeriler Ağacı’ ve ‘Vak Vak Ağacı’ gibi kanlı öyküleri, kiminin İstanbul-Bebek’teki ‘Manolya Ağacı’ gibi romantik çağrışımları, kiminin Beydağı’nı süsleyen ‘Mengerli Çınarı’ gibi hüzünlü hikâyeleri var. Kiminden Bolu’daki ‘Uşaklı Can’ gibi mucizeler yaratması bekleniyor, kimi Domaniç’teki ‘Çoban Murat Çamı’ gibi mistik duygular uyandırıyor. Kimi Küçük Çamlıca Tepesi’ndeki ‘Âşıklar Çınarı’ gibi aşıklara yuva oluyor, kimi Bursa Orhan Camii avlusundaki ‘Eskicibaba Çınarı’ gibi şairlere ilham veriyor. Gezi Parkı’ndaki 70’lik ağaçların altında yatan âşıkların, evsizlerin hikâyesini yazan da vardır elbet…
Gelin ‘Gezi Direnişi’nin başarılı olmasını beklerken, ağaçların tarihinde küçük bir gezinti yapalım.
“…Eskiden gaddar ve savaşçı olan Türkler, Asya halklarına özgü tatlı ve sakin bir yapılanma gösteriyorlar artık… Türkler, ağaçlara da saygı gösteriyorlar… Ağaç kesmek kadar kaçınılan başka şey yok.”
Bu satırlar 1784 Haziranı’nda İstanbul’da bulunan Leh soylusu, dilbilimci, tarihçi, mucit Jan Potocki’ye ait. Bugünü düşününce, şaka mı yapıyor diyor insan ama benzer sözleri ‘Le Corbusier’ namlı ünlü Fransız mimar Charles-Edouard Jeanneret de sarf etmiş. 1911’de Edirne, Bursa ve İstanbul’u kapsayan gezisinden sonra şöyle demiş Le Corbusier: “…İstanbul’un çehresini hatırlatan acele ile çizilmiş krokileri hâlâ saklıyorum. Ne güzel renkli ve canlı bir şehriniz var… İstanbul bir meyve bahçesidir, bizimkiler ise taş ocakları!..” Le Corbusier yaşasaydı da neresi ‘meyve bahçesi’, ‘neresi taş ocağı’ olmuş görseydi!
Le Corbusier’in bahsettiği ağaçlar muhtemelen bildiğimiz sıradan ağaçlar. Bir de ‘anıt ağaçlar’ var. ‘Anıt ağaç’, bir ağaç türünün, var olan diğer örneklerine oranla yaş, çap, büyüklük ve görünüm açısından çok daha farklı boyutlarda bulunan ağaçlara deniyor. Anıt ağaçlar, bilimsel açıdan değerli oldukları kadar, tarihsel, kültürel ve estetik açılardan da çok önemli. Anıt ağaç olmak için çok yaşamak gerekiyor. Yaşarken de pek çok olaya tanıklık etmeleri kaçınılmaz oluyor. Dolayısıyla kiminin aşağıda hikâyesini anlattığım ‘Yeniçeriler Ağacı’ ve ‘Vak Vak Ağacı’ gibi kanlı öyküleri, kiminin İstanbul-Bebek’teki ‘Manolya Ağacı’ gibi romantik çağrışımları, kiminin Beydağı’nı süsleyen ‘Mengerli Çınarı’ gibi hüzünlü hikâyeleri var. Kiminden Bolu’daki ‘Uşaklı Can’ gibi mucizeler yaratması bekleniyor, kimi Domaniç’teki ‘Çoban Murat Çamı’ gibi mistik duygular uyandırıyor. Kimi Küçük Çamlıca Tepesi’ndeki ‘Âşıklar Çınarı’ gibi aşıklara yuva oluyor, kimi Bursa Orhan Camii avlusundaki ‘Eskicibaba Çınarı’ gibi şairlere ilham veriyor. Gezi Parkı’ndaki 70’lik ağaçların altında yatan âşıkların, evsizlerin hikâyesini yazan da vardır elbet…
Elmalı Hazineleri
Türkiye’de yaşları 400 ile 2 bin arasında değişen 100 anıt ağaç kaldı. Bunların başında Batı Toroslar’daki Elmalı ilçesinin Çığlıkara bölgesindeki ‘Aslan Ardıç’, ‘Koca Katran’, ‘Koca Sedir’, ‘Dibek Sedir’, ‘Koç Sedir’, ‘Şah Ardıç’ ve ‘Katil Sedir’ gibi adlarla bilinen dev ağaçlar grubu geliyor. Bunlardan ‘Koca Sedir’ tam 2 bin yaşında. Uzmanlar çok canlı olan bu anıt ağacın eğer bir felakete maruz kalmazsa, en az 500 yıl daha yaşayacağını umuyorlar. Yine aynı bölgedeki Çığkuş mevkiinde, 2 bin yıldır 2200 metre yükseklikten dünyayı selamlayan yarı ölü ardıç ağaçlarının birçoğu da anıt ağaç niteliğinde. Bu ağaçlara Elmalı Hazineleri adı boşa verilmemiş.
Diğer anıt ağaçların hepsinin adını saymaya yerimiz yetmez ama hiç olmazsa bazılarını anabiliriz: Hatay-Samandağ’daki Musa Köyü’ndeki Mersin Kepirli Köyü’ndeki 3 bin yıllık ‘Ulu Çınar’, Bursa’da Osmanlı Devleti’nin kuruluş mitolojisinin parçası sayılan ‘Baba Sultan Çınarı’, Bursa Uludağ yolundaki 600 yıllık ‘İnkaya Çınarı’, İznik’teki 550 yıllık ‘Topkapı Çınarı’, İstanbul Kemerburgaz yakınlarındaki 7 metre çaplı gövdesi ile ‘Pirinçci Kavağı’, Uşak-Tepedelen’deki ve Kütahya-Tavşanlı’daki karaçamlar, Karaman’da Ketane Camii’ndeki pelit ağacı, Mersin-Gülnar Babadıl mevkiindeki ve Muğla-Dallı mevkiindeki serviler, Kütahya-Kumarı Köyü’ndeki hâlâ meyve veren bin yıllık kestane ağacı, Gülnar-Delikkaya yolundaki 2.5 metre çaplı gövdesiyle ‘Koca Çatal Çamı’, Bolkar Dağları eteğindeki Kadıncık Vadisi’nin kuzeyindeki 1107 yaşındaki ‘Ana Ardıç’ ile Cocakdere Vadisi’ndeki 900 yaşındaki ardıç ve 625 yaşındaki 40 metre boyundaki, 7.5 metre çaplı koca katran ağacı, Silifke-Gülnar yolu üzerinde birbirine sarılmış iki ağaçtan oluşan Bitişik Ağaç, Erdemli-Küçükfındık arasındaki porsuk ağacı, Eskişehir-İnönü’deki ‘Kepez Saçlı Meşesi’, yine Eskişehir-Seyitgazi’deki ‘Piribaba Meşesi’ ve ‘Keramet Dutu’, Antalya-Keme’deki ‘Gedelma Çınarı’, Hatay-Dursunlu’daki ‘Onat Çınarı’, İzmir-Menemen’deki ‘Dede Menengici’…
Türkiye’de yaşları 400 ile 2 bin arasında değişen 100 anıt ağaç kaldı. Bunların başında Batı Toroslar’daki Elmalı ilçesinin Çığlıkara bölgesindeki ‘Aslan Ardıç’, ‘Koca Katran’, ‘Koca Sedir’, ‘Dibek Sedir’, ‘Koç Sedir’, ‘Şah Ardıç’ ve ‘Katil Sedir’ gibi adlarla bilinen dev ağaçlar grubu geliyor. Bunlardan ‘Koca Sedir’ tam 2 bin yaşında. Uzmanlar çok canlı olan bu anıt ağacın eğer bir felakete maruz kalmazsa, en az 500 yıl daha yaşayacağını umuyorlar. Yine aynı bölgedeki Çığkuş mevkiinde, 2 bin yıldır 2200 metre yükseklikten dünyayı selamlayan yarı ölü ardıç ağaçlarının birçoğu da anıt ağaç niteliğinde. Bu ağaçlara Elmalı Hazineleri adı boşa verilmemiş.
Diğer anıt ağaçların hepsinin adını saymaya yerimiz yetmez ama hiç olmazsa bazılarını anabiliriz: Hatay-Samandağ’daki Musa Köyü’ndeki Mersin Kepirli Köyü’ndeki 3 bin yıllık ‘Ulu Çınar’, Bursa’da Osmanlı Devleti’nin kuruluş mitolojisinin parçası sayılan ‘Baba Sultan Çınarı’, Bursa Uludağ yolundaki 600 yıllık ‘İnkaya Çınarı’, İznik’teki 550 yıllık ‘Topkapı Çınarı’, İstanbul Kemerburgaz yakınlarındaki 7 metre çaplı gövdesi ile ‘Pirinçci Kavağı’, Uşak-Tepedelen’deki ve Kütahya-Tavşanlı’daki karaçamlar, Karaman’da Ketane Camii’ndeki pelit ağacı, Mersin-Gülnar Babadıl mevkiindeki ve Muğla-Dallı mevkiindeki serviler, Kütahya-Kumarı Köyü’ndeki hâlâ meyve veren bin yıllık kestane ağacı, Gülnar-Delikkaya yolundaki 2.5 metre çaplı gövdesiyle ‘Koca Çatal Çamı’, Bolkar Dağları eteğindeki Kadıncık Vadisi’nin kuzeyindeki 1107 yaşındaki ‘Ana Ardıç’ ile Cocakdere Vadisi’ndeki 900 yaşındaki ardıç ve 625 yaşındaki 40 metre boyundaki, 7.5 metre çaplı koca katran ağacı, Silifke-Gülnar yolu üzerinde birbirine sarılmış iki ağaçtan oluşan Bitişik Ağaç, Erdemli-Küçükfındık arasındaki porsuk ağacı, Eskişehir-İnönü’deki ‘Kepez Saçlı Meşesi’, yine Eskişehir-Seyitgazi’deki ‘Piribaba Meşesi’ ve ‘Keramet Dutu’, Antalya-Keme’deki ‘Gedelma Çınarı’, Hatay-Dursunlu’daki ‘Onat Çınarı’, İzmir-Menemen’deki ‘Dede Menengici’…
Modernite kurbanları
Anıt ağaçlar arasında çınarların özel bir yeri var. Latince ismiyle Platanus orientalis, yani Doğu Çınarı, Türkiye’nin Orta Anadolu hariç hemen her yerinde bulunur. Bunların bir kısmı insanlara değil belki ama yıllara, hatta asırlara meydan okur. Gövdelerinde oluşan kocaman kovuklara rağmen ölüme direnirler ve serin gölgeler oluşturmaya devam ederler. Örneğin bir zamanlar İstanbul’da Suriçi denilen tarihi bölgede dev çınarlar ve atkestaneleri yükselirdi. Bunların bir kısmı ömürlerini tamamlayarak, bir kısmı ise insanoğlunun hoyrat eliyle yok edildi. En büyük ağaç katliamlarından biri, Menderes’in 1957-1958 yılları arasındaki ‘Jakoben imar faaliyetleri sırasında yaşandı. Daha sonra kentin her genişlemesinden, her modernleşmesinden ağaçlar nasibini aldı.
Anıt ağaçlar arasında çınarların özel bir yeri var. Latince ismiyle Platanus orientalis, yani Doğu Çınarı, Türkiye’nin Orta Anadolu hariç hemen her yerinde bulunur. Bunların bir kısmı insanlara değil belki ama yıllara, hatta asırlara meydan okur. Gövdelerinde oluşan kocaman kovuklara rağmen ölüme direnirler ve serin gölgeler oluşturmaya devam ederler. Örneğin bir zamanlar İstanbul’da Suriçi denilen tarihi bölgede dev çınarlar ve atkestaneleri yükselirdi. Bunların bir kısmı ömürlerini tamamlayarak, bir kısmı ise insanoğlunun hoyrat eliyle yok edildi. En büyük ağaç katliamlarından biri, Menderes’in 1957-1958 yılları arasındaki ‘Jakoben imar faaliyetleri sırasında yaşandı. Daha sonra kentin her genişlemesinden, her modernleşmesinden ağaçlar nasibini aldı.
Vak Vak Ağacı’nın Öyküsü
Eyüp Sultan Camii’nin iç ve dış avlularında Fatih Sultan Mehmed ile III. Selim tarafından dikilen dev çınarları seyrederken ya da Kadıköy Osman Ağa Camii’nin avlusundaki çınarın kitabesini okurken insanın içine garip bir duygu dolar ama bunun adını koymak zordur. Bazı çınarların hikâyesi ise çok kanlıdır. Örneğin Ayasofya ile Sultanahmet Camii arasında bulunan ‘Kanlı Çınar’ bunlardan biridir. Çınarın adını veren olay 1648’de geçer. Sultan İbrahim’i tahtından indirmek için ayaklananlar, ilk önce sadrazam Ahmet Paşa’yı yakalarlar ve Sadrazam Sofu Mehmed Paşa’nın Şehzadebaşı’ndaki konağına götürürler. Mehmed Paşa tüm malını mülkünü bağışlaması koşuluyla hayatını kurtarmayı önerince, Ahmet Paşa sevinçle teklifi kabul eder ama boynunu, Cellât Kara Ali’nin yağlı kemendinden kurtaramaz. Bir beygire bağlanan Ahmet Paşa’nın cesedini sürükleye sürükleye Sultanahmet Meydanı’na getirenler bizim çınarın altına bırakırlar. Ama asıl felaket burada başlar. Yeniçeri kıyafetine bürünen bir eşkıyanın, “insan yağı, mafsal ağrılarına iyi gelir!” diye etrafa haberler uçurması üzerine zavallı sadrazamın cesedi, parça parça edilip beşer onar akçeye satılır. İşte bundan böyle Ahmed Paşa ‘Hezarpare’, ‘yani ‘bin parça’ diye anılmaya başlar.
Eyüp Sultan Camii’nin iç ve dış avlularında Fatih Sultan Mehmed ile III. Selim tarafından dikilen dev çınarları seyrederken ya da Kadıköy Osman Ağa Camii’nin avlusundaki çınarın kitabesini okurken insanın içine garip bir duygu dolar ama bunun adını koymak zordur. Bazı çınarların hikâyesi ise çok kanlıdır. Örneğin Ayasofya ile Sultanahmet Camii arasında bulunan ‘Kanlı Çınar’ bunlardan biridir. Çınarın adını veren olay 1648’de geçer. Sultan İbrahim’i tahtından indirmek için ayaklananlar, ilk önce sadrazam Ahmet Paşa’yı yakalarlar ve Sadrazam Sofu Mehmed Paşa’nın Şehzadebaşı’ndaki konağına götürürler. Mehmed Paşa tüm malını mülkünü bağışlaması koşuluyla hayatını kurtarmayı önerince, Ahmet Paşa sevinçle teklifi kabul eder ama boynunu, Cellât Kara Ali’nin yağlı kemendinden kurtaramaz. Bir beygire bağlanan Ahmet Paşa’nın cesedini sürükleye sürükleye Sultanahmet Meydanı’na getirenler bizim çınarın altına bırakırlar. Ama asıl felaket burada başlar. Yeniçeri kıyafetine bürünen bir eşkıyanın, “insan yağı, mafsal ağrılarına iyi gelir!” diye etrafa haberler uçurması üzerine zavallı sadrazamın cesedi, parça parça edilip beşer onar akçeye satılır. İşte bundan böyle Ahmed Paşa ‘Hezarpare’, ‘yani ‘bin parça’ diye anılmaya başlar.
Çınar Vakası
Kanlı Çınar’ın şahit olduğu ikinci olay ise Girit’ten dönen yeniçerilerin dağıtılması âdet olan ‘ulufe’ denilen paralarını alamadıkları için isyan çıkarmalarıyla başlayan kalkışmadır. En şiddeti olayların 4-14 Mart 1656 günleri arasında yaşandığı ancak 9 Mayıs 1656’ya kadar süren olayların başlangıcında sarayın önüne büyük bir kalabalık toplanır, asiler idamını istedikleri kişilerin listesini Padişah IV. Mehmed’e verirler. Padişah Kızlar Ağası’nı, Kapı Ağası’nı, musahibini derhal boğdurtup cesetlerini duvarın üstünden isyancıların ortasına attırır. Ancak gözü dönmüş asiler cesetlerin başlarını keserek bizim Kanlı Çınar’ın dallarına asarlar. Aylarca bu feci manzarayı seyreden halk büyük bir dehşete kapılır. İstanbullular, dalları insan kafasıyla dolu bu ağaca, bir benzetme sanatı yaparak, cehennemin meyveleri insan başı olan ünlü vakvak ağacından ilhamla, ‘Şecere-i Vakvak’ ya da ‘Vakvak Ağacı’ adını verirler. Olay da tarihe ‘Çınar Vak’ası’ diye geçer.
Ama çınarın başına gelenler bitmez. Yıl 1826’dır. II. Mahmud, başıbozuk Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırmak için harekete geçmiştir. O zamanki adıyla At Meydanı’nda, bugünkü adıyla Sultanahmet Meydanı’nda ele geçirilen yeniçeriler, Sultanahmet Camii’nin mahfilinin altında bulunan taş odada boğdurulur ve cesetleri meşhur çınarın altına sürüklenir. Ağacın dalları, sanki meyve yerine insan vermiştir. Şair İzzet Molla bu manzarayı tasvir için bir de beyit düzer: “Bir zaman ehli fitne cami-i Han-ı Ahmedde/Bigünah asmış iken kullarını hallâkim/Şimdi erbab-ı şekanın dökülüp kelleleri/Meyve vaktine yetiştik secere-i vakvakın.”
Kanlı Çınar’ın şahit olduğu ikinci olay ise Girit’ten dönen yeniçerilerin dağıtılması âdet olan ‘ulufe’ denilen paralarını alamadıkları için isyan çıkarmalarıyla başlayan kalkışmadır. En şiddeti olayların 4-14 Mart 1656 günleri arasında yaşandığı ancak 9 Mayıs 1656’ya kadar süren olayların başlangıcında sarayın önüne büyük bir kalabalık toplanır, asiler idamını istedikleri kişilerin listesini Padişah IV. Mehmed’e verirler. Padişah Kızlar Ağası’nı, Kapı Ağası’nı, musahibini derhal boğdurtup cesetlerini duvarın üstünden isyancıların ortasına attırır. Ancak gözü dönmüş asiler cesetlerin başlarını keserek bizim Kanlı Çınar’ın dallarına asarlar. Aylarca bu feci manzarayı seyreden halk büyük bir dehşete kapılır. İstanbullular, dalları insan kafasıyla dolu bu ağaca, bir benzetme sanatı yaparak, cehennemin meyveleri insan başı olan ünlü vakvak ağacından ilhamla, ‘Şecere-i Vakvak’ ya da ‘Vakvak Ağacı’ adını verirler. Olay da tarihe ‘Çınar Vak’ası’ diye geçer.
Ama çınarın başına gelenler bitmez. Yıl 1826’dır. II. Mahmud, başıbozuk Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırmak için harekete geçmiştir. O zamanki adıyla At Meydanı’nda, bugünkü adıyla Sultanahmet Meydanı’nda ele geçirilen yeniçeriler, Sultanahmet Camii’nin mahfilinin altında bulunan taş odada boğdurulur ve cesetleri meşhur çınarın altına sürüklenir. Ağacın dalları, sanki meyve yerine insan vermiştir. Şair İzzet Molla bu manzarayı tasvir için bir de beyit düzer: “Bir zaman ehli fitne cami-i Han-ı Ahmedde/Bigünah asmış iken kullarını hallâkim/Şimdi erbab-ı şekanın dökülüp kelleleri/Meyve vaktine yetiştik secere-i vakvakın.”
Yeniçeriler Çınarı
Tayyarzâde Ahmed Atâ Bey’in (1810-1877) Atâ Tarihi’nin (Enderun Tarihi de denir) birinci cildinde anlatılan bir hikâyeden bildiğimiz bir başka ünlü çınar ise Yeniçeriler Çınarı’dır. Tarihi Fatih dönemine (1451-1481) kadar götürülen bu koca çınar, Topkapı Sarayı’nın Birinci Avlu’sunda, şimdiki Arkeoloji Müzesi’ne inen yolun başında, Darphane-i Amire’nin köşesinde yüz yıl kadar öncesine kadar heybetli vücuduyla ayakta kalacaktır. Çınarın gölgesinde her daim resmi giyimli yeniçeri ortaları sıralandığından olsa gerek, avluya bir dönem, Avrupalı seyyahlar “Yeniçeriler Avlusu”, çınara da “Yeniçeriler Çınarı” demişlerdir. O dönemlerde sık rastlandığı anlaşılan ‘ağaç altında oturan Yeniçeri’ manzaraları, İstanbul’un ilk fotoğraflarına konu olmuş, kartpostallara resimleri konmuş, seyahatnamelerde ve başka yerlerde adı geçmiştir. Bu çınardan bahseden seyyahlar arasında 1875 veya 1876’da İstanbul’a gelen İtalyan seyyah Edmond de Amicis, 1893 senesinde İngiliz Sefâreti’nde kâtiplik yapan oğlunu görmeye gelen Georgiana Max Müller de vardır.
Tayyarzâde Ahmed Atâ Bey’in (1810-1877) Atâ Tarihi’nin (Enderun Tarihi de denir) birinci cildinde anlatılan bir hikâyeden bildiğimiz bir başka ünlü çınar ise Yeniçeriler Çınarı’dır. Tarihi Fatih dönemine (1451-1481) kadar götürülen bu koca çınar, Topkapı Sarayı’nın Birinci Avlu’sunda, şimdiki Arkeoloji Müzesi’ne inen yolun başında, Darphane-i Amire’nin köşesinde yüz yıl kadar öncesine kadar heybetli vücuduyla ayakta kalacaktır. Çınarın gölgesinde her daim resmi giyimli yeniçeri ortaları sıralandığından olsa gerek, avluya bir dönem, Avrupalı seyyahlar “Yeniçeriler Avlusu”, çınara da “Yeniçeriler Çınarı” demişlerdir. O dönemlerde sık rastlandığı anlaşılan ‘ağaç altında oturan Yeniçeri’ manzaraları, İstanbul’un ilk fotoğraflarına konu olmuş, kartpostallara resimleri konmuş, seyahatnamelerde ve başka yerlerde adı geçmiştir. Bu çınardan bahseden seyyahlar arasında 1875 veya 1876’da İstanbul’a gelen İtalyan seyyah Edmond de Amicis, 1893 senesinde İngiliz Sefâreti’nde kâtiplik yapan oğlunu görmeye gelen Georgiana Max Müller de vardır.
Zincirli Selvi
İstanbul-Fatih’teki Kocamustafa Paşa Camii’nin avlusundaki ‘Zincirli Selvi’nin hikâyesi ise şöyle: Rivayete göre selvinin üzerinde bulunan zincir, altından borcunu inkâr eden biri geçerse hareketlenirmiş. Böylece alacağını tehsil edemeyenler, Kadı’ya ‘Zincirli Selvi’yi şahit gösterirlermiş. Ağacın yanındaki mezarın ise Hz. Hüseyin’in kızları Fatma ve Sakine’ye ait olduğuna inanılırmış. Kızların İstanbul’a nasıl geldiği ise muamma. Bazılarına göre Hüseyin’in katili Yezid, kızları Bizans İmparatoru IV. Konstantinos’a cariye olarak göndermiş. Bir rivayete göre ise kızlar Mısır’a gönderilirken gemileri korsanların eline geçince esir olarak İspanya’ya götürülmüş. İspanya Kralı da kızları imparatora hediye etmiş. ‘Tahire-i Muhteremeler’ diye isimlendirilen bu iki kardeşin nereye gömüldüğü bilinmiyor ancak İstanbul’un fethinden sonra Sünbül Sinan Efendi bazı rivayetlere dayanarak Zincirli Selvi’nin yanına bir mezar yaptırmış, yanına da bir Halveti Tekkesi kurmuş. Bu tekke II. Mahmut döneminde elden geçirilmiş ve ünlü hattat Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’nin talik yazılı bir kitabesiyle süslenmiş.
İstanbul-Fatih’teki Kocamustafa Paşa Camii’nin avlusundaki ‘Zincirli Selvi’nin hikâyesi ise şöyle: Rivayete göre selvinin üzerinde bulunan zincir, altından borcunu inkâr eden biri geçerse hareketlenirmiş. Böylece alacağını tehsil edemeyenler, Kadı’ya ‘Zincirli Selvi’yi şahit gösterirlermiş. Ağacın yanındaki mezarın ise Hz. Hüseyin’in kızları Fatma ve Sakine’ye ait olduğuna inanılırmış. Kızların İstanbul’a nasıl geldiği ise muamma. Bazılarına göre Hüseyin’in katili Yezid, kızları Bizans İmparatoru IV. Konstantinos’a cariye olarak göndermiş. Bir rivayete göre ise kızlar Mısır’a gönderilirken gemileri korsanların eline geçince esir olarak İspanya’ya götürülmüş. İspanya Kralı da kızları imparatora hediye etmiş. ‘Tahire-i Muhteremeler’ diye isimlendirilen bu iki kardeşin nereye gömüldüğü bilinmiyor ancak İstanbul’un fethinden sonra Sünbül Sinan Efendi bazı rivayetlere dayanarak Zincirli Selvi’nin yanına bir mezar yaptırmış, yanına da bir Halveti Tekkesi kurmuş. Bu tekke II. Mahmut döneminde elden geçirilmiş ve ünlü hattat Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’nin talik yazılı bir kitabesiyle süslenmiş.
Büyükdere Çınarı
19. yüzyıla ait bir gravürden bildiğimiz bir başka ulu çınar ise bir zamanlar İstanbul- Sarıyer’de, Büyükdere Çayırı’nda yaşamıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında ya bir yıldırım yüzünden ya da altındaki çay ocağında çıkan yangında yok olan‘Büyükdere Çınarı’nın altında I.Haçlı Seferi komutanlarından Godefroy de Bouillon’un 1096’da karargâh kurduğu rivayet olunur. Bu nedenle çınara Batı kaynaklarında ’Platane de Godefroy Bouvillon’ denilmiştir. Yine kaynaklara göre II. Mahmud sık sık gittiği Büyükdere Çayırı’nda, bu çınarın altında oturup Yeniçerilerin oynadığı Tomak oyununu seyredermiş. Ayrıca dönemin ünlü musiki üstatları çınarın altında konserler verirmiş…
Evet, anlatacaklarımız bitmedi ama yerimiz bitti. Ağaçlarla dolu bir dünya dileğiyle hepinize iyi pazarlar…
19. yüzyıla ait bir gravürden bildiğimiz bir başka ulu çınar ise bir zamanlar İstanbul- Sarıyer’de, Büyükdere Çayırı’nda yaşamıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında ya bir yıldırım yüzünden ya da altındaki çay ocağında çıkan yangında yok olan‘Büyükdere Çınarı’nın altında I.Haçlı Seferi komutanlarından Godefroy de Bouillon’un 1096’da karargâh kurduğu rivayet olunur. Bu nedenle çınara Batı kaynaklarında ’Platane de Godefroy Bouvillon’ denilmiştir. Yine kaynaklara göre II. Mahmud sık sık gittiği Büyükdere Çayırı’nda, bu çınarın altında oturup Yeniçerilerin oynadığı Tomak oyununu seyredermiş. Ayrıca dönemin ünlü musiki üstatları çınarın altında konserler verirmiş…
Evet, anlatacaklarımız bitmedi ama yerimiz bitti. Ağaçlarla dolu bir dünya dileğiyle hepinize iyi pazarlar…
Özet Kaynakça ve okuma önerisi: “68: Neydi, Ne Kaldı?” (Dosya), Birikim Dergisi, S. 109, Mayıs 1998, s. 17-124; 1968 Yılı Öğrenci Hareketleri (Dünyada ve Türkiye’de), 25-27 Kasım 1968 tarihlerinde düzenlenen sempozyum bildirileri, Başnur Matbaası 1969; 1968 in Europe: A History of Protest and Activism, 1956-1977, Editörler: Martin Klimke ve Joacim Scharloth, Palgrave Macmillan, 2008; Mark Kurlensky, 1968: Dünyayı Sarsan Yıl, Çeviren: Zehra Savran, Everest Yayınları, 2008; Giovann Arrighi, Terence K. Hopkins ve Immanuel Wallerstein, Sistem Karşıtı Hareketler, Çeviren C. Kanat, B. Somay, S. Sökmen, Metis Yayınları, 2005; Rudi Dutschke, “Anti-Otoritercilik Üzerine”, Cogito, S.14, Bahar 1998, s. 26-37; Alev Er, Bir Uzun Yürüyüştü 68, İkarus Yayınları, 2008; Tarihsel Sosyoloji: Stratejiler, Sorunsallar, Paradigmalar, Editörler: Ferdan Ergut, Ayşen Uysal, Dipnot Yayınları, 2007; Hıfzı Topuz, Paris ‘68’: Bir Devrim Denemesi, Agora Kitaplığı, 2008; Alain Touraine, Bugünün Dünyasını Anlamak İçin Yeni Bir Paradigma, Çeviren: Olcay Kunal, Yapı Kredi Yayınları, 2007.
Türkiye’nin En Yaşlı Anıt Kestane Ağacı !
1000 yıllık olduğu tahmin edilen Kestane Ağacı, Kütahya merkeze bağlı Kumarı köyünde bulunuyor…
Kütahya merkeze bağlı Kumarı köyünde bulunan ve Bizans, Selçuklu, Germiyanoğulları, Osmanlı ile Cumhuriyet dönemlerine tanıklık eden, 1000 yıllık olduğu tahmin edilen Türkiye’nin en yaşlı kestane ağacı, halen meyve veriyor.
Kütahya Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Nihat Değirmenci, kentin
7 kilometre güneyindeki köyün Boyacılar mevkisinde en az 1000 yıllık olduğu belirlenen ağacın, 7 Eylül 1995’te Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu gereğince ”anıt ağaç” olarak tescil edildiğini bildirdi. Yapılan araştırmalara göre ”Türkiye’nin en yaşlı kestane ağacı” olduğu tespit edilen 1000 yıllık ağacın yakınındaki iki kestane ağacının da aynı tarihte tescillendiğini anlatan Değirmenci, söz konusu ağacın hala meyve vermesinin dikkat çektiğini söyledi.Köyün eski muhtarı Ali Çelik de (55), kendisinin muhtarlığı sırasında Anıtlar Kurulundan gelen yetkililerin bu ağacın en az 1000 yıllık olduğunu belirlediklerini anlattı.Ait ağacın meyvesini çocukluğundan bu yana topladıklarını bildiren Çelik, ”İşin ilginç yönü, kaya üzerinde yetişen ve rüzgar, yağmur, kar gibi etkenlerle kökü iyice belirginleşen bu ağacın hala 400-500 kilogramarasında meyve vermesi” dedi.
Ağacın 8 metre çap ve 25 metre yüksekliğe sahip olduğunu belirten Çelik, köye dışarıdan gelen ziyaretçilerin ağacın önünde fotoğraf çektirdiklerini ifade etti.Üç kestane ağacına çakılan metal plakalarda, ”Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından tescil edilmiştir” ifadesi yer alıyor.
ANTALYA – Yüzlerce yıllık sekiz ‘anıt ağaç’, Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’nce korunuyor. 7’si Elmalı İlçesi’nde, 1’i ise Finike İlçesi’nde bulunan Çevre ve Orman Bakanlığı’nca ‘anıt ağaç’ olarak ilan edilen yüzlerce yıllık 8 ağaç, Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’nce görevlendirilen mühendisler tarafından sürekli gözetim altında tutuluyor. Görevli mühendislerce ağaçların korunmasına yönelik olarak hem takip hem de sağlık yönünden bir zarar görmemesi için belirli aralıklarla kontrol yapılıyor. Çevre ve Orman İl Müdürlüğü Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlüğü ekipleri, Antalya’daki 8 anıt ağacın hepsinin gayet sağlıklı olduklarını söyledi.
ANTALYADA Kİ YAŞLI ANIT AĞAÇLAR
Antalya’ Elmalı’da bulunan 25 metre boyunda, 262 santimetre çapındaki sedir ağacının, Türkiye’deki bilinen en yaşlı ağaç olduğu belirtildi.
25 metre uzunluğunda, 262 santimetre çapında olan sedir ağacın yaşının 2000 olarak hesaplandığını belirtildi.
Koca Katran: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 2000 yıllık Koca Katran, Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Aslan Ardıç: Elmalı İlçesi’nde Tekke deresinde yaşayan ve 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen Aslan Ardıç, 1700 yaşında.
Dibek Sedir: Finike İlçesi’nde 2002 yılında anıt ağaç ilan edilen 1700 yıllık Dibek Sedir, Debike Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Lübnan Sediri (Cedrus Libani): Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen ve Toros Sediri olarak da bilinen 1500 yıllık ağaç Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Koca Sedir: Elmalı İlçesi’nde 2002 yılında anıt ağaç ilan edilen 1070 yıllık Koca Sedir, Sedir Araştırma Ormanı’nda yaşıyor.
Şah Ardıç: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 800 yıllık Şah Ardıç, Sedir Araştırma Ormanı’nda yaşıyor.
Koç Sedir: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 650 yıllık Koç Sedir, Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Katil Sedir: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 500 yıllık ağaç Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Antalya’ Elmalı’da bulunan 25 metre boyunda, 262 santimetre çapındaki sedir ağacının, Türkiye’deki bilinen en yaşlı ağaç olduğu belirtildi.
25 metre uzunluğunda, 262 santimetre çapında olan sedir ağacın yaşının 2000 olarak hesaplandığını belirtildi.
Koca Katran: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 2000 yıllık Koca Katran, Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Aslan Ardıç: Elmalı İlçesi’nde Tekke deresinde yaşayan ve 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen Aslan Ardıç, 1700 yaşında.
Dibek Sedir: Finike İlçesi’nde 2002 yılında anıt ağaç ilan edilen 1700 yıllık Dibek Sedir, Debike Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Lübnan Sediri (Cedrus Libani): Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen ve Toros Sediri olarak da bilinen 1500 yıllık ağaç Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Koca Sedir: Elmalı İlçesi’nde 2002 yılında anıt ağaç ilan edilen 1070 yıllık Koca Sedir, Sedir Araştırma Ormanı’nda yaşıyor.
Şah Ardıç: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 800 yıllık Şah Ardıç, Sedir Araştırma Ormanı’nda yaşıyor.
Koç Sedir: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 650 yıllık Koç Sedir, Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Katil Sedir: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 500 yıllık ağaç Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
MUSA AĞACI
Samandağ’a bağlı Hıdırbey köyünde Musa Ağacı olarak bilinen asırlık çınarı,Rivayetlere göre, yaklaşık 3 bin yıllık olduğu belirtilen, çevresi 20 metre, gövde
çapı 7,5 metre, yüksekliği yaklaşık 20 metre olan tarihi Musa ağacı, hem
Hatay’ın turizmine katkı sağlıyor; hem de Hıdırbey Köyü’nün başlıca
geçim kaynakları arasındaki yerini almış durumda.
Tarihi Musa ağacını yaklaşık 30 kişi, el ele tutuşarak ancak çevresini dolanabiliyor..
çapı 7,5 metre, yüksekliği yaklaşık 20 metre olan tarihi Musa ağacı, hem
Hatay’ın turizmine katkı sağlıyor; hem de Hıdırbey Köyü’nün başlıca
geçim kaynakları arasındaki yerini almış durumda.
Tarihi Musa ağacını yaklaşık 30 kişi, el ele tutuşarak ancak çevresini dolanabiliyor..
ÇINAR
Bursa yöresindeki asırlık çınarlar-
Çınar, Osmanlı’nın kuruluşundan bu yana kente hayat veren, güzellik katan sembollerin başında yer alır. Çınar deyince akla hem Bursa gelir hem de Osmanlı… Çınar Ağacı, aynı zamanda rüyadan beyliğe geçişin müjdecisidir.Osman Gazi, sonradan kayınpederi olacak Şeyh Edebali’nin sohbetlerine katılmak üzere gittiği dergâhta uykusunda bir rüya görür. Osman Gazi rüyasında; “Şeyh Edebali’nin böğründen hilal şeklinde bir ay çıktığını, bu ay’ın büyüyerek kendi göğsüne girdiğini, daha sonra göbeğinden, bütün gökyüzünü kaplayan bir ağacın çıktığını, bu ağacın yüksek dağ ve pınarlara gölge saldığını, üç kıtadaki toprakları dallarının altına aldığını ve insanların da bundan fayda sağladığını…” görür. Ertesi sabah,gece gördüğü bu rüyasını Şeyh Edebali’ye anlatır.
Edebali de rüya dinledikten sonra Allah’ın Osman Gazi’ye ve evlatlarına saltanat müjdelediğini söyler kızı Mal Hatun’u da zevce olarak Osman Gazi’ye verir.Osman Gazi döneminde Uludağ’a gelip yerleşen,geyiklerle konuştuğu söylenen ve Bursa’nın fethi esnasında kolaylıklar sağlayan Geyikli Baba adındaki derviş, Sultan Orhan Gazi’nin daveti üzerine, koca bir çınar ağacını kökünden söker ve omzuna yüklediği gibi Uludağ’ın eteklerinden aşağıya inerek Orhan Gazi’nin ikamet etiği yere gelir. Sultan’ın huzuruna çıkmadan önce yanında getirdiği çınar ağacını bahçeye diker. Bu esnada yanına gelen Sultan Orhan Gazi’ye diktiği çınar ağacını göstererek;“Bu ağacı uğur olsun diye diktik…
Bu ağaç burada durdukça, dervişlerin duası sana ve soyuna makbuldür” der ve dua eder.Geyikli Baba’nın Bursa’nın fethi sonrası uğur olsun diye diktiği ağacın bugün Hisar içinde,Kavaklı caddesindeki, kavaklı çınarı olarak bilinen anıt/ağaç olduğu rivayet edilmektedir.Kısacası Osmanlı’nın kuruluşunda en önemli simgelerden olan Çınar Ağaçları, asırlardır Bursa’nın sembolleri arasında yer almaktadır.Vedat Nedim Tor’un ifadesiyle “Bursa’nın Yeşil Türbe’si, Muradiye’si, Ulucami’si, Koz Han’ı kadar çınarları da birer güzel anıttır. Çınarsız bir Bursa, Yeşil Türbe’siz bir Bursa kadar ulûhiyetini kaybeder.
Yapılan envanter çalışmasına göre,Bursa’da “doğu çınarı”ndan “saplı meşe”ye,“gümüşi ıhlamur”dan “çiçekli manolya”ya kadar 11 farklı türde, yaşları 100 ile 650 arasında değişen yaklaşık 833 anıt ağaç adayı bulunduğu tesbit edilmiş olup, bu asırlık ağaçlardan 250 kadarı tescil edilmiştir.Şu ana kadar tespit edilen en yaşlı ağaç
Hürriyet Mahallesi’ndeki Nostalji Bahçesi’nde bulunan 610 yaşındaki çınar ağacıdır. Günümüze ulaşamayan Bursa’nın kuzeyindeki Oyukçınar Mahallesi’ne adını veren çınar ağacı 18,2 metre gövde genişliği ile Türkiye’nin en büyük ağacıydı.
Halkalı ve Dudaklı Çınarı ile her yıl içinde leyleklerin yuva yaptığı Kiremitçi Çınarı’nın, Orhan Camii avlusundaki ağacın Osmanlı ile yaşıt Bursa çınarları olduğu söylenmektedir.Bursa’nın kayda değer diğer anıt ağaçları arası nda Kovukçınar (Ulufeliçınar), Eskicibaba çınarı, dua çınarı, Pirinç Hanı çınarı, Altıparmak çınarı, Kültürpark’taki Yaycılar Pınarı çınarı,Müşkire çınarı, İznik’teki Havuzbaşı, Beypınarı,Hespekli, Kaymak Köşkü, Lefke Kapısı, Sanayi ve Davud-u Kayseri çınar ağaçları bulunmaktadır.Çekirge´de Uludağ yolu üzerindeki İnkaya köyünde,aynı adla bilinen ve 2008 itibariyle 600 yaşına giren tarihi çınar ağacı, muhteşem görünümü ile dünyaca ünlüdür.
Adını, Osmanlı Devleti’nin ilk köylerinden biri olan İnkaya Köyü’nden alan çınar ağacı 13 ana kola sahiptir.“İnkaya Çınarı”nın boyu 35 metredir. Dallarının kalınlığı 3-4 metreyi bulan çınar 9.2 metrelik çevresiyle Türkiye’nin en yaşlı ağaçlarından biridir.Osmanlı kadar yaşlı, Cumhuriyet kadar gürbüz olan İnkaya çınarı, Bursa’ya yolu düşen yerli yabancı turistlerin uğramadan geçmediği önemli bir sembol olarak kente değer katmaktadır.
Bu ağaç burada durdukça, dervişlerin duası sana ve soyuna makbuldür” der ve dua eder.Geyikli Baba’nın Bursa’nın fethi sonrası uğur olsun diye diktiği ağacın bugün Hisar içinde,Kavaklı caddesindeki, kavaklı çınarı olarak bilinen anıt/ağaç olduğu rivayet edilmektedir.Kısacası Osmanlı’nın kuruluşunda en önemli simgelerden olan Çınar Ağaçları, asırlardır Bursa’nın sembolleri arasında yer almaktadır.Vedat Nedim Tor’un ifadesiyle “Bursa’nın Yeşil Türbe’si, Muradiye’si, Ulucami’si, Koz Han’ı kadar çınarları da birer güzel anıttır. Çınarsız bir Bursa, Yeşil Türbe’siz bir Bursa kadar ulûhiyetini kaybeder.
Yapılan envanter çalışmasına göre,Bursa’da “doğu çınarı”ndan “saplı meşe”ye,“gümüşi ıhlamur”dan “çiçekli manolya”ya kadar 11 farklı türde, yaşları 100 ile 650 arasında değişen yaklaşık 833 anıt ağaç adayı bulunduğu tesbit edilmiş olup, bu asırlık ağaçlardan 250 kadarı tescil edilmiştir.Şu ana kadar tespit edilen en yaşlı ağaç
Hürriyet Mahallesi’ndeki Nostalji Bahçesi’nde bulunan 610 yaşındaki çınar ağacıdır. Günümüze ulaşamayan Bursa’nın kuzeyindeki Oyukçınar Mahallesi’ne adını veren çınar ağacı 18,2 metre gövde genişliği ile Türkiye’nin en büyük ağacıydı.
Halkalı ve Dudaklı Çınarı ile her yıl içinde leyleklerin yuva yaptığı Kiremitçi Çınarı’nın, Orhan Camii avlusundaki ağacın Osmanlı ile yaşıt Bursa çınarları olduğu söylenmektedir.Bursa’nın kayda değer diğer anıt ağaçları arası nda Kovukçınar (Ulufeliçınar), Eskicibaba çınarı, dua çınarı, Pirinç Hanı çınarı, Altıparmak çınarı, Kültürpark’taki Yaycılar Pınarı çınarı,Müşkire çınarı, İznik’teki Havuzbaşı, Beypınarı,Hespekli, Kaymak Köşkü, Lefke Kapısı, Sanayi ve Davud-u Kayseri çınar ağaçları bulunmaktadır.Çekirge´de Uludağ yolu üzerindeki İnkaya köyünde,aynı adla bilinen ve 2008 itibariyle 600 yaşına giren tarihi çınar ağacı, muhteşem görünümü ile dünyaca ünlüdür.
Adını, Osmanlı Devleti’nin ilk köylerinden biri olan İnkaya Köyü’nden alan çınar ağacı 13 ana kola sahiptir.“İnkaya Çınarı”nın boyu 35 metredir. Dallarının kalınlığı 3-4 metreyi bulan çınar 9.2 metrelik çevresiyle Türkiye’nin en yaşlı ağaçlarından biridir.Osmanlı kadar yaşlı, Cumhuriyet kadar gürbüz olan İnkaya çınarı, Bursa’ya yolu düşen yerli yabancı turistlerin uğramadan geçmediği önemli bir sembol olarak kente değer katmaktadır.
9 ğaç daha anıt ağaç ilan edildi Bakanlık ayrıca, 9 tarihî ağacı ‘anıt ağaç’ ilan ederek koruma altına aldı. Yüzlerce yıldır sadece tabiatın güzelliklerini değil, tarihin zengin hatıralarını da günümüze taşıyan anıt ağaçlar şöyle sıralanıyor: Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Kayı köyündeki iki kokulu ardıç ağacı (645 ve 730 yaşlarında) ile aynı köydeki Kayı Ardıcı (520),
Eskişehir-İnönü ilçesi Kepez köyündeki Kepez Saçlı Meşe ağacı (475),
Eskişehir-Seyitgazi ilçesi Çürüttür köyündeki Piribaba Meşesi (350),
Seyitgazi ilçesi Arslanbeyli köyündeki Keramet Dutu (700),
Antalya-Kemer ilçesi Kuzdere köyündeki Gedelma Çınarı,
Antakya Dursunlu köyündeki Onat Çınarı (280) ve
İzmir’in Menemen ilçesi Çaltı köyündeki Dede Menengici (800).
KAYNAK |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.