SANDIĞI BULAN VE TEVRAT'I DOĞRU YAZDIRAN ÜZEYR (EZRA)...

Hz. Üzeyir'in Hayatı

Hz. Üzeyir (Arapça: عزير, Üzeyir, Üzeyr; İbranice: עֶזְרָא, Ezra, Azra, İngilizce: Ezra, Ezrah, Yunanca: Έσδράς), [1] İsrailoğulları'na gönderilen peygamberlerdendir. Hz. Üzeyir, daha önce kaybolmuş Tevrat'ı yeniden keşfeden, ilhama dayanarak onu yeniden ortaya çıkaran bir insan olarak bilinmektedir. Hz. Musa'dan daha önce gelmese de, Tevrat'a olan bu hizmeti sayesinde Yahudilerin kalbinde taht kurmuştur.[2]
Etimoloji

Hz. Üzeyir'in adı hakkında da alimlerin farklı yorumları vardır. Bazı alimlere göre onun adı, Arapça bir isimdir. Diğer bazı alimlere göre ise, "Üzeyir" kelimesi, Arapça değil, İbranice'dir.[3]

İbranice'de "Üzeyir" kelimesinin karşılığı "Azra" ya da "Ezra"dır. Tevrat'ın bu dildeki nüshasında böyle geçmektedir.[4]
Bu kelime, "yardım Tanrı'nın yardımı" anlamına gelmektedir. Kitap-ı Mukaddes'te adını taşıyan bir bölüm bulunan Hz. Üzeyir, kâhin yazıcı Rabbin emirlerinin ve sözlerinin yazıcısı olarak tanıtılmaktadır. (Ezra 7:11) [5][6]
Soyu

Hz. Üzeyir, Hz. Harun'un neslinden gelmektedir.[7]
Hayatı

Hz. Süleyman, Mescid-i Aksa'yı yaptırdıktan sonra Tevrat, "On Emir", diğer emanetler ve içinde "On Emir"in yazılı olduğu levhaların bulunduğu Tabut-u Sekîne'yi, yani "Kutsal Ahit Sandığı"nı bu mabedin bir odasına koydurmuştu. Hz. Süleyman'ın vefatından sonra Yahudiler, iki devlete ayrıldı. 10 kabile, İsrail Devleti'ni, diğer 2 kabile de Yahuda Devleti'ni kurdu.
İsrail Devleti, M.Ö. 721'de Asurîler tarafından yıkıldı. M.Ö. 586'da da Babilliler, Yahuda Devleti'ne son verdiler. Asûrîler, Babil'i işgal etti. 587'de Asûrî hükümdarı Buhtunnasar, Kudüs'ü yakıp yıktı. Yahudilerin bir çoğunu öldürdü.[8]
II. Nebukadnezar (Buhtunnasır, Nebucco); Beytü'l-Makdîs'i yıktığı zaman, İsrailoğulları'nın Tevrat okuyanlarından ve bilginlerinden öldürdüğü 40.000 kişi arasında, Hz. Üzeyir'in babası ve dedesini de vardı. O sırada, küçük bir çocuk olan Hz. Üzeyir, yaşından dolayı öldürülmekten kurtuldu. Kendisinin, Tevrat okuduğunu bilmiyorlardı. İsrailoğulları'ndan alınan esir çocuklarla birlikte, o da, Bâbil'e götürüldü.[9]
İşgal, yakıp yıkma hengâmında, o zamana kadar bozulmadan muhafaza edilen Tevrat da yakılıp yok edilmişti. Bu gerçek Tevrat, çok büyük olup hiç kimse ezberleyememişti. Ancak, Hz. Üzeyir ezberlemişti. Zaten kavminin içinde bilgin bir kimse olarak bilinmekteydi. O, sürgün ve yıkım esnasında bile insanlara moral vermeye çalışarak, içinde bulundukları sıkıntıların birgün sona ereceğini söyledi ve dertlerine derman olmaya, teselli vermeye çalıştı.[2]
Buhtunnassar'dan sonra Keldani Devleti, bir süre daha Babil'de hüküm sürdü. Sonra Keyaniyen, İran'da kurulan Keldani Devleti'ni yıktı. Böylece İsrailoğulları, hürriyete kavuşup Kudüs'e döndüler.[9]
İsrailoğulları, Beytülmakdis'e döndükleri zaman, yanlarında Tevrat yoktu. Çünkü, Beytülmakdis'te bulunan şeyler alınırken, Tevrat da, ellerinden alınıp yakılmış ve yok edilmişti. (Ya da kaybolmuştu) Yüce Allah, İsrailoğulları için, Tevrat'ı, yenilesin ve bu, kendileri için de, bir mucize olsun diye Hz. Üzeyir'i gönderdi. O da, onlara, Tevrat'ı okuyup yazdırdı, ve: “Tevrat, işte, budur!” dedi. İsrailoğulları; Tevrat'taki helalleri, haramları, yeniden öğrenmiş oldular ve Hz. Üzeyir'e de, hiç bir kimseye göstermedikleri sevgiyi gösterdiler. O da, onları, düzeltti.[10] Bu olay, şu kıssayla anlatılır:
Hz. Üzeyir, merkebi ile Kudüs'e giderken, yol üzerinde bir köye uğrar; ama, köy, köy olmaktan çıkmış, bir düşman istilası sonucu tam bir vahşet sergilenmiştir. Bunu gören Hz. Üzeyir, büyük bir yeis içinde iken, halisane niyetle de olsa, büyük bir gaf yaparak, şöyle demiştir."Taş taş üstünde kalmamış, bu hayattan eser kalmayan yeri Allah nasıl ihya edecek, nasıl diriltecek? Acaba ben görür müyüm? Yahut giden gelir mi? Bunun ihyasına ümit yok?" diyordu.(Bakara-259)

Allah, bu hatasının cezası olarak, ve nasıl ihyaya kadir olduğunu, numune olarak Hz. Üzeyir'e 100 sene süren bir ölüm müddeti sonunda tekrar diriltti ve; "Ne kadar kaldın?" diye sordu. Hz. Üzeyir, "Bir uyku kadar, bir gün, yahut bir günün bir kısmı kadar kaldım." dedi. Cenab-ı Hak, merhameten hakikati anlatıp; "Hayır, tam yüz sene kaldın. Bak kudretimin, sana ufak bir nişanı, seni ecelin geldiği için öldürmedik, seni sırf nas'a (insanlara) aşikar görünür bir ayet, bir delil olsun diye, öldürüp dirilttik. Kemiklere bak, onlara nasıl et giydiriyoruz." (Bakara 259) [11]
Hz. Üzeyir, uyuduğu zaman sabah vakti idi, uyandığında ise güneş batmamıştı. Ancak geçen zaman, 100 yıldı. Bu arada Buhtünnasr ölmüş, bütün esirler serbest kalarak Kudüs'e dönmüşlerdi. Mescid-i Aksâ tâmir edilmiş ve bütün şehir, tekrar mâmur hâle gelmişti.[12]
Merkebine binen Hz. Üzeyir, Kudüs'e gitti. Ancak, her şey ve insanlar değiştiği için kimseyi tanımadı. Yaşadığını tahmin ettiği mahalleye gitti. Orada çok yaşlı bir kadın bulunmaktaydı. Kadına, Üzeyir'in evini sordu. Kadın, evi gösterdiği gibi, Üzeyir'in hizmetçisi olduğunu da söyledi ve çoktan kayıp olduğunu bildirdi. Hz. Üzyir, kadına Üzeyir'in kendisi olduğunu söyledi. Kadın mucize isteyince de Cenâb-ı Hakk'ın izniyle kadının gözlerini iyileştirdi.
Hz. Üzeyir'in mucizesiyle iyileşen kadın, gidip yakınlarına haber verdi. Bu arada, Hz. Üzeyir'in oğulları ve akrabaları çevresine toplandı. Hz. Üzeyir, oğluna göre çok daha genç görünmekteydi. Oğlu ve akrabalarına kendisini tanıttı. İnsanları hidâyete dâvet etmek için, sadece kendisinin ezbere bildiği ve yıllar öncesinden yok edilmiş bulunan Tevrat'tan âyetler okumaya başladı. Yazmayı bilenler okunanları kayda geçirdiler. Bu arada, çok yaşlı birisi yanlarına yaklaşıp dedeleri tarafından Tevrat'ın kendi üzüm bağlarının bulunduğu yerde toprağa gömüldüğünü, ancak, tarlalarının neresi olduğunu bilmediğini, tarlanın yerini bilen varsa söylemelerini istedi. Bunun üzerine, topluluğun içinden yeri bilenler ayrılarak söz konusu yere gittiler. Kazı sonucu yaşlı adamın dediği gibi, Tevrat'ı buldular. Bulunan Tevrat'ın âyetleri ile Hz. Üzeyir tarafından okunan ve yazılmış bulunan âyetlerin aynı olduğu müşahede edildi.[2] Hz. Üzeyir, Yüce Allah tarafından rûhu kabzolununcaya kadar, Kudüs'te İsrailoğulları'yla beraber oturdu.[10]
Vefatı

Hz. Üzeyir, epey zaman Kudüs'te oturdu ve halk, kendisine çok muhabbette bulundu. Kudüs, tekrar mamur edildi. 40 yıl daha yaşayarak 100 yaşında iken vefat etti.
Hz. Üzeyir'in "Tevaim Azra" ya da "Uza" adında bir kardeşi vardı. Tevaim Azra, 200 yaşında iken kardeşi ile beraber aynı gün öldü. Birlikte ölümlerinde muhakkak ki bir sebep ve hikmet vardı.[13]
Ona ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun!
Tanrılaştırılması

Hz. Üzeyir'in vefatından sonra İsrailoğulları arasında bir takım bidatler çıktı. Yanlış inançlara saptılar:

«Yüce Allah; Tevrat'ı, kalplerimizden silip giderdikten sonra, onu, bizim aramızdan, Kendisinin oğlundan başka hiç bir kimsenin kalbine koymaz!»

«Uzeyr, Allah'ın oğludur!»
diyecek kadar ileri gittiler.[10]
İbn-i Abbâs'tan gelen rivâyete göre, Allâh teâlâ, İsrâîloğulları'nın Tevrât'ı bırakıp hevâlarına uyduklarını görünce, Tevrât'ın içinde bulunduğu sandığı onlardan aldı, Tevrât'ı da onlara unutturdu. İsrâîloğulları, buna çok üzüldüler. Bilhassa Hz. Üzeyir, Allâh'a çok ibâdet etti; O'na yalvarıp yakardı. Allâh'tan inen bir nûr, onun kalbine girdi. Unutmuş olduğu Tevrât'ı hatırladı. Ondan sonra Tevrât'ı yeniden İsrâîloğulları'na öğretti. Daha sonra Tevrât'ın içinde saklandığı sandık bulundu. İsrâîloğulları, Hz. Üzeyr'in öğrettiği Tevrât'ın aslına uygun olduğunu gördüler ve Hz. Üzeyir'e olan sevgileri daha da ziyâdeleşti. Bu büyük tecellîler karşısında Benî İsrâîl kavmi, daha sonraları bâtıl bir akîdeye kayarak Hz. Üzeyir'e “Allâh'ın oğlu” diyecek kadar ileri gittiler.[14]
Yüce Allah, Yahudilerin ve Hıristiyanların bu husustaki dalâletlerini ve kendilerine inen "Kitap"ları nasıl değiştirdiklerini, Kurân-ı Kerîm'de şöyle açıklar:

«Yahudiler: Uzeyr, Allah'ın oğludur! dedi(ler). Hıristiyanlar da: Mesih (İsâ) Allanın oğludur! dedi(ler). Bu, onların ağızlarıyla (geveledikleri câhilce) sözleridir ki, daha önce küfür edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Hay Allah kahredesi adamlar! (Haktan, bâtıla) nasıl da, döndürülüyorlar! Onlar, Allah'ı, bırakıp Bilginlerini, Rahiplerini, Meryem'in oğlu Mesih'i tanrılar edindiler. Halbuki, bunlar da, ancak, bir olan Allah'a ibadet etmelerinden başkasıyla emir olunmamışlardır. O'ndan başka hiç bir İlâh yoktur. O, bunların eş tuta geldikleri her şeyden münezzehtir.» (Tevbe, 30-31) [10]
Bu ifade, vahyedilen önceki mesajların sapkın takipçilerinden söz eden önceki ayetle bağlantılıdır. Şirk ya da tanrılığı ya da tanrılık nedenlerini Allah'tan başkasına yakıştırma ithamı, burada önceki ayetteki "Allah'ın kendileri için din olarak vaz'ettiği hak dini din olarak benimseyip ona uymayanlar" ifadesine açıklık kazandırmak suretiyle Yahudi ve Hıristiyanlara da yöneltilmektedir.
Hz. Üzeyir'in "Allah'ın Oğlu" olduğu yolunda Yahudilere isnat edilen inanca gelince, belirtilmesi gerekir ki hemen hemen bütün klasik tefsirciler, bütün Yahudilerin değil; yalnızca Arabistan Yahudilerinin böyle bir hurafeyle suçlanmış oldukları konusunda görüş birliği içindedirler. Taberî'nin bu ayeti tefsir ederken kaydettiği İbn-i Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre; bir kısım Yahudi, bir keresinde Hz. Muhammed'e gelerek şöyle demişlerdi:
«Sen, bizim kıblemizi terk etmişken ve Üzeyir'in "Allah'ın Oğlu" olarak görmezken, biz, nasıl uyabiliriz sana?»
Öte yandan Ezra (yani Arap diliyle Uzeyir), bütün Yahudilerin gönlünde saygı ve itibarca müstesna bir yer tutmakta ve onlar tarafından en tazimkar, en abartılı vasıflarla anılmaktadır.
Yahudilerin inancına göre Ezra (Hz. Üzeyir) Babil sürgünü sırasında kaybolduktan sonra Tevrat'ı yeniden toparlayıp cem ve tazim eden, az-çok bugünkü formu ve muhtevasıyla "tedvîn" eden kişidir ve dolayısıyla "sonraki Yahudilik'te hakim olacak olan, kendine has, resmî ve standart Yahudi din kurumunun kurucusudur." [15][16]
Bugünkü Durum

Her ne kadar bugünkü Yahûdîler, Hz. Üzeyir'e “Allâh'ın oğlu” yakıştırmasını kabûl etmeseler de, o zamanki bir grup Yahûdî, Hz. Üzeyir'e karşı tâzîmde çok aşırıya gitmişler ve içlerinden bazıları O'na bu isnatta bulunmuştur.[12]
Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın harika (babasız) doğuşunu nazara alarak, ona "Allah'ın oğlu" dedikleri gibi, Yahudiler de Hz. Üzeyir'in harika bir tarzda Tevrat'ın yeniden doğmasına vesile olduğu için, ona "Allah'ın oğlu" dediler. Bu tavır, özellikle onun yaşadığı devrin insanları tarafından söz konusudur. Bugünkü Yahudiler ise, yine Tevrat'ın asıl sahibi olan Hz. Musa'yı esas almaktadır. Hz. Üzeyir'i sevmekle beraber, dinlerinin kurucusu ve onları Firavun'un zulmünden kurtaran, harika bir mucize eseri olarak onları Kızıl Deniz'den geçiren Hz. Musa'yı kimse ile kıyaslamayacak kadar üstün görmektedir.[2]
Tartışmalar

Hz. Üzeyir'in adı, Kuran-ı Kerîm'de bir yerde geçmektedir:
«Yahudiler. "Üzeyir, Allah'ın oğludur; dediler. Hıristiyanlar da: Mesih Allah'ın oğludur." dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini), önceden inkâr etmiş (olan müşrik)lerin sözlerine benzetiyorlar. Allah, onları kahretsin, nasıl da (haktan batıla) çevriliyorlar!.. Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan ayrı rehber edindiler, Meryem oğlu Mesîh'i de. Oysa kendilerine yalnız tek Tanrı olan Allah'a ibâdet etmeleri emredilmişti. Ondan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.» (et-Tevbe, 30-31).

Burada söz konusu olan Hz. Üzeyir hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Bunların en meşhuru, İbn-i Abbas'ın rivâyetidir. Buna göre, Yüce Allah, İsrâiloğulları'nın elinde bulunan Tevrat'ı onlardan aldı. Tevrat'ın içinde bulunduğu sandığı kaybettiler. Aynı zamanda Tevrat, zihinlerinden de silindi. İsrailoğulları, buna çok üzüldüler. Bilhassa Hz. Üzeyir, Allah'a çok ibâdet etti; O'na yalvarıp yakardı. Allah'tan inen bir nûr, onun kalbine girdi. Unutmuş olduğu Tevrat'ı hatırladı. Ondan sonra Tevrat'ı yeniden İsrailoğulları'na öğretti. Daha sonra Tevrat'ın içinde bulunduğu sandık bulundu. Bunun üzerine Hz. Üzeyir'in öğrettiğinin aslına uygun olduğunu gördüler. Bunun üzerine Hz. Üzeyir'i çok sevdiler. Fakat bu hususta aşırı gittiler. "O, olsa olsa Allah'ın oğludur" dediler.[17][18]
Bu âyetler, onların bu hususta aşırı gitmelerini ve Hıristiyanların da, "İsa (a.s) Allah'ın oğludur." söylemlerini reddetme mahiyetinde nazil olmuştur. Onların bu sözlerinin batıl olduğu anlatılmış ve Yüce Allah'ın, onların bu iddialarından münezzeh olduğu ifâde edilmiştir.[19]
Kur'ân-ı Kerim âyette görüldüğü gibi İslâm'ım zuhuru sırasındaki Yahudilerin Hz. Üzeyir'in Allah'ın oğlu olduğuna inandıklarını kesin bir ifâde ile haber vermektedir. Ancak bu görüşün bütün Yahudilerin inancı olmaktan ziyâde Peygamberimiz (s.a.v.)'le görüşürken bunu; gündeme getiren Medine Yahudilerine âit bir görüş olduğu ifâde edilmektedir. Klasik müfessirlerin tamamına yakını yalnızca Arabistan'da yaşamakta olan Yahudilerin böyle bir inanca sahip olduklarını kabul ederler. Taberî, bu âyetin tefsirinde Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelen Medineli birkaç Yahudinin; "Sen, bizim kıblemizi terk etmişken ve yine Üzeyir'in Allah'ın oğlu olduğuna inanmazken biz nasıl sana uyabiliriz?" dediğini nakletmiştir.[35] Bu arada Yemenli Yahudilerin ise Hz. Üzeyir (a.s.)'in Mesih olduğuna inandıkları zikredilmektedir.[5][6]
Bakara sûresinin 259. âyetinde yüz yıl ölü halde bırakılıp diriltildiği açıklananın zatın, Hz. Üzeyir olduğu da, ileri sürülmekte ve “Selef ve Halef Ulemâsının çoğunluğu katında meşhur olan, budur!” denilmektedir.(Uğranılan harap şehir, Beytülmakdis olduğuna göre) Hz. Üzeyir'in oraya, ancak, Buhtunnassar, öldükten sonra geldiği ve kendisinin, Beytülmakdis imar edildiği zaman, İsrailoğullarından, oraya dönen halk arasında bulunduğu da, unutulmamak, göz önünde tutulmak gerekir.[10]

Yahudilerin bu hususta aşırı gitmeleri, Kuran'ın başka yerlerinde de tenkit edilmiştir.
«Vay haline o kimselerin ki, Kitabı elleriyle yazıp, az bir paraya satmak için, "Bu, Allah'ın katındandır. " derler. Ellerinin yazarlığından ötürü vay haline onların! Kazandıklarından ötürü vay haline onların!» (el-Bakara, 2/79)
mealindeki âyette Yahudiler kastedilmektedir. Onların Tevrat'ı tahrif ettikleri, ondan sonra kendileri tarafından yazılan bir kitabı Allah'ın kitabı diye tanıtmaları söz konusudur. Onlar, bu şekilde kitap yazmışlar, Allah'ın kelâmı olarak ileri sürmüşler ve bununla menfaat ile nüfûz sağlamaya çalışmışlardır. Bu âyette, onların bu yaptıkları tenkit edilmektedir.[20][21]
İkinci rivayete göre Yahudileri ağır bir hezimete uğratan Amâlika kavmi Tevrat'ı da onların elinden almıştır. Bu esnada bâzı âlimler de ellerindeki Tevrat nüshalarını dağlara gömerek ülkeyi terk etmişlerdir. O günlerde hayatının baharında bir delikanlı olan ve zamanını dağlarda ibâdetle geçiren Hz. Üzeyir, mevcudu kalmayan Tevrat'ı onu en iyi bilen kişi olarak yeniden kaleme alır. Geri donen âlimler, gömmüş oldukları Tevrat nüshalarını çıkarıp Hz. Üzeyir'in hafızasına dayanarak yazdığı nüsha ile karşılaştırınca aralarında hiç bir fark olmadığını görüp hayrete düşmüşler ve "Allah, bunu sana ancak O'nun oğlu olduğun için verdi" demişlerdir.[22][5][6]
Hz. Üzeyir, İran kralı Artahşaşta döneminde yaşamış bu kral tarafından Yahudi cemâatinin durumunu incelemek onlara Allah'ın şeriatına riâyet etmelerini tavsiye etmek ve Mabedin hizmeti için gerekli malzemeyi sağlamak üzere Kudüs'e gönderilmiştir. Hz. Üzeyir, bu yolculuğuna çıkarken Bâbil'e getirilmiş olan Yahudi sürgünlerinden bir gurubu da beraberinde götürme izni alır. Dört ay sonra Kudüs'e ulaşır ve orada putperest kadınlarla evlenmiş olan Filistin Yahudilerinin pek çoğunu bu kadınları boşamaya ikna eder. On üç yıl sonra da Hz. Musa (a.s.)'nın şeriat kitabını getirerek halka okur. (Nehemya 8.)
Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında onun Tevrat'ı yeniden ortaya koyduğu hakkında yaygın bir kanâat vardır. kitap-ı Mukaddes'le ilgili akademik eleştiri faaliyetini sürdüren bâzı araştırmacılar da bu kanâati desteklemişlerdir. Wellhausen, Tevrat'ın temel metninin redaksiyon ve ilânının Hz. Üzeyir tarafından yapıldığını kabul etmiştir.[34] Bu önemli görev tabiatıyla onun mevkiini yükseltmiştir.[5][6]

Aşağıdaki âyette de, Yahudilerin bu durumu tenkit edilmiştir:

«Onlardan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken, dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları, kitaptan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde, "Bu, Allah katındandır. " derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar.» (Âl-i İmran, 3/78).

İbn-i Abbas'tan nakledildiğine göre, bu ayette de Yahudiler kastedilmektedir. Buna göre, onlar, Allah'ın kelâmını kaybetmişler. Kendi uydurduklarını Allah'ın kelamı olarak tanıtmaya çalışmışlar. Onların bu yaptıkları, yalan ve uydurmadır.[23]
Diğer taraftan bazı müfessirler Bakara suresinin 259. âyetinde yüz yıl uyutulup tekrar hayata döndürüldüğü bildirilen meçhul şahsın Hz. Üzeyir olabileceğini söylemişlerdir. Bu şahsın Ermiyâ olduğunu kabul edenlere karşı ilk müfessirlerden Katâde İkrime Rebî b. Enes Dahhâk ve Süddî, onun Hz. Üzeyir olduğu görüşünü savunmuşlardır.[24]

Hz. Üzeyir ile ilgili bulunduğu söylenen bu ayet, şöyledir;

«Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin çatıları duvarları üzerine çökmüş (yıkık dökük olmuş) ıssız bir kasabaya uğradı. "Ölümünden sonra Allah, bunları nasıl diriltir acaba!" dedi. Hemen Allah, onu öldürdü, 100 sene sonra tekrar diriltti. "Ne kadar kaldın burada?" dedi. "Bir gün yahut bir kaç saat" dedi. Allah, ona: "Bilakis 100 sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Bir de eşeğine bak. Seni insanlar için bir âyet (ibret işâreti) kılalım diye (100 sene ölü tuttuk ve sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen, kemiklere bak, onları nasıl birbiri üstüne koyuyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz." dedi. Durum, kendisince anlaşılınca, "Şüphesiz Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmeliyim." dedi.» (el-Bakara, 259).

Bu ayette söz konusu olan zatın kim olduğu hususunda çeşitli rivâyetler vardır. Fakat alimlerin ekseriyetine göre bu zat, Hz. Üzeyir'dir.[25][21][26][27]
Îbnül-Kelbî, bu ayetteki şahsın Ermiyâ (a.s.) olduğuna dair bir rivayet aktarmıştır. Buna göre Allah Tealâ, Ermiyâ'ya Buhtunnasır (Nebukadnezar) tarafından tahrip edilmiş olan Kudüs'ü İmar edeceğini haber verir ve oraya gidip yerleşmesini emreder. Şehre gelen Ermiyâ karşısında bir harabe görünce şaşırır ve kendi kendine şöyle der:

"Sübhânallah! Allah bana bu şehre yerleşmemi emretti ve orayı imar edeceğini haber verdi Şehrin ölümünden sonra Allah orayı ne zaman imar edecek ne zaman ihya edecek!"

Daha sonra eşeği ve azık sepeti de yanında olduğu halde bulunduğu yerde uyur kalır. Uykusu tam 100 yıl devam eder. Bu uzun süre içinde Buhtunnasır ölmüş, yerine oğlu geçmiştir. Adaletiyle meşhur bu yeni hükümdar, Suriye ve Filistin bölgesinin ıssız kaldığını ve yırtıcı hayvanlarla dolduğunu öğrenince babasının Babil'e getirmiş olduğu İsrâiloğulları'na yurtlarına dönme izni verir. Onların başına Hz. Davud'un evlâdından birini tayin eder ve ona Kudüs'ü ve mescidini imar etmesini emreder. Ermiyâ 100 yıl sonra uyandığında şehre bakınca gözlerine inanamaz. Çünkü O, ancak bir gün hatta daha kısa bir süre uyuduğunu sanmaktadır. Bu esnada Allah, ona başından geçeni anlatır ve kendisinin her şeye güç yetireceğini söyler. İbn Kesir Taberi'nin naklettiği bu rivayetin olayların seyrine uygun olduğunu belirtir. Ancak bu şahsın Hz. Üzeyir olduğu rivayetinin daha meşhur olduğuna işaret eder.[28][5][6]
Peygamberliği Hakkında İhtilaflar

İsrailoğulları'na göre meşhur bir peygamber olan Hz. Üzeyir'in adı, Kuran-ı Kerîm'de de geçmektedir. Fakat İslâm'a göre onun peygamber olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır.[21] Bazı âlimler, onun velî bir kul olduğu görüşüne varmışlardır. İbn Kesir'in ifadesiyle meşhur görüş, onun Benî İsrail peygamberlerinden olduğudur. Ancak İbn Abbas Ata b. Ebî Rebah ve Hasen-i Basrî, Hz. Üzeyir'in peygamber olmadığı kanâatindedirler.[29][5][6]
Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Üzeyir'in peygamber olup olmadığı hususunda söyle buyurmuştur:
«Bilmiyorum; Üzeyir, peygamber midir, değil midir?" [30]. Bundan dolayı İslam inancında Üzeyir (a.s)'in peygamberliği ihtilaflı kabul edilmiştir.[21]
Yine, Ebu Hüreyre'den (rivayet edildiğine göre) Resûlullah (s.a.v.);
«Tübba, (Allah'ın rahmetinden mahrum kalmış) bir mel'un mudur, değil midir bilmiyorum ve Üzeyir, peygamber midir, değil midir (bunu da) bilmiyorum.»
demiştir.[31]

Alimlerin açıklamalarına göre bu hadis-i şerifte söz konusu edilen Tübba'dan maksat, tübbaların en büyüğü ve en ünlüsü olan Esad Ebu Kureyb'dir. Ka'be'ye ilk örtü geçiren kimse budur. Hz. Peygamber (s.a.v.), gönderilmeden 1000 sene önce onun varlığından ve peygamber olarak gönderileceğinden haberdar olup, kendisine iman etmiştir. Fakat, Hz. Peygambere (s.a.v.), onun kendisine iman edip dünyadan mümin olarak gittiği önceleri bildirilmemişti. İşte sözü geçen Tübba'dan bahsedildiği bir sırada onun gerçekten iman şerefiyle şereflenmiş bir kimse mi yoksa iman şerefinden ve dolayısıyla Allah'ın rahmetinden mahrum melun bir insan mı olduğunu bilmediğini ifade etmişti.

Aynı şekilde Hz. Üzeyir (as)'in bir peygamber olup olmadığını henüz bilmediği için onun hakkında da kesin bir bilgiye sahip olmadığını açıklamıştı. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) de olsa, gaybı, Allah bildirmedikçe bilemez. Allah bildirirse o da bilir. Ama daha sonra, Allah-u teâlâ Hazretleri, Tübba'nın Müslüman olduğunu ve dünyadan mümin olarak gittiğini bildirmiş, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de Hz. Üzeyir'in Allah'ın peygamberlerinden bir peygamber olduğunu ümmetine açıklamıştır. Nitekim bir hadis-i şerifte, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in:
«Tübba'ya sövmeyiniz. Çünkü, o Müslüman olmuştur.»
dediği rivayet edilmektedir.[32]
Bu ve benzeri rivayetleri esas alan bazı alimlerimiz, Hz. Üzeyir'in de peygamber olduğunu kabul etmişlerdir.[33][2]

Peygamber olsun veya olmasın; Hz. Üzeyir, Allah'a tam manasıyla inanmış, kamil imân sahibi olan bir zattı. Hayatı boyunca, Allah'ın rızasını kazanmak için şerden kaçmış, hayra koşmuştur. Çevresindeki insanları da bu şekilde inanmaya ve Allah'ın emir ile yasaklarına riâyet etmeye davet etmiştir.[21]

KAYNAK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.