İLK TAPINAKLARININ RESMİ..

Süleyman Mabedi (Kudüs Tapınağı, Templique Salomonis, Temple of Jerusalem)

Süleyman Mabedi (Kudüs Tapınağı, Templique Salomonis, Temple of Jerusalem)

1. Bölüm

Hazırlayan: gizliilimler.tr.gg Admin
Bu makale, bu sayfayı hazırlayanın bakış açısını yansıtmaz.
«Ve onlar, Süleyman'ın mülkü hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman, inkâr etmedi; ancak şeytanlar, inkâr etti...» [1]
M.ö. 950 yılında Hz. Süleyman tarafından Kudüs'e yaptırılmış, bugün artık tek bir duvarı sağlam kalan [2] ve Tevrat'a göre, Kudüs'teki ilk Yahudi tapınağıdır. Bu nedenle "İlk Tapınak" olarak da bilinir.[3] Bu tapınağın ustası, masonluğun kurucusu Hiram Abiff'tir.[2] Yahudi inanışına göre ayakta duran tek duvarı bile olduğu süre içerisinde kıyamet kopmayacak, ne zaman bu tapınaktan geriye hiçbir şey kalmayacak kıyamet o zaman kopacaktır.[4]
Süleyman Mabedi'nden kalan batı duvarı, Yahudiler için önemlidir. Adı, İbranice'de "Kotel"dir. Yahudiler, bu duvarın önünde Mâbed'in durumu için ağıt yakarlar ve en kısa zamanda yeniden inşa edilmesi için Tanrıya yakarırlar.[5] İbranice yazılarda yapıya verilen isimler, "Beit HaMikdash" ya da "Kutsal Ev" dir ve Kudüs'te bu isimle anılan tek tapınaktır. Tapınak, aynı zamanda Tanah'da, "Beit Adonai" (Tanrı'nın Evi) ya da kısaca "Beiti"(Evim) ya da "Beitechah" (Eviniz) olarak da adlandırılmıştır.

Süleyman Mâbedi, Tanrı tarafından Kral Dâvud'a verilen özel bir plan temel alınarak yapılmıştı. Hz. Dâvud, bu tapınağı inşâ etmeyi umut etmişti; ancak Tanrı, ona, Birinci Tapınağı oğullarından birisinin yapacağını söyledi. Hz. Dâvud, saltanatı sırasında tapınak için gerekli olan ve ahşap, büyük temel taşları, altın, gümüş, bronz ve kullanılacak olan diğer metaller gibi işlenmemiş malzemeleri toplamaya başladı. Tapınak, Ahit Sandığı evi ve başta İsrailoğulları'na olmak üzere Tanrı'ya ibadet edebilecek her milletten insanlar için tasarlanmıştı. Birinci ve İkinci tapınakların Museviliğe adanmış olduğunu söylemek bir hata olacaktır; çünkü bu inanç sistemi, bir kaç yüzyıl sonra, şimdi Irak olarak bilinen Antik Babil'de biçimlendirilmiştir. Kitab-ı Mukaddes'te, Yehuda (Davud) Krallığı vatandaşlığı ile ilişkili olarak Yahudi teriminden ilk kez bahsedilmesi, birinci tapınağın tahrip edilmesinden (Bu olay yaklaşık olarak M.ö. 590 yılı civârında gerçekleşmiştir) hemen önce yaşamış olan ve Yehuda (Davud) Krallığı'nın son yöneticisi olan Kral Zedekiah'tan önce olmamıştır.

Süleyman Mabedi olarak adlandırılan bu ilk tapınak, Kral Davud ve Süleyman idâresi altından birleşen İsrailoğulları'ndan 12 kabilenin mensuplarınca inşâ edilmişti. Süleyman'ın saltanatının ardından tahta çıkan oğlu Rehoboam'ın kibirliliği nedeniyle, İsrailoğulları'ndan 10 kabile birlikten ayrılarak Kuzey İsrail Krallığı'nı kurarlarken, Yehuda, Bünyamin ve Levi kabilesinin çoğunluğu Yehuda Krallığı'nda kaldılar. İkinci Tapınak, Nebukadnezar'ın 6. yüzyıldaki sürgününden geriye kalan Yehudalılar tarafından tekrar inşâ edildi. Diğer 10 kabile ise, Asur krallığı tarafından yıkılan krallıklarından sonra, bir kaç yüz yıl önce dağılmışlardı.[6]
Süleyman Tapınağı, Tarih öncesi Yahudilikte, bir nevî ibadet ve kurban (korbanot) merkezi haline gelmiştir. M.ö. 10. yüzyılda tamamlanmış, Mö. 586 yılında Babilliler tarafından yıkılmıştır.[7] Tüm aramalara rağmen ilk tapınağa ait kalıntılara ulaşılamamıştır. Sadece civârındaki sunaklara ait olduğu düşünülen havuz kalıntıları bulunmuştur.[3] Bugünkü Ağlama Duvarı'nın o binadan kalan son duvar olduğu düşünülür.[7] Bugüne duvarı kalmış olan üçüncü mabedin batı duvarıdır ki bu da Yahudiler'in kutsal ağlama duvarıdır. Birinci ve yerine yapılmış olan ikinci tapınak, tamamen yıkılmışlardır. Süleyman Mabedi'nin yapılışı, bir çok efsaneyi doğurmuştur ve masonluk, temel öğretisini Süleyman Mabedi'nin inşasından alır.[4]
Tapınak, Tanah'ta nasıl tatbik edileceği tarif edilen kurban'a ilave olarak Şabat ve diğer Musevi tatillerindeki özel ve her gün sabah ve öğleden sonra gerçekleştirilen sunuların da yapıldığı yerdi. Levililer, ezberledikleri mezmurları kurban esnasındaki uygun zamanlarda okudukları gibi aralarında günün mezkuru, yeni ayın özel mezkuru, büyük Musevi tatilinde söylenen Hallel ve "Şükrân kurbânı mezkûru" [8] gibi özel durumlarda da söylüyorlardı.

Tapınakta günlük sununun bir parçası olarak, Musevilerin geleneksel sabah ibadeti temel alınarak yapılan ve iyi bilinen Barchu, Şema ve Birkat Kohanim dualarının da dâhil olduğu dualar ezbere okunarak bir dua ibadeti gerçekleştirilirdi.[6]
Kitab-ı Mukaddes peygamberleri, Tapınağı baştan aşağı kaplayan Tanrı'nın huzurunda gördükleri olağanüstü görüntüleri tarif ederler. Yeşeya, şöyle yazar; «Yüce ve görkemli Rab'bi gördüm; tahtta oturuyordu, giysisinin etekleri tapınağı dolduruyordu.» [9] Yeremya ise; «Adın uğruna bizi küçümseme» [10] diye yalvarır ve bu bu mâbetten ve «Tapınağımızın yeri, başlangıçtan yüceltilmiş görkemli bir tahttır.» diye bahseder.[11]Hezekiel ise, «Ovada gördüğüm görümdeki gibi, İsrail'in Tanrısı'nın görkemi oradaydı.» der.[12]

Yeşeya, tapınakta dua etmek kadar kurban kesmenin ve evrensel bir amacın öneminden bahseder: «Kutsal dağıma getirip dua evimde sevindireceğim. Yakmalık sunularıyla kurbanları sunağımda kabul edilecek, çünkü evime 'Bütün ulusların dua evi' denecek.» [13] [6]
Süleyman mabedini eski şekli, eski planı ve mimârisiyle düşünebildiğimiz zaman, İsrail başkentinde inşa edilen bu yapının azameti karşısında hayrete düşeriz. İşleri Filistinli iki mimar yönetmiş, eseri yedi yılda büyük malzeme ve insan emeği sarfıyla gerçekleştirebilmiştir. Duvarlar, içten sedir ağacı kaplamalarıyla süslenmiştir. Mabede halkın girmesi serbestti fakat Mukaddes emanetler kısmına ancak rahipler girebilirdi. Kudüs şehri ve Süleyman mabedi tahrip edildikten çok sonra kral Büyük Herodes eski mabetten arta kalan taşlarla yeni bir mabet yaptırmıştır. M.ö. 20 yılında inşa edilen bu yeni mabedin de bugün ancak tek bir duvarı ayaktadır. Ağlama duvarı da denilen batı duvarı İsrailliler o derece kutsaldır ki İsrailliler bu duvarın önünde Süleyman mabedinin ve eski Kudüs'ün yasını tutarlar.[14]
Tapınağın inşâsına Hz.Davud zamanında başlanmıştır fakat Davud ancak bir duvarı bitirebilmiştir. Davud, oldukça dindar ve adil olduğundan Tanrı, ona onun krallığının sonsuza dek süreceğini söylemiştir. daha sonra hazreti Süleyman tarafından tapinak bitirilmiştir. Süleyman, günahlı olduğundan (Peygamberlerin günahlı oluşu, Hıristiyan ve Yahudi kaynaklarında geçer. İslam'da, tüm peygamberler günahsızdır ve ismet sıfatına sahiptir. gizliilimler.tr.gg Admin notu) Tanrı, ona onun krallığının sonsuza kadar sürmeyeceğini söylemiştir.[4]
Efsâneye göre Hz. Süleyman, mabedi yaptırmaya karar verdikten sonra rüyâsında Tanrı'nın meleklerinden biri görünür ve "Tanrı'nın adını onurlandırmak için yapacağın bu tapınağa tüm halkın kendi olanakları dahilinde katılımını sağlayacaksın" der. Akabinde Süleyman, her sınıftan insanı sarayına davet eder, iş bölümü yaptırır, uzun lafın kısası fâkir ve muhtaç kesime batı duvarının inşası düşer. Halk, gerekli inşaat malzemelerini, ustabaşlarını satın almış zengin kesimin aksine bin bir güçlükle koskoca taşları keser, yontar, tapınağın en son biten bölümü de bu olur. Görev bitince Tanrı, ortaya çıkan eseri inceler, bakışlarını batı duvarı üzerinde durdurur ve "Fakir ve muhtaç halkın el emeği ve alın teri benim nazarımda en değerli olanıdır. bu duvarı ebediyen kutsuyorum, tanrı'nın kutsal varlığı, batı duvarını ebediyen terk etmeyecektir." der. Gerçekten de onca yıl Babil, Yunan ve Roma saldırılarına rağmen orijinal mabedin yıkılmayan tek kısmı bu olur.[4]
Kral Davut'un oğlu ve İsrail kralı olan Süleyman'ın, İsa'dan önce 950 tarihlerinde, Kudüs'te ilkçağ'ın en muhteşem anıtlarından birini inşa ettirdiği Süleyman Mabedi, Süleyman tapınağı, Kudüs tapınağı (Temple of Jerusalem) ya da kısaca tapınak olarak bilinen bu yapı M.ö 587 yılında Babil kralı Nebukadnezar tarafından yıkılmıştır.[2] [14] Babil sürgünü, Babil Kralı II. Nebukadnezar'ın Kudüs'ü ele geçirip Yahuda Krallığı'na son vermesinin ardından, Süleyman Tapınağı'nın ve Kudüs'ün yakılıp yıkılması ve ileri gelen Yahudi ailelerinin Babil'e götürülmesi ve Babil'de geçen süreyi ifade eden bir metafordur. Olay, Kitabı Mukaddesin, Eski ahit kısmının II.Krallar bölümünün 24. ve 25.bablarında geniş bir şekilde anlatılmaktadır: [15]
«...O'nun günlerinde Babil kralı Nebukadnezar geldi, ve Yehoyakin üç yıl ona kul oldu...» [16]
«O vakit Babil kralı Nebukadnezar'ın kulları Yeruşalim'e (Kudüs) çıktılar ve şehir kuşatıldı. Ve Babil Kralı Nebukadnezar şehre geldi... Ve Yahuda Kralı Yehoyakin, anası ve kulları ve reisleri, ve kızlar ağaları ile beraber Babil kralına çıktı....  Ve Babil kralı onu aldı. Ve Rabbin söylemiş olduğu gibi,,Rab evinin bütün hazinelerini, ve Kral evinin hazinelerini oradan çıkardı ve İsrail kralı Süleyman'ın Rabbin mabedinde yapmış olduğu bütün altın kapları parça parça etti. Ve bütün Yeruşalim'i ve on bin sürgün olarak bütün reislerle cesur yiğitlerin hepsini ve bütün dülgerlerle demircileri sürdü; memleket kavminin fakirlerinden başka kimse kalmadı. Ve YEHOYAKİN'İ BABİL'E SüRDü.» [17] [15]
Talmud'a göre Tapınağın Doğu tarafında bir Ezrat Nashim (Kadınlar avlusu) bulunurken; asıl yapı, Batı taraftaydı. Asıl alan, kurban kesilecek bir alanı ve adağın bazı parçalarının yakıldığı ve kanının akıtıldığı bir Mizbaeach (dış sunak) ihtivâ ediyordu. Büyük bina, bir Ulam (ön oda), Heichal ve Kodesh Kodashim'den (kutsalların kutsalı) oluşuyordu. Heichal ve Kodesh Kodashim, birinci tapınakta bir duvar ile ayrılmışken ikinci tapınakta bu işlem iki perde yardımıyla yapılmıştı. Heichal içerisinde Menorah, ekmek masası ve tütsü sunağı bulunuyordu.[6]
M.S. 7. yüzyılda Kudüs'ü fetheden Müslümanlar, mâbedin eski yerine Hz. ömer Camii ve Kubbet-üs Sahra'yı inşâ ettiler.[18] Halife ömer, Kudüs'e girdiğinde baş patriğe kendisini Tapınak Tepesine (yıkık olan Süleyman mabedinin yerine) götürülmesini rica etti. Etraf, döküntülerle doluydu; çünkü şehrin bu bölümü, Hıristiyanlar zamanında taş ocağı ve çöplük olarak kullanılmıştı. "Ka'ab al-Ahbar" adındaki bir Musevi dönmesi Müslüman, dinsel bilgilerinin yardımıyla Yahudilerin nerede tapındıklarını gösterdi. Hz. ömer, tapınaktan geri kalanları buldu ve bu yere Medine'de peygamberin mescidine benzer kamıştan bir mescid yaptırdı. Hz. ömer, 10.000 kişiyle birlikte tapınağın 70 yılında yıkılmasından sonra ilk kez bu yerde ibadet etti. Hz. ömer ayrıca burada kurban kesilmesinin yasakladı. Hz. ömer, yaklaşık 20 yıl önce İslam Peygamberinin Mirac'a yükseldiği kabul edilen Kubbetü's-Sahra'yı ararken, Kaab da "kutsalların kutsalını" arıyordu. "Kutsalların kutsalını"nın bulunduğu tahmin edilen yerdeki enkâz temizlenirken herkesi şaşırtan bir şekilde büyük bir taş ortaya çıktı. Hz. ömer, taşın etrafına bit çit yaptırdı çünkü Ka'ab'ı çıplak ayakla kayanın etrafından dolaşırken görmüştü. Taşın bulunduğu alanın üzerine 687-691 yılları arasında Emevi Halifesi Abdülmelik devrinde Kubbetü's Sahra inşa edilmiştir.[6]
Bir başka hikâye de Yavuz Sultan Selim'le ilgilidir. Kudüs'ü fetheden Yavuz Sultan Selim,oğlu Kanûnî Sultan Süleyman ile şehri gezerken kan-ter içinde kalmış, başında bir sepet bulunan yaşlı bir Hıristiyan kadınla karşılaşırlar. Sorduklarında, sepetin içinde Yahudilerin kutsal mâbedinin üzerine dökmek üzere hayvan pisliği ve çöp olduğunu, bunun Hıristiyan din adamlarınca emredildiğini, yüzyıllardır 30 günde bir buraya çöp dökerek buranın yok edilmesine ve izlerinin örtülmesine çalışıldığını anlatır. Yavuz Sultan Selim, olayı başka kaynaklardan da teyit edince emirler vererek içinde altın ve gümüş sikkeler bulunan bir sürü kesecik hazırlatır. Bunları pisliğin değişik yerlerine gömdürür. Sonra halka kürek ve kova dağıtıp "Altını bulan alsın." diyerek çöp dağının temizlenmesini sağlar. (Hatta kendisinin bile kazma kürekle giriştiğini, "Padişahını seven, ondan feyz alsın; yaptığını yapsın!" dediğini bile söylerler) velhasıl, 10.000'i aşkın insan, 33 gün boyunca çalışarak batı duvarını bugünkü haliyle ortaya çıkarır. Yavuz Sultan Selim, bundan çok memnun olur ve tapınağın eski yerinin güzelce temizlenmesini, duvarın da gül suyuyla yıkanmasını emreder.[4]

Süleyman Mâbedi ve İslâmî Bakış Açısı

Hz. Süleyman ve Sebe Melikesi Belkıs

«Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." » [19]

Kuran'da yer alan Hz. Süleyman ve Sebe Melikesi'nin buluşması ile ilgili tarihsel kayıtlar, Güney Yemen'deki eski Sebe ülkesinde yapılan incelemeler sonucunda gün ışığına çıktı. Kalıntılar üzerinde yapılan incelemeler, M.ö. 1000 ile 950 seneleri arasında burada bir "melike"nin (kraliçe) yaşadığını ve kuzeye (Kudüs'e) bir yolculuk yaptığını gösteriyordu.

İki hükümdarın aralarında geçenler, ülkelerin ekonomik ve siyâsâl gücü, yönetim şekilleri ve bazı detaylar, Neml Sîresi'nde anlatılmıştır. Neml Suresi'nin büyük bölümünü kapsayan kıssa, Hz. Süleyman'ın ordusuna dahil olan Hüdhüd'ün Hz. Süleyman'a haber vermesiyle birlikte, Sebe Melikesi'nden söz etmeye başlar. Hüdhüd, Hz. Süleyman'a şu bilgileri verir:

«Derken uzun zaman geçmeden geldi ve dedi ki: 'Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Sebe'den kesin bir haber getirdim. Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona her şeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var. Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar. Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar). O Allah, O'ndan başka ilah yoktur, büyük Arş'ın Rabbidir. (Süleyman:) 'Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?' dedi.» [20]

Hz. Süleyman, Hüdhüd'den bu bilgileri aldıktan sonra ona şu talimatı verir:

«Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?» [21]

Kuran'da bundan sonra Sebe Melikesi'nin mektubu almasından itibaren gelişen olaylardan da bahsedilir:
(Sebe Melikesi) Dedi ki: 'Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı. Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve şüphesiz Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyladır. Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin' diye (yazılmaktadır). Dedi ki: 'Ey önde gelenler, bu işimde bana görüş belirtin, siz (her şeye) şahitlik etmedikçe ben hiçbir işte kesin (karar veren biri) değilim.' Dediler ki: 'Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız).'

Dedi ki: 'Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar. Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler.' (Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: 'Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip övünebilirsiniz' dedi. 'Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve biz onları oradan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız.' (Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) 'Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (Müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?' dedi. Cinlerden ifrit: 'Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim.' dedi.

Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: 'Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim.' Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: 'Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır.' Dedi ki: 'Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım doğru olanı bulabilecek mi, yoksa bulmayanlardan mı olacak?' Böylece (Belkıs) geldiği zaman ona: 'Senin tahtın böyle mi?' denildi. Dedi ki: 'Tıpkı kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz Müslüman olmuştuk.' Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (Müslüman olmaktan) alıkoymuştu.

Gerçekte o, inkâr eden bir kavimdendi. Ona: 'Köşke gir' denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman) Dedi ki: 'Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir.' Dedi ki: 'Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum'.
[22]

Hz. Süleyman'ın Sarayı

Sebe Melikesi'nden bahseden sure ve ayetlerde aynı zamanda Hz. Süleyman'dan da bahsedilir. Kuran'da Hz. Süleyman'ın muhteşem sarayı ve hükümranlığı hakkında birçok detay verilir.

Bu bilgilere göre, Hz. Süleyman'a Allah tarafından döneminin en ileri tekniği verilmişti. Sarayında göz alıcı sanat eserleri ve görenleri hayran bırakıp etkileyen değerli eşyalar vardı. Sarayın giriş bölümünün tabanı da camdan yapılmıştı. Kuran'da, bu estetik yapı ve bunun Sebe Melikesi üzerinde yaptığı etki şöyle vurgulanır:

«Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.» [19]

Hz. Süleyman'ın sarayının ismi, Yahudi literatüründe "Süleyman Tapınağı"dır. Sarayın ya da tapınağın bugün yalnızca "Batı Duvarı" ayaktadır ve burası aynı zamanda Yahudiler'in "Ağlama Duvarı" olarak adlandırdıkları yerdir. Hz. Süleyman'ın sarayının ve Kudüs'teki birçok yerin yıkılmasının sebebi ise Yahudiler'in bozguncu ve kibirli oluşlarıdır. Kuran'da, bu sır şöyle haber verilir:

«Kitapta İsrailoğulları'na şu hükmü verdik: "Muhakkak siz yer(yüzün) de iki defa bozgunculuk çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir kibirleniş-yükselişle kibirlenecek-yükseleceksiniz. Nitekim o ikiden ilk-vaid geldiği zaman, oldukça zorlu olan kullarımızı üzerinize gönderdik de (sizi) evlerin aralarına kadar girip araştırdılar. Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdü. Sonra onlara karşı size tekrar 'güç ve kuvvet verdik', size mallar ve çocuklarla yardım ettik ve topluluk olarak da sizi sayıca çok kıldık... Sonunda vaat geldiği zaman, (yine öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi 'kötü duruma soksunlar', birincisinde ona girdikleri gibi mescid (Kudüs)e girsinler ve ele geçirdiklerini 'darmadağın edip mahvetsinler.» [23] [24]

Süleyman Mâbedi ve Tapınakçılar

Tapınakçılar'ın Kuruluşu

Tapınakçılar, Haçlıların Kudüs'ü ele geçirmelerinden ve bir Latin Krallığı kurmalarından yaklaşık 20 yıl sonra tarih sahnesine çıktılar. 1118 yılında kurulan ve herkesçe tanınan adı "Tapınakçılar" veya "Tapınak Şövalyeleri" (İngilizce'de Templars ya da Knights Templar) olan bu tarikatın tam ismi "İsa'nın ve Süleyman Tapınağı'nın Yoksul Şövalyeleri" idi. ("Pauperes Commilitones Christi Templique Salomonis") Kurucuları ise toplam 9 şövalyeden oluşuyordu: Hugues de Payens, Godfrey de St. Omar, Godfrey Rossal, Gundemar, Godfrey Bisol, Payen de Montdidier, Archibald des St. Aman, Andrew de Montbard ve Provins Kontu. Ortaçağ Avrupa'sının en güçlü, en etkili ve hakkında en çok konuşulan örgütlerinden biri olacak bu tarikatın kuruluşu Kudüs'te sessiz sedasız gerçekleşti. (Bu tarikat hakkındaki bilgilerin önemli bölümü, 12. yüzyılda yaşayan tarihçi Guillaume de Tyre kanalıyla günümüze ulaşmıştır.) [25]
Tarikatın kurucuları dönemin Kudüs Kralı II. Baldwin'in huzuruna çıktılar ve Birinci Haçlı Seferi'nin ardından Kudüs'e akın eden Hıristiyan hacıların mallarını ve canlarını koruma işine talip olduklarını belirttiler. Kral, Tapınakçılar'ın ilk "Büyük üstadı" olan Hugues de Payens'i yakından tanıyordu. Kendilerine büyük destek verdi; aynı zamanda onlara bir zamanlar Süleyman Tapınağı'nın yer aldığı (Mescid-i Aksa'yı da kapsayan) bölgeyi tahsis etti. Büyük İslam kumandanı Selahaddin Eyyubi'nin Hıttin Savaşı'nın ardından Kudüs'ü geri almasına kadar geçen 70 yıl süresince"Tapınak Tepesi", Tapınakçılar'ın merkezi oldu. Kendilerine "Süleyman Tapınağı" ile bağlantılı bir isim verilmesinin nedeni de buydu. özellikle burasını kendilerine üs olarak belirlemeleriyse rastgele bir seçim değil, bilinçli bir tercihti. Tapınak, Hz. Süleyman'ın gücünün bir simgesiydi; Tapınak'tan geriye kalanlar ise büyük gizler barındırıyordu.
Kurucu şövalyelere göre, bir araya gelmelerinin, diğer bir deyişle bu tarikatı kurmalarının amacı, Kutsal Toprakların ve Hıristiyan hacıların güvenliğini sağlamaktı. Ancak Tapınakçılar'ın gerçek amacı çok farklıydı.[26]

Tapınakçılar'ın Gizlenen Amacı

Dokuz Tapınak şövalyesinin, kuruluş aşamasında ilan ettikleri gibi, Hayfa'dan Kudüs'e kadar olan bir bölgeyi kendi başlarına korumaları fiziksel olarak imkansızdı. Tapınakçılar'ın yardımseverlik değil, aksine ekonomik ve siyâsî çıkarlar peşinde oldukları açıktı. Masonluğun en tanınmış isimlerinden biri olan 33. dereceden büyük üstad Albert Pike (1809-1891), masonluğun temel eserlerinden biri kabul edilen Morals and Dogma (Ahlak ve Dogma) adlı kitabında, Tapınakçılar'ın gerçek amacını şöyle açıklamıştır: [27]
 "...Templiyerlerin (Tapınakçıların) ilan edilen görevi, kutsal yerleri ziyarete gelen Hıristiyanları korumaktı. Gizli amaçları ise, Ezekiel'in haber verdiği modele uygun olarak Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa etmekti... Tapınakçılar, en baştan beri Roma'nın (Papalık) ve onun krallarının egemenliğine karşıydı. Amaçları, zenginlik ve güç elde etmek ve gerekirse savaşarak Kabalistik dogmayı yerleştirmekti." [28]
Her ikisi de mason olan İngiliz yazarlar Christopher Knight ve Robert Lomas da, "The Hiram Key" (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında Tapınakçılar'ın kökeni ve amaçlarına yer vermektedirler. Pike'ın verdiği bilgilere ek olarak, Tapınakçılar'ın Kudüs'te bulundukları dönemde gerçekten de büyük bir değişim yaşadıklarını ve Hıristiyanlık inancı yerine başka öğretiler kabul ettiklerini vurgulamışlardır. Kitapta verilen bilgilere göre bunun temelinde ise, Kudüs'teki Süleyman Tapınağı'nda "keşfettikleri bir giz" yatar.[29] Zaten Tapınakçılar'ın Kudüs'teki asıl hedefleri, Süleyman Tapınağı'nın harâbelerini araştırmak olmuştur. Yazarlar, Tapınakçılar'ın "Filistin'e giden Hıristiyan hacıları korumak"şeklindeki görüntüsünün sadece bir kılıf olarak kullanıldığını, tarikatın asıl hedefinin çok daha farklı olduğunu şöyle açıklarlar:
"Tapınakçılar'ın kurucularının herhangi bir zaman hacılara koruma sağladıklarına dair hiçbir kanıt yoktur, ama öte yandan Herod Tapınağı'nın (Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşa edilmiş hali) yıkıntıları altında yoğun araştırma kazıları yaptıklarına dair son derece ikna edici kanıtlar buluyoruz."
"The Hiram Key" kitabının yazarları, Tapınakçılar'ın bu araştırmalarının sonuçsuz kalmadığını, tarikatın gerçekten de Kudüs'te, "dünya görüşlerini değiştiren" önemli bir şeyler bulduklarını yazmaktadırlar. Pek çok araştırmacı da aynı kanıdadır: Tapınakçıların Hıristiyan bir dünyada doğmalarına, Hıristiyan kökenden gelmelerine rağmen, Hıristiyanlıktan tamamen farklı bir inanca ve felsefeye bağlanmalarına neden olan, onları sapkın ayinlere, kara büyü ritüellerine yönelten bir "kaynak" olmalıdır.[27]

Süleyman Mabedi ve Masonlar

Süleyman Tapınağı ve Mesih, Yeni Dünya Düzeni kurmak isteyen küresel finans oligarşisinin iki temel sembolüdür. Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın pek çok kutsal sembollerini bu dine mensup insanları ikna etmek için kullansalar da gerçekte Mısır-Babil okültizmine dayanan Kabala'ya yani Lusifer'e (Satürn) inanmaktadırlar.[30]
Masonluk ve dünyanın pek çok ülkesinde örgütlenmesi olan Siyonist organizasyonları eğer kendilerine sorarsanız birbirleriyle alakalarının olmadığını iddia ederler. Oysa bu iki örgütlenme farklı yollardan aynı amaç için çalışırlar. Amaç, birinde açıkça “Siyonist Yahudi çıkarları”na hizmet olarak ifâde edilebilirse de Masonluk'ta “Kudüs”ün önemi adeta kutsanırken, birliğin amacının Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşası olarak tanımlanır. Bunu yapacak olanlar da “duvar işçileri”; yâni üyeleridir.[26]
Farmasonlar (freemasonary) için bu anlamda uydurulan tarihte en uygun yapı hermetik, gnostik metinler, Templiyer Şövalyeleri, Gül ve Haç örgütü gibi gnostik ve esasında bir Müslüman olan Hasan Sabbah'ın gnostizminden etkilenmişlerdir. Sabbah devrinin en korkulan hükümdarlarından biridir ve neredeyse yarı efsane konumundadır. Sultanların yatak odasına kadar girip ölüm notları bırakmaktan tutunda bir sürü cesaret gerektiren işi adamları hiç çekinmeksizin yapabilmektedir, bu durumda onu bir cazibe merkezi haline getirmektedir. Templiyer şövalyeleri ve Gül ve Haç bundan etkilenmiştir ama esasında Süleyman Tapınağında olduğu iddia edilen hazine ve gnostik bilgiler ise hayal ürünüdür. Bu daha çok farmasonların uydurduğu belgelere dayanır ama herhangi bir gerçekliği yoktur.[31]
"New World Order"; yani "Yeni Dünya Düzeni" kavramı bizlere çok yeni görünen, aslında kökü eski zamanlara dayanan bir ülküdür. Bu tabiri ilk olarak 1918'de ABD Başkanı Wilson'un dengelemek istediği dünya siyasetinde görüyoruz. Wilson, devletlerin kana kan çarpıştığı süreçten sonra birtakım barış ilkelerini savaş devletlerine kabul ettirirken bunu yeni dünya düzeni esasında sundu. Bu barış prensipleri ne kadar kabul gördü orası tartışılır. Ancak bu meseleler ile birlikte “yeni düzen”in köklerine inmemiz gerekiyor.
Bütün olaylar, Orta çağ'da Fransa kralından Kudüs'e giden hacıları korumak maksadıyla izin alan birkaç şövalye ile başlıyor. Asıl amaç bu değil elbette. Kudüs'te eskiden yıkılmış olan Süleyman Tapınağı'nda bulunan gizli Kabala kalıntılarına sahip olmaktır asıl amaç. Bunun için İskoçya'dan Kudüs'e uzanan bir şebeke kuruyorlar. Zamanla güçlenen Tapınak Şövalyeleri, Haçlı Seferleri'nde de Müslümanlara karşı savaşanlar arasındalar. Gittikçe artan prestijleri ile hem şöhretleri hem de servetleri büyüyor. Bir zaman geliyor ki Fransa Kralı, ani bir baskın tertipleyip elebaşlarını idam ediyor. Geriye kalan şövalyeler servetleri ile birlikte ortadan kayboluyorlar. Nereye gittikleri hakkında en ufak bilgiye ulaşılamıyor. Bunların içlerinde bulunanların Avrupa'da duvar işçiliği ve sair işlerde kendilerini gizledikleri en kuvvetli ihtimaldir. Bu amaç etrafında yeni bir oluşumla karşılaşıyoruz; Avrupa dillerindeki karşılığı “duvar işçisi” manasına gelen Masonlar ile. Bunlar belli bir amaç etrafında yani kendi deyimleri ile tüm insanlığın kardeşçe yaşaması için toplanır ve bu yönde çalışırlar. Aslolan tek şey yine Kabala esaslarını kabul edip, dünyanın tek parça haline gelmesi için çalışmak.[32]
Mason kaynaklarında, sırf Eski Mısır'ın geneline değil, bu sistemin zalim yöneticileri olan Firavunlara karşı da büyük bir övgü ve yakınlık vardır. Mimar Sinan dergisindeki bir diğer makalede şunlar yazılıdır:

«Firavun'un başlıca vazifesi, Nûr'u aramaktır. Gizli Nûr'u, daha canlı ve daha kuvvetli bir surette yüceltmektir.. Biz masonlar, nasıl Süleyman Mabedi'ni inşaya çalışıyorsak, eski Mısırlılar da Ehramı, yani Nur Evini inşaya çalışırlardı. Eski Mısır mabetlerinde yapılan ayinler, bazı derecelere ayrılmıştı. Bu dereceler iki kısımdı. Küçük ve büyük dereceler. Küçük dereceler, bir-iki-üç diye ayrılmıştı; bundan sonra Büyük dereceler başlardı.» [33]
Masonlar, Hz. Süleyman hakkındaki söz konusu çarpık bakış açısını benimsemiş, onu Eski Mısır'dan gelen pagan öğretilerin temsilcisi saymış ve bu nedenle Hz. Süleyman'a kendi öğretileri içinde büyük bir yer ayırmışlardır. Amerikalı tarihçi Michael Howard, "The Occult Conspiracy" adlı kitabında, Ortaçağ'dan bu yana, Hz. Süleyman'ın (kendisini tenzih ederiz) sanki bir büyücüymüş gibi algılandığının görüldüğünü, birtakım pagan fikirlerin Yahudilik içindeki temsilcisi olarak kabul edildiğini anlatmaktadır.[34] Howard, bu bakış açısı nedeniyle masonların Hz. Süleyman mabedini bir "pagan tapınağı" olarak algıladıklarını ve bu yüzden tapınağa önem verdiklerini belirtmektedir.[35]
Bütün bu üstte anlattıklarımız, masonların kendilerini Süleyman Tapınağı'yla ve Tapınak'ın inşasını üstlenen Hiram Abiff'le olağanüstü bir biçimde özdeşleştirdiklerini gösteriyor. Acaba nedir Süleyman Tapınağı'nda ve Hiram Abiff'te masonları bu kadar etkileyen şey? önceki sayfalarda Süleyman Tapınağı'nın cazibesinin nereden kaynaklığını görmüş, Tapınak'ın Kuran'ın bildirdiğine göre Yahudilerce hakkında sapkınca "şeytânî"yorumlar yapılan Hz. Süleyman'ın iktidar ve gücünü temsil ettiğini incelemiştik. Peki ya Hiram Abiff'in durumu nedir?

çok ilginç, Kuran'dan Hiram efsanesiyle de ilgili çok önemli bir bilgi ediniyoruz. Hiram'ın Tapınak'ın inşasını üstlenen duvarcı ya da "bina" ustası olduğunu akılda tutarak, Sâd Sûresi'nden Hz. Süleyman'la ilgili ayetleri okuduğumuzda masonluğun kökeni hakkında çok önemli bir ipucu yakalıyoruz:

«... biz Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstünde bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü. 'Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin.' Böylece rüzgarı onun buyruğu altına verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakça eserdi. Şeytanları da (onun buyruğu altına verdik); her bina ustasını ve dalgıç olanı. Ve (kötülük yapmamaları için) sağlam kementlerle birbirine bağlanmış diğerlerini.» [36]
Ayetler, Hz. Süleyman'ın emrine "şeytanların" verildiğini ve Hz. Süleyman'ın bunları çalıştırdığını anlatıyor. Bu "şeytanlar"ın özelliklerinden biri de"bina ustası" olmaları...
Yani Hz. Süleyman'ın emrinde çalışıp, Tapınak'ı inşa edenler, Hz. Süleyman gibi mümin değillerdi. Tapınak'ı inşa eden "bina ustaları", Hz. Süleyman'ın emrine verilmiş olan ve onun gücüne boyun eğmiş olan "şeytan"lardı. (Bu, Hz. Süleyman'a verilmiş olan özel bir güçtür. Sebe Suresi'nde de Hz. Süleyman'ın, Allah'ın yardımıyla inkârcı cinleri kullandığı anlatılır. Böylece Hz. Süleyman, kendi gücünden ve iktidarından korkan şeytanları da hayır yolunda kullanabilmiştir.)

Dolayısıyla, Tapınak'ın inşasını üstlenen Hiram ve yanındaki duvarcılar da, Kuran'ın deyimiyle Hz. Süleyman'ın emrine verilmiş "şeytanlar"dır. Hiram'ı, bu gerçeğin tam tersine Hz. Süleyman'ın en yakını ve yardımcısı olarak gösteren masonik kaynaklarsa, bu düşünceye Yahudi kaynaklarından varmışlardır. Yahudilerin böyle bir inanca sahip olmaları da, yine Kuran'ın bildirdiği gibi, Hz. Süleyman hakkında "şeytanların uydurduklarına uymaları"ndan (Bakara, 102) kaynaklanıyor. Hz. Süleyman'a böylece "küfür" (inkar) atfeden Yahudiler, onu doğal olarak Tapınak'ı yapan "bina ustası" şeytanlarla bir tutmuşlardır.

Sonuçta, masonların kendilerini özdeşleştirdikleri Hiram Abiff ve yanındaki "bina ustaları"nın, Kuran'ın deyimiyle "şeytan" olduğu açığa çıkmaktadır.

Ayette işaret edilen bir gerçekle ilgili olarak çok ilginç bir bilgi daha var. 33. dereceden üstad mason Brigadier A. C. F. Jackson'un yazdığı Rose Croix adlı kitapta, Haçlı Seferlerinin ardından Avrupa'ya dönen Tapınakçılar'ın "Diver's lodge" (Dalgıç locaları) adıyla anılan localar kurulduğu bildiriliyor.47 (Sad Suresi'nin 37. ayetine göre, Hz. Süleyman'ın emrindeki "şeytanların" bazılarının da "dalgıç" olduğunu hatırlarsak, "Diver's lodge"in nereden esinlendiğini daha iyi anlayabiliriz.

Anlaşılan odur ki, Tapınakçılar, Hz. Süleyman'ın emrine verilmiş olan ve Kuran'da bina ustaları ve dalgıçlar olarak tanımlanan şeytanların sahip oldukları geleneği sürdürmeye karar vermişlerdir. Masonik sır ise, bu şeytanların Yahudi inancına göre Hz. Süleyman'la paylaştıkları büyü ve benzeri yöntemleri kullanma geleneğidir ki, Kabala bu geleneğin ta kendisidir. Kabalacılarla masonlar arasındaki ilişkinin kaynağı da budur. Dolayısıyla, masonluğun kökenini oluşturan gelenek, Kuran'ın ifâdesiyle "şeytânî"dir.
Masonluğun tarih boyunca dinle çatışmış ve her türlü din-karşıtı hareketin arkasında yer almış olmasının, sanırız bundan daha anlamlı bir sembolik kökeni de olamaz...[37]

çift Sütun

Mason localarının değişmez dekorlarından biri, locanın girişinde yer alan ikiz sütunlardır. üzerlerine "Jakin" ve "Boaz" kelimeleri kazınmış olan bu sütunlar, Hz. Süleyman Tapınağı'nın girişinde yer alan iki sütunun taklidi olarak bilinir. Oysa gerçekte bu sembolde de masonların kastı, bir peygamber olan Hz. Süleyman'ı anmak değil, Hz. Süleyman hakkında üretilen iftira yoluyla, ilham aldıkları pagan inançları ifade etmektir. Bu sütunların kökeni de yine eski Mısır'dır. Mimar Sinan dergisindeki "Ritüellerimizdeki Allegori ve Semboller" başlıklı makalede bu konuda şu açıklama yapılır:

örneğin Mısır'da Horus ve Sut göklerin ikiz mimarı ve dayanağı idiler. Hatta Tebai'deki Baccus da öyleydi. Localarımızdaki iki sütun da eski Mısır kaynaklıdır. Mısır'daki bu sütunların biri güneyde Thebes şehrinde diğeri kuzeyde Heliopolis'tedir. Mısır'ın baş tanrısı Ptah'a adanmış Amenta isimli tapınağın girişinde Solomon tapınağının girişinde olduğu gibi iki sütun vardı. Güneşle ilgili en eski mit'lerde de sonsuzluğun giriş kapısı önünde dikili akıl ve kuvvet isimli iki sütundan bahsedilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.