AŞK VE ŞİFA

GEVHER NESİBE SULTAN

AŞK VE ŞİFA

Gevher Nesibe , Selçuklu hükümdarlarından II.Kılıçarslan’ın oniki evladından tek kızı, yadigârı, Alanya ( Alaiye ) fatihi I.Alaaddin Keykubat’ın halası, I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in kardeşidir. Kara kaşlı, kara gözlü, kara saçlı, ak yüzlü olarak rivayet edilen, o dönemde sarayın baş tacı olan güzeller güzeli birsultandır…
Genç kızlığa adım atıp, evlilik çağına gelen Gevher Nesibe, babası öldükten sonra Selçuklu Devleti’nin başına gelen ağabeyi Gıyaseddin Keyhüsrev’in himayesinde, Kayseri’de yaşamaktadır. Neredeyse tüm zamanını sarayda geçiren güzel sultan, bir gün mahremiyet perdesinin ardından gördüğü saray baş sipahisine (komutan), adeta bütün yüreği ve benliğiyle ilk görüşte aşık olur.
Gevher Nesibe için çok şey ifade eden cesur sipahi, artık bu masum genç kızın hayallerinin prensidir. Onu çok seviyordu körpe sultan ve artık gönlüne söz geçiremiyordu.
Sürekli onu takip ediyor ve git gide büyüyen aşkını kendisine dahi itiraf etmekten çekiniyordu. Sipahi de aslında prensese karşı kayıtsız değildi, hatta güzel gözlü prensese öylesine tutkuyla bağlı ve hayrandı ki, O’nsuz bir hayatın ne kadar anlamsız olduğunu düşünüyordu. Fakat genç komutan Sultan Keyhüsrev’in bu beraberliğe vereceği acı tepkiyi de düşünmeden de edemiyordu. Ama bir gün bütün endişelerine rağmen, cesaretini toplayarak sultanının karşısına çıkar ve Gevher Nesibe’yi kendisine ister.
Gıyaseddin Keyhüsrev, hizmetini gören ve konum itibariyle, yani hanedana mensup olmayan hatta vasat saydığı birinin kız kardeşine talip olmasına bozulur ve dahası kardeşinin de bu sipahiye gönlünün olduğunu tahmin etse de, kardeşinin üzüleceğini düşünerek, komutanın yüzüne olumsuz bir cevap vermez. Fakat hadsizce saydığı bu teklif karşısında son derece rahatsız olan ve kendince yaptığı hesapların neticesinde bir karar veren sultan Gıyaseddin, saray sipahisini karşısına alarak, kardeşini hak etmesi gerektiğini söyler ve O’nun için bir fetih yapmasını ister.
– Emrindeki askerlerle böyle bir fetih gerçekleştirir ve topraklarımızı genişletirsen, sana kız kardeşimi verir, baba malına da ortak ederim der.
Yağız kumandan bu talebin her ne kadar saray adeti olduğunu bilse de, aslında Keyhüsrev’in bu kinaye davranışını neticesinde, kendisine düzenlenen bir tuzak olduğunun da farkındaydı.
Çünkü savaşların ardı ardına yaşandığı bu dönemlerde, meydanlardan geriye sağ dönen çok nadirdi. Lakin yine de kahraman sipahi, Gevher Nesibe’nin aşkına layık olabilmek için sultanın teklifi kabul eder ve yola revan olur.
Fakat kısa bir süre sonra, Gevher Nesibe Hatun’un kaygılarla gönderdiği sipahisi savaşta yara alır ve perişan bir vaziyette Kayseri’ye geri getirilir. Keyhüsrev amacına ulaşmıştır, ama gelecekte kendisini pişmanlıklara sevkedecek hadiselerden de habersizdir.
Diğer yandan biricik sevdiceğinin iyileşmesi için her şeyi feda etmeye hazır olan güzel prenses, yaşadıkları karşısında hayali hüsran olmuştur ama, ne yazık ki artık yapacak bir şey yoktur.
Genç sipahi, onca çabalara rağmen kurtarılamaz ve sevdiğine hasret, hayata veda eder. Kahraman kumandanın ölümüyle, abisinin göz bebeği Gevher Nesibe’nin de dünyası yıkılmıştır. Üzerine adeta gök kubbenin çöktüğünü hisseden ve kendisini hüzünlerin çukuruna iten bu ölüm, bu hazin ayrılık Gevher Nesibe Hatun’u ziyadesiyle üzer ve git gide umarsız bir derdin içine sürükler.
O’nu artık hiçbir şey mutlu etmemektedir, o koskoca saltanata ve ihtişama rağmen çaresiz ve yapayalnızdır. Netice de bu hicran yarası ne yazık ki çok geçmeden, her gün sevdiğinin ardından gözyaşı döken ve kendisini yiyip bitiren bahtsız sultan, o zamanın çaresiz derdi verem hastalığına yakalanır.
Günden güne eriyen Gevher Nesibe Hatun’un durumu kötüye gittikçe, abisi Keyhüsrev’de içini kemiren pişmanlığıyla baş başa kalmıştır.Kardeşine yaptığı kötülükten dolayı vicdan azabı çeken Gıyaseddin Keyhüsrev, ölüm döşeğindeki kardeşinin başına gelerek;
– Sevgili kardeşim, iki gözüm bacım benim. Görünen o ki, sen Rabb’ına yürüyorsun. Yarın Huzur’u İlâhi’de sana karşı hizmetini yerine getirmemiş olmayayım. Baba yurdunda senin de hakkın var. Bu hakkını nasıl ödeyeyim senin!. Söyle hadi benden ne istersin?
Gevher Nesibe Hatun’un, hastalık gül yüzünü soldurmuş ve artık mecali kalmamıştır. Bedbaht prenses, yorgun başını gönül kırgını olduğu abisine mahsun bir eda ile çevirerek;
– Sevgili ağabeyim, takdire tedbir çare değildir. Bizi yaradan bize nasıl bir kader takdir etmişse, o tecelli edecektir. Bunu kabullenmemek Allah’ın iradesine isyan olur. Biz, doğduğumuz andan itibaren beraberimizde taşıdığımız ölüm cevherini kendimize ziynet sayarız. Ama yine de ahirette benim ruhumun rahat etmesini istiyorsan, büyükce bir şifahane yaptır!..
– Bu öyle bir şifahane olsun ki, burada hem gönül hem de beden acıları dindirilsin, her ikisinin de tedavisi yapılsın.. Babamdan bana düşen miras, ne kadarına yetiyorsa, sende o kadarını harca ve ceddimizin şanına yakışır bir eser meydana getir… diye kahırlı bir vasiyette bulunur ve çok geçmeden de, ruhunu teslim eder.
Gıyaseddin Keyhüsrev’in acısı çok büyüktür ve nedamet ise dayanılacak gibi değildir, fakat her şeye rağmen bu kez bir ihmale meydan vermemek için, hemen biricik kardeşinin vasiyetini yerine getirmek üzere, şifahanenin inşaatını başlatır.
Hiçbir masraf ve emekten kaçınılmamasını emreden Sultan Gıyaseddin, son derece muazzam ve donanımlı bir bina inşa ettirerek, sadece Anadolu’ya değil neredeyse yurt dışından gelen hastalara dahi şifa dağıtacak kapasitede bir şaheser yaptırır.
1205 yılında tamamlanan ve Şifaîye ve Gıyâsiye Medresesi adı verilen bu muhteşem bina içerisine, daha sonra sevgili kardeşi Nesibe Hatun’un da türbesini tesis eden Gıyaseddin Keyhüsrev, bir nebze olsun vicdanını rahatlatmaya çalışır. Muhteşem bir mimariye sahip olan binada Gıyasiye adı verilen bölümü, tıp alanında eğitim görecek gençler için okul olarak tahsis eden Keyhüsrev, burada dermansız derde düşen ve sevdiceğine hasret giden Nesibe Hatun’un vasiyetiyle, dünyanın ilk tıp tahsilini de başlatmış oluyordu.
Nesibe Hatun ne acıdır ki, kendisinin dünyada eremediği muradına, abisini elçi kılarak yaptırdığı ve o dönemde bir ilk olan tıp merkezi asırlarca bünyesinde verdiği eğitimle bir çok hekim yetiştirmiş uzun yıllarca sultanın kederine ortak bir çok gönül hastasına şifa vermiştir..



*

Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi 
13. yüzyılda karvan yollarının kesiştiği önemli bir merkez olarak öne çıkan Kayseri, bu yüzyıldan sonra "Mukarr-ı Ulema" (Alimler Şehri) olarak anılmaya başlar. Önemli bir bilim ve sanat merkezi olan Kayseri'de Selçuklu döneminde 15 kadar medresenin olduğu belirtilmektedir. Bu medreseler arasında Tıp Medresesi ve Şifahane olarak yapılan Çifte Medrese (bugünkü adıyla Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi) Anadolu'daki ilk tıp merkezi olarak bilinmektedir.
Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi
Kayseri Tıp Tarihi Müzesi'nin yer aldığı Çifte Medrese, 1205-1206 yıllarında Selçuklu hükümdarı II. Kılıçarslan'ın kızı Gevher Nesibe Sultan adına kardeşi I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılmıştır.

Medrese, Gevher Nesibe Şifahiyesi Kayseri Daruşşifası, Şifa-hatun Medresesi, Kayseri Maristanı, Darüşşifa Medresesi, Çifte Medrese, Çifteler, Gıyasiye ve Kayseri Tıbbiyesi gibi isimlerle de anılmaktadır.

Gevher Nesibe Şifahiyesi Türklerin yaptırdığı onbirinci büyük hastanedir. Anadolu'da ise beşinci olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda içerisinde tıp tahsili yapılanların ilkidir. Gevher Nesibe Tıp Sitesi, yapısı ve tıp eğitimi açısından dünyadaki ilk tıp merkezi olarak bilinmektedir. Gevher Nesibe Medresesi’nde hekim, cerrah, kehhal (göz mütehassısı), akıl hastanesi ve ruh hastalıkları koğuşları ve yardımcı asistanları bulunmaktadır. Bunların yanı sıra medresede eczane kısmı da bulunmaktadır.

Günümüzde Mimar Sinan Parkı içinde yer alan Gevher Nesibe Şifahiyesi, Erciyes Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü'ne tahsis edilmiş ve 14 Mart 1982'de Tıp Tarihi Müzesi olarak düzenlenmiştir.
Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi
Gevher Nesibe Sultan ve Çifte Medrese'nin hikayesi:

Gevher Nesibe Sultan, saray başsipahisine gönül vermiştir. Evlenmelerine Gevher Nesibe Sultan'ın ağabeyi hükümdar I. Gıyaseddin Keyhüsrev karşı çıkmıştır. Başsipahiyi bir savaşa göndermiş ve başsipahi orada şehit olmuştur. Bu olay sonrasında Gevher Nesibe Sultan üzüntüsünden hasta olmuş ve vereme yakalanmıştır. Kız kardeşinin durumunu öğrenen I. Gıyaseddin Keyhüsrev onu ölüm döşeğinde ziyaret eder.

Son dileğini sorarak, özür diler. Gevher Nesibe Hatun Gıyaseddin Keyhüsrev'den "Ben devasız bir derde düştüm, kurtulmama imkan yok, hiç bir hekim derdime çare bulamadı, ben artık ahiret yokuşuyum, eğer dilersen benim mal varlığımla benim adıma bir şifahane (hastane) yaptır! Bu şifahanede bir yandan dertlilere şifa verilirken, bir yandan da çaresi olmayan dertlere çare aransın. Bu şifahane ünlü hekim ve cerrah yetiştirsin. Burada kimseden bir kuruş para alınmasın. Burası benim adıma bir vakıf olsun" diye buyurmuştur.

I. Gıyaseddin Keyhüsrev kız kardeşinin hastalığına kendisinin neden olmasından büyük üzüntü duyar. Onun son isteğini yerine getirir ve 1204'de şifahanenin yapımını başlatır. Şifahane iki yılda tamamlanarak, 1206'da hizmete açılır. Daha sonra şifahanenin doğusuna Gevher Nesibe Sultan'ın ikinci kardeşi Izzeddin Keykavus tarafından 1210-1214 yılları arasında tıphane (Tıp Medresesi) yapılmıştır. Bu çift yapının 1890 yılına kadar amacına uygun bir biçimde kullanıldığı bazı kaynaklarca belirtilmiştir. (Çifte Medrese hakkında daha ayrıntılı bilgili için lütfen buraya tıklayınız.)
Çifte Medrese, adından da anlaşılacağı gibi 2800 metrekare alanı kaplayan iki bölümden oluşur. Her iki bina açık avluları ile tipik Selçuklu plan şemasına sahiptir. Yapılardan birinin avlusu diğerinden büyüktür. Batı bölümde şifahane (sağlık tesisi), doğuda tıp medresesi (eğitim tesisi) yer alır.

Gerek şifahane, gerekse medrese bölümü açık bir avlu etrafında bulunan dört eyvandan oluşur. Şifahane ile Medrese arasında beşik tonozlui dar bir geçit vardır. Şifahane bölümünün batısnda uzn bir koridor ve bu koridorda 4-5 metrekarelik odalar bulunur. Odaların tonozlarının birçoğunda ışık ve havalandırma için oluşturulmuş açıklıklar görülür. Bu koridorun "bimarhane" yani akıl hastanesi olarak kullanıldığı bilinmektedir.

Çifte Medrese'nin kış aylarında künklerle merkezi sistemden getirilen sıcak su buharı ile ısıtıldığı düşünülmektedir. Medrese bölümünün kuzeydoğu bölümünde Gevher Nesibe Sultan'a ait bir türbe bulunmaktadır. Sekizgen olan prizmatik külahlı türbenin kapıları avluya açılmakta olup, alt ve üst katlarda mezar mahsenleri vardır.
Çifte Medrese’nin Kitabesi

Çifte Medrese'nin şifahane bölümünün taş kapısı üzerinde bir kitabe bulunmaktadır. Kitabede II. Kılıçarslan'ın kızı ve I. Gıyaseddin Keyhüsrev'in kardeşi Gevher Nesibe Sultan'ın vasiyeti üzerine inşa edildiği belirtilmektedir. Kitabenin hemen altında taştan işlenmiş kemer ve etrafında karşılıklı Selçuklu motifleri bulunmaktadır. Bunlardan birisi daire üzerine birbirine sarılmış iki yılanı andırmaktadır. İki yılanın arasında ise Selçuklu madalyonu bulunur. Anadolu'da Selçuklu döneminde tıp eğitiminin darüşşifalarda bir tür usta çırak ilişkisi içerisinde sürdürüldüğü bilinmektedir.
Medreseden yetişen ünlü hekimler

Şifahiyede Gevher Nesibe Sultan’ın vasiyeti üzerine tedavi gören hastalardan ücret alınmamakladır. Gevher Nesibe Şifahiyesi ve Medresesi’nde Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat’ın sağlık nazırı olan Ekmeleddin hocalık yapmıştır. Ünlü Türk hekimlerinden Ebubekir, Gazanferi, Ali Şinasî, Ebu Salim İbni Kübra, Yakubi, Sucauddin Ali Bin Ebu Tahir, Seyit Samet Cevher Nesibe Medresesi’nde yetişmişler ve hocalık payesine erişmişlerdir.
Müzede Sergilenen Bölümler
Tıbbı-ı Nebevi, Gevher Nesibe Eyvanı, Atatürk ve Askeri Hekimleri, Gevher Nesibe Sultan Mescidi ve Sandukası, Kışlık Dersane, Ibn-i Sina Eyvanı
Yazlık Dersane, Kütüphane, Selçuklu Kıyafetleri, Eski Türk Hekimleri, Sertababet, Eczane, Adli Tıp Tarihi, Dişçilik Tarihi, Hasta Odası, Hemşirelik Tarihi, Gevher Nesibe Tıp Tarihi Hekimleri, Kayseri ve Civarı Şifalı Sular, Son Asır Türk Hekimleri, Eczacılık Tarihi ve Haç Hazırlama, Akşam Nakahat Eyvanı, Hasta Muayene Yeri, Ameliyathane ve Cerrahi Aletler, Türk Tıbbında Gelişim, Tıp tarihi Araştırma Enstitüsü, Sabah Nekahat Eyvanı, Akıl Hastanesi Ruh Hastalıkları Psikiyatri Koğuşları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.