'' Son zamanlarda Prof. Dr. Sultan Mahmut Kaşgarlı’nın ve Uygurlu bilim adamlarının yaptıkları araştırmalar; 1008 yılında Kaşgar şehri yakınlarındaki Opal’da doğduğunu 1105 yılında, 97 yaşında Opal’da öldüğünü yazmaktadır.''
*
''Hayatı
Kitabu Divanı Lügati’t-Türk’ün yazarı, büyük Türk bilgini Kaşgarlı Mahmud’un ne zaman, nerede doğduğu konusunda elimizde kesin bilgi bulunmamaktadır. Bu konuda birçok eserde, sayısız ayrı tarih ortaya atılmıştır. Son zamanlarda Prof. Dr. Sultan Mahmut Kaşgarlı’nın ve Uygurlu bilim adamlarının yaptıkları araştırmalar; 1008 yılında Kaşgar şehri yakınlarındaki Opal’da doğduğunu 1105 yılında, 97 yaşında Opal’da öldüğünü yazmaktadır.
Uygurlar, Kaşgarlı Mahmud’un Opal’da bulunan mezarı üzerine büyük bir türbe yaptırmışlardır.
Bugün Çin hâkimiyeti altında bulunan Doğu Türkistan’daki Kaşgar şehrinden babasının öldürülmesi üzerine ailesi Kaşgar’dan göçtü. Kaşgarlı’nın babası Karahanlı şehzadelerinden “Barsgan’lı Hüseyin bin Muhammed”’dir.
Kaşgarlı Mahmud’un kendisi hakkında verdiği malumattan ve ortaya koyduğu eserden onun çok iyi bir tahsil görmüş olduğunu, Türkçe’nin lehçe ve şiveleri yanında Arapça ve Farsçayı da mükemmel bir şekilde bildiğini anlıyoruz. Divan’da kendisinden söz ederken “Ben onların en uz dillisi, en açık anlatanı, akılca en incesi, soyca en köklüsü, en iyi kargı kullananı olduğum halde onların şartlarını, çöllerini baştanbaşa dolaştım. Türk, Türkmen, Çiğil, Yağma, Kırgız boylarının dillerini kafiyelerini belleyerek faydalandım; öyle ki, bende onlardan her boyun dili, en iyi yolda yerleşmiştir. Ben onları en iyi surette sıralamış, en iyi düzenle düzenlemişimdir.
Eserini hazırlarken Tarım, İli, Çuv ve Sir Derya havzalarındaki Türk coğrafyasını bizzat gördü; Argu, Çiğil, Kençek, Kıpçak, Oğuz, Türkmen, Uygur ve Yağmalar’ın konuştuğu dilleri öğrendi; Argu, Bulgar, Hakanlı, Kençek, Oğuz ve Uygur coğrafyasını, kültür ve medeniyetini, siyasi ve iktisadi çehresini, içtimaiyat, iktisat ve hukuk uygulamalarını inceledi; böylece, Türk dünyasının sözcük dağarcığı, dilbilgisi, kişi, boy ve yer adları, örf-adet ve yaşayışları, halk bilimi ve edebiyatı, akrabalık, evlenme, bağcılık ve bahçıvanlık uygulamaları, hayvan adları, yetiştiriciliği, beslenme, mutfak, yemekler, bitki, tabiat, dokuma ve bezeme, ev eşyası ve giyim kuşam kültürü üzerine zengin bilgi sahibi oldu.
25 Ocak 1072 yılında “Divanu Lugati’t-Türk”’ü yazmaya başladı. 10 Şubat 1074 yılında Bağdat’ta bitirdi. 1077 yılında eserini Abbasi Halifesi Muhammed oğlu Ebu’l-Kasım Abdullah Muktedi Kaim bi Emri’llah (1075-1094)’a sundu.
Bana sonsuz bir ün ve bitmez tükenmez bir azık olsun diye şu kitabıma-Tanrıya sığınarak – “Divanu Lugati’t – Türki (Türk Dilleri Kamusu) adını vererek yazdım”,[1] diyen Kaşgarlı’nın bu açıklamalarından, onun bütün Türk illerini, obalarını ve bozkırlarını birer birer dolaştığı, Türk diline ve kültürüne ait bulduğu her şeyi eserine kaydettiği anlaşılmaktadır.
“Kaşgarlı Mahmud” adı zikredildiğinde ilk akla gelen şey onun Türkçülüğü milliyetçiliğidir. Kaşgarlı’nın, Arapçanın bütün İslam dünyasında bilim ve kültür dili olarak hâkim olduğu bir çağda yazdığı ve 1074’te Bağdat’ta devrin halifesi Ebü’l-Kasım Abdullah’a sunduğu Türklüğün temel kitabı olan bu eserini niçin ve nasıl yazdığını anlamak için onun kendi açıklamalarına bakmak yeterli olacaktır.
Kaşgarlı eserine, Tanrı’nın, dünyayı yönetme görevini Türk milletine verdiğini, bu nedenle de Türk dilinin herkes tarafından öğrenilmesinin gerekli hatta zorunlu olduğunu vurgulayarak başlar; ”İmdi bundan sonra Muhammed oğlu Hüseyn, Hüseyn oğlu Mahmud der ki: Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarından doğdurmuş olduğunu ve onların milkleri üzerinde göklerin bütün teğrelerini[2] döndürmüş bulunduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi; onları yeryüzüne ilbay kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı; dünya nimetlerinin idare yularını onların ellerine verdi; onları herkese üstün eyledi; kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi; bu kimseleri kötülerin ayak takımının şerrinden korudu. Okları dokunmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, bu adamların tuttuğu yolu tutmak oldu. Derdini dinletebilmek ve Türklerin gönlünü almak için onların dilleri ile konuşmaktan başka yol yoktur”[3].
Türk kelimesini açıklarken “Türk, Tanrı yarlığayası Nuh’un oğlunun adıdır. Bu Tanrı’nın Nuh oğlu Türk’ün oğullarına verdiği[4] bir addır”[5], diyen Kaşgarlı, açıklamalarının devamında, Kaşgarlı halef oğlu İmam Şeyh Hüseyin’in kendisine söylediği şu hadise yer verir: “Yüce Tanrı, “Benim bir ordum vardır, ona Türk adını verdim, onları doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri, o ulusun üzerine musallat kılarım” diyor[6]. İşte bu, Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü Tanrı onlara ad vermeği kendi üzerine almıştır; onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve onlara “Kendi Ordum” demiştir. Bununla beraber Türklerde güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, öğünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeye değer sayısız iyilikler görülmektedir.[7]
Kaşgarlı, Türklerin XI. yüzyıldaki gücünü ortaya koyan bu açıklamalarla yetinmez ve Türk dilinin mutlaka öğrenilmesi gereken bir dil olduğu şeklindeki görüşünü İslami bir temele oturtarak şu hadisle destekler; “And içerek söylüyorum, ben Buhara’nın sözüne güvenilir imamlarının birinden ve başkaca Nişaburlu bir imamdan işittim, ikisi de senetleriyle bildiriyorlar ki, yalvacımız (Peygamberimiz S.A.V) kıyamet belgelerini, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada “Türk dilini öğreniniz; çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır”, buyurmuştur. Bu söz (hadis) doğru ise sorgusu kendilerinin üzerine olsun, Türk dilini öğrenmek çok gerekli (vacib) bir iş olur; yok bu söz doğru değilse akıl da bunu emreder”[8] .
Bu açıklamalardan eserin yazılış gayesinin diğer milletlere özelliklede Araplara Türkçeyi öğretmek olduğu rahatça anlaşılmakta, Kaşgarlı, “Türk dili ile Arap dilinin at başı beraber yürüdüklerinin” bilinmesini istemektedir.
Divanu Lugati’t Türk, Türk dilinin ilk ürünü değildir. Daha Orhun Yazıtları çağında, VI-VIII. yüzyıllarda Türk dili, tarih yazılıp okutulacak kadar işlenmiş, düzenli ve seviyeli bir dil niteliği taşıyordu. Kaşgarlı ile ülküdaşı Yusuf Has Hacip, ancak bu dil akımının yeni örneklerini tanıtmayı, İslam kültür çevrelerine sokmayı başarmış oluyorlardı. Üstelik “Divan” kendisinden önceki eski Türk dil ve kültür geleneklerine sımsıkı bağlı kalmıştır. Böyle olmasaydı, Türk dili çağın güçlü dilleri sayılan Arapça, Farsça ve Soğdak dilleri gibi devir açan diller yanında sönük ve ikinci planda bir dil durumuna düşürülmüş olurdu. Oysa Kaşgarlı buna karşı, Türk dilinin egemenliğine inanmış bilinçli bir aydın olarak Arap dünyası içinde mücadeleye atılmış, “Türklerin uzun süren bir saltanatları vardır” diyen Peygamber sözünden yararlanarak, Türk’ü dili ve kültürüyle Arap dünyasına sokmakta ve bu yeni ortamda tanıtmakta etkili olmuştur[9].''
KAYNAK
http://www.altayli.net/turkistanda-turkluk-divanu-lugati-t-turk-ve-kasgarli-mahmud-1008-1105.html
*
''Hayatı
Kitabu Divanı Lügati’t-Türk’ün yazarı, büyük Türk bilgini Kaşgarlı Mahmud’un ne zaman, nerede doğduğu konusunda elimizde kesin bilgi bulunmamaktadır. Bu konuda birçok eserde, sayısız ayrı tarih ortaya atılmıştır. Son zamanlarda Prof. Dr. Sultan Mahmut Kaşgarlı’nın ve Uygurlu bilim adamlarının yaptıkları araştırmalar; 1008 yılında Kaşgar şehri yakınlarındaki Opal’da doğduğunu 1105 yılında, 97 yaşında Opal’da öldüğünü yazmaktadır.
Uygurlar, Kaşgarlı Mahmud’un Opal’da bulunan mezarı üzerine büyük bir türbe yaptırmışlardır.
Bugün Çin hâkimiyeti altında bulunan Doğu Türkistan’daki Kaşgar şehrinden babasının öldürülmesi üzerine ailesi Kaşgar’dan göçtü. Kaşgarlı’nın babası Karahanlı şehzadelerinden “Barsgan’lı Hüseyin bin Muhammed”’dir.
Kaşgarlı Mahmud’un kendisi hakkında verdiği malumattan ve ortaya koyduğu eserden onun çok iyi bir tahsil görmüş olduğunu, Türkçe’nin lehçe ve şiveleri yanında Arapça ve Farsçayı da mükemmel bir şekilde bildiğini anlıyoruz. Divan’da kendisinden söz ederken “Ben onların en uz dillisi, en açık anlatanı, akılca en incesi, soyca en köklüsü, en iyi kargı kullananı olduğum halde onların şartlarını, çöllerini baştanbaşa dolaştım. Türk, Türkmen, Çiğil, Yağma, Kırgız boylarının dillerini kafiyelerini belleyerek faydalandım; öyle ki, bende onlardan her boyun dili, en iyi yolda yerleşmiştir. Ben onları en iyi surette sıralamış, en iyi düzenle düzenlemişimdir.
Eserini hazırlarken Tarım, İli, Çuv ve Sir Derya havzalarındaki Türk coğrafyasını bizzat gördü; Argu, Çiğil, Kençek, Kıpçak, Oğuz, Türkmen, Uygur ve Yağmalar’ın konuştuğu dilleri öğrendi; Argu, Bulgar, Hakanlı, Kençek, Oğuz ve Uygur coğrafyasını, kültür ve medeniyetini, siyasi ve iktisadi çehresini, içtimaiyat, iktisat ve hukuk uygulamalarını inceledi; böylece, Türk dünyasının sözcük dağarcığı, dilbilgisi, kişi, boy ve yer adları, örf-adet ve yaşayışları, halk bilimi ve edebiyatı, akrabalık, evlenme, bağcılık ve bahçıvanlık uygulamaları, hayvan adları, yetiştiriciliği, beslenme, mutfak, yemekler, bitki, tabiat, dokuma ve bezeme, ev eşyası ve giyim kuşam kültürü üzerine zengin bilgi sahibi oldu.
25 Ocak 1072 yılında “Divanu Lugati’t-Türk”’ü yazmaya başladı. 10 Şubat 1074 yılında Bağdat’ta bitirdi. 1077 yılında eserini Abbasi Halifesi Muhammed oğlu Ebu’l-Kasım Abdullah Muktedi Kaim bi Emri’llah (1075-1094)’a sundu.
Bana sonsuz bir ün ve bitmez tükenmez bir azık olsun diye şu kitabıma-Tanrıya sığınarak – “Divanu Lugati’t – Türki (Türk Dilleri Kamusu) adını vererek yazdım”,[1] diyen Kaşgarlı’nın bu açıklamalarından, onun bütün Türk illerini, obalarını ve bozkırlarını birer birer dolaştığı, Türk diline ve kültürüne ait bulduğu her şeyi eserine kaydettiği anlaşılmaktadır.
“Kaşgarlı Mahmud” adı zikredildiğinde ilk akla gelen şey onun Türkçülüğü milliyetçiliğidir. Kaşgarlı’nın, Arapçanın bütün İslam dünyasında bilim ve kültür dili olarak hâkim olduğu bir çağda yazdığı ve 1074’te Bağdat’ta devrin halifesi Ebü’l-Kasım Abdullah’a sunduğu Türklüğün temel kitabı olan bu eserini niçin ve nasıl yazdığını anlamak için onun kendi açıklamalarına bakmak yeterli olacaktır.
Kaşgarlı eserine, Tanrı’nın, dünyayı yönetme görevini Türk milletine verdiğini, bu nedenle de Türk dilinin herkes tarafından öğrenilmesinin gerekli hatta zorunlu olduğunu vurgulayarak başlar; ”İmdi bundan sonra Muhammed oğlu Hüseyn, Hüseyn oğlu Mahmud der ki: Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarından doğdurmuş olduğunu ve onların milkleri üzerinde göklerin bütün teğrelerini[2] döndürmüş bulunduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi; onları yeryüzüne ilbay kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı; dünya nimetlerinin idare yularını onların ellerine verdi; onları herkese üstün eyledi; kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi; bu kimseleri kötülerin ayak takımının şerrinden korudu. Okları dokunmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, bu adamların tuttuğu yolu tutmak oldu. Derdini dinletebilmek ve Türklerin gönlünü almak için onların dilleri ile konuşmaktan başka yol yoktur”[3].
Türk kelimesini açıklarken “Türk, Tanrı yarlığayası Nuh’un oğlunun adıdır. Bu Tanrı’nın Nuh oğlu Türk’ün oğullarına verdiği[4] bir addır”[5], diyen Kaşgarlı, açıklamalarının devamında, Kaşgarlı halef oğlu İmam Şeyh Hüseyin’in kendisine söylediği şu hadise yer verir: “Yüce Tanrı, “Benim bir ordum vardır, ona Türk adını verdim, onları doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri, o ulusun üzerine musallat kılarım” diyor[6]. İşte bu, Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü Tanrı onlara ad vermeği kendi üzerine almıştır; onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve onlara “Kendi Ordum” demiştir. Bununla beraber Türklerde güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, öğünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeye değer sayısız iyilikler görülmektedir.[7]
Kaşgarlı, Türklerin XI. yüzyıldaki gücünü ortaya koyan bu açıklamalarla yetinmez ve Türk dilinin mutlaka öğrenilmesi gereken bir dil olduğu şeklindeki görüşünü İslami bir temele oturtarak şu hadisle destekler; “And içerek söylüyorum, ben Buhara’nın sözüne güvenilir imamlarının birinden ve başkaca Nişaburlu bir imamdan işittim, ikisi de senetleriyle bildiriyorlar ki, yalvacımız (Peygamberimiz S.A.V) kıyamet belgelerini, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada “Türk dilini öğreniniz; çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır”, buyurmuştur. Bu söz (hadis) doğru ise sorgusu kendilerinin üzerine olsun, Türk dilini öğrenmek çok gerekli (vacib) bir iş olur; yok bu söz doğru değilse akıl da bunu emreder”[8] .
Bu açıklamalardan eserin yazılış gayesinin diğer milletlere özelliklede Araplara Türkçeyi öğretmek olduğu rahatça anlaşılmakta, Kaşgarlı, “Türk dili ile Arap dilinin at başı beraber yürüdüklerinin” bilinmesini istemektedir.
Divanu Lugati’t Türk, Türk dilinin ilk ürünü değildir. Daha Orhun Yazıtları çağında, VI-VIII. yüzyıllarda Türk dili, tarih yazılıp okutulacak kadar işlenmiş, düzenli ve seviyeli bir dil niteliği taşıyordu. Kaşgarlı ile ülküdaşı Yusuf Has Hacip, ancak bu dil akımının yeni örneklerini tanıtmayı, İslam kültür çevrelerine sokmayı başarmış oluyorlardı. Üstelik “Divan” kendisinden önceki eski Türk dil ve kültür geleneklerine sımsıkı bağlı kalmıştır. Böyle olmasaydı, Türk dili çağın güçlü dilleri sayılan Arapça, Farsça ve Soğdak dilleri gibi devir açan diller yanında sönük ve ikinci planda bir dil durumuna düşürülmüş olurdu. Oysa Kaşgarlı buna karşı, Türk dilinin egemenliğine inanmış bilinçli bir aydın olarak Arap dünyası içinde mücadeleye atılmış, “Türklerin uzun süren bir saltanatları vardır” diyen Peygamber sözünden yararlanarak, Türk’ü dili ve kültürüyle Arap dünyasına sokmakta ve bu yeni ortamda tanıtmakta etkili olmuştur[9].''
KAYNAK
http://www.altayli.net/turkistanda-turkluk-divanu-lugati-t-turk-ve-kasgarli-mahmud-1008-1105.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.