AYDIN, AMASYA, BİNGÖL, BALIKESİR EFSANELERİ..

BİNGÖL

Bingöl Adına İlişkin Efsaneler


 
Bingöl adına ilişkin pek çok efsaneden en çok bilinenleri şu ikisidir.
1- Evliya Çelebi Seyahatnamesinde şöyle hikaye etmiştir. “ Bir avcı, bir kuş vurmuş, oııu gölde temizlerken, kuş canlanmış ve göle dalıp kaybolmuş. Gölün ab-ı hayat kaynağı olduğu meydana çıkmıştır. Bu sır meydana çıkınca Allah’ın emriyle bin parçaya bölünmüş ve hangisinin ab-ı hayat kaynağı olduğu bilinmez olmuş.
2- “Bu bölgede savaşmakta olan iki ordudan birinde su sıkıntısı başlar. Bir kolu su bulmak için dağlara çıkar.Nitekim güzel bir su bulup içerler. Fakat bir dahaki sefere kolay bulunması için de suyun yanına bezden bir işaret koyarlar. Birliklerine dönen askerlerin yerine diğer bir kol su içmek içiıı dağlara tırmanmaya başlar. Başlarındaki komutan bir tepeye çıkıp ta yüzlerce gölü aynı anda görünce, hayretini şöyle ifade eder. Burası bir göl değil, bin göl ve böylece o savaşın yapıldığı bölgedeki şehrin adı “BİNGÖL” olarak söylenilmeye başlar. Işte Bingöl adı bu ve benzeri ifadelerle bilinmektedir.

KAYNAK



“OSMAN GAZİ'NİN RÜYASI EFSANESİ

Bir rüyadan doğan Devlet: Osmanlılar” Osman Bey, sık sık Şeyh Edebalı’nın ziyaretine gider, öğütlerini dinlerdi. Misafir olarak kaldığı bir gecede gördüğü rüya şöyle idi: Şeyhin koynundan çıkan bir ay geldi kendi koynuna girdi. Göğsünden bir ağaç bitti. Öylesine büyük bir ağaç oldu ki dalları gökleri, kökleri tüm dünyayı sardı.
Gölgesi bütün yeryüzünü tuttu. İnsanlar o ağacın gölgesinde toplandılar.Ulu dağlara ve dağların eteğinden çıkan çoşkun sulara hep o ağaç gölge etti.
Osman Bey rüyasını Şeyh Edebalı’ya anlatır. Edebalı rüyayı şöyle yorumlar: “Oğul Osman , Padişahlık sana ve soyuna kutlu olsun, kızım senin helalin oldu.”

BALIKESİR EFSANELERİ

BALIKESİR

Hasan Boğuldu Efsanesi

Efsaneye göre, yöre aşiretinden bir kız ile ovalı bir delikanlı evlenmek ister. Fakat töreler uymaz ve töre sınavları yapılmasına kara verilir. Kız, ovalı delikanlıya “Benimle evlenmek istiyorsan aşiret büyüklerinin kararı olarak, 40 okkalık tuz çuvalını bizim dağa sırtından hiç indirmeden getirmelisin” der.
Çünkü dağlı kız, tuz çuvalını hiç nefes almadan ovadan dağa götürebilmektedir. Delikanlı Hasan, Emine ile evlenebilmek için tuz çuvalını sırtlanır ve dağa çıkmaya başlar. Ne var ki sıcakta terlemiş ve tuz çuvalı sırtında derin yaralar açmıştır. Yarı yolda çıkamayacağını anlar ve gölete kendisini atar. Uzun süre delikanlıdan haber alamayan Emine, daha sonra gölette Hasanın yemenisini bulur. Terk edilmeye dayanamaz ve dere kenarında Hasana verdiği yemeniyle kendini bir ağaca asarak hayatına son verir.

Balıkesir Efsanesi

 
Balıkesir adı daha çok bal, balık, kesir ve hisar kelimeleri üzerinde yapılan oynamalarla izah edilmektedir. Bir rivayete göre Balıkesir’in adı eskiden Balık Hisar şeklindeymiş. Buradaki balık sözü Eski Türkçe‘de şehir, kale veya saray anlamı taşımaktaymış. Kale Şehri anlamını veren bu rivayete göre bu ad, XI. yüzyıldan sonra kullanılmaz olmuştur. Gerçekten de Orta Asya’da Beşbalık gibi bazı Uygur devrine ait yer isimlerinde balık kelimesinin şehir anlamında kullanıldığı dikkati çekmektedir.
Diğer bir rivayete göre ise Balıkesir adı, balı kesir, yani balı çok, bol anlamındaki söz grubundan gelmektedir. Buna göre Balıkesir’in balının bol ve lezzetli oluşu bu adı almasına sebep olmuştur.
Başka bir rivayet ise Balıkesir’in ilk kurulduğu yıllarda buraya gelen bir yabancının iyi muamele görmemesi üzerine balı keser, yani hatır, gönül tanımaz adını verdiği şeklindedir. Buna göre bal, Arapça’da hatır, gönül anlamını taşımaktadır.
Bunların dışında bölgede bir süre hakim olan İran hükümdarı Balı Kisra veya civardaki Yılanlı Dağ’ın eski adı olan Balcea ya da Pelecas’ın Balıkesir adının ilk şekli olduğu ileri sürülmektedir. Fakat bunlar uzak ihtimaller olarak değerlendirilmektedir.
Bütün bu rivayetler içinde en mantıklı olan, buraya yerleşen Türk oymaklarının Orta Asya hatıralarını canlı tutmak için koymuş olabilecekleri Balık Hisar adıdır.
İlimizin Balıkesir dışında tarihte daha çok anılan bir adı daha vardır. Bu ad yörede bir süre hakim olan Karesioğulları Beyliği’nin kurucusu Karasi Bey’den kaynaklanan Karesi adıdır. İlimiz gerek beylik, gerekse Osmanlı sancaklığı döneminde daha çok bu adla anılmıştır. Bir rivayete göre de Karesi beyinin oturduğu kaleye Beylik Hisar adı verildiği için bu ad değişerek bugünkü Balıkesir şeklini almış olduğu söylenir.

*

AYDIN EFSANELERİ...

AYDIN

Prometheus Efsanesi

 İda dağında oturan eski tanrılardan önce başka tanrılar egemenmiş dünyamıza. Bunlardan bazıları devler (Titan) bazıları ise Okyanus (Okeanus), gökyüzü (Uranus) ve toprak (Gaia) gibi çok güçlü tanrılarmış.
Daha sonraları Zeus ve arkadaşları titanlarla savaşıp onları dünyadan kovmuşlar. Bu büyük savaştan önce iki titan, Klymene ve İapetos evlenmiş,  dört çocuk sahibi olmuş. Hepsi iriyarı, güçlü, zeki ve özgürlük tutkunuymuş. Atlas çok cesurmuş, hatta Zeus’u bile umursamazmış. Doğal olarak bir gün Zeus çok kızıp onu  “Dünya’yı omuzlarında taşımaya” mahkûm etmiş. Bugün dünya haritalarını içeren kitaplara da bu yüzden Atlas deriz. Diğer kardeş Menoitios,   çok gururlu ve kibirliymiş.  Zeus buna da katlanamamış ve onu yeraltına göndermiş.  Zeus pek demokrat ve hoşgörülü birisi olarak tanınmazmış zaten. Üçüncü kardeş Epimetheus ise Pandora ile evlenmiş.
Hani şu “Pandora’nın sandığını” açıp dünyaya felaket ve salgınları salan meraklı tanrıça ile… Bu da aslında Zeus’un bir oyunuymuş. Son kardeş Prometheus da akıllı, güçlü ve onurluymuş.  Titan çocukları içinde Zeus’u en çok korkutan da oymuş. Bu dört genç titan, Zeus’u kesinlikle efendi olarak kabul etmiyorlarmış.
Prometheus’un bir yeteneği varmış, babaannesi Gaia’ya çekmiş; gelecekte olacakları önceden görebiliyormuş. Prometheus,  yaptığı zalimlikler nedeniyle Zeus’a çok kızarmış ama ondan korkarak köleliği kabul edip, boyun eğenlere de çok kızarmış.
Zeus insanlar kendisine zarar vermesinler, tahtını ele geçirmesinler diye birçok önlemler almış. Herkesten kuşkulanıyormuş. Bütün besinleri toprağın altına saklamış, insanlar kolayca bulamasın diye… Bu kadarla da kalmamış en önemli silah olan bilgi ateşini de onlardan, insanlardan saklamış. İnsanların bilgi ateşini bularak bilgilenmelerini, kendine karşı ayaklanmalarını istemiyormuş. Prometheus, bu bilgi ateşini insanlara götürmeye karar vermiş. Böylece insanlar zalim Zeus ’la başa çıkabilirlermiş. Prometheus, insanlara bilgi ateşini vermenin ağır bir suç olduğunu biliyormuş. Bir sabah erkenden yola çıkmış. Yanına “narteks”  çiçeğini almış. Bu narteks çiçeği, ateşe çok benzermiş. Tanrılar katında, İda dağında ateşin yanına ulaşmış, nöbetçiler uyuyormuş.
Gizlice bilgi ateşini alıp, yerine narteks çiçeğini koymuş. Hemen insanların yanına dönmüş. İnsanlara bilgi ateşini getirmiş işte! Artık bu ateşi korumak ve büyütmek insanların göreviymiş. Zeus bunları görünce çıldırmış. Prometheus’u bir dağa zincirlemiş. Ona korkunç bir ceza vermiş. Her gün bir kartal geliyor ve Prometheus’un karaciğerini yiyormuş. O gece yeniden karaciğeri oluşuyormuş Prometheus’un. Yenilenen karaciğer de, kartalın ertesi günkü yemeği oluyormuş. Bu bitmeyecek bir işkenceymiş. Prometheus, sakinmiş çünkü insanların bilgi ateşini büyütüp, onu kurtaracaklarını biliyormuş.

Pxharmat Efsanesi – Kafkas Efsaneleri

 
“Tanrı sana iyi şeyler söyletsin, mutlu yaşayasın, kötülükler uzakta, iyilikler seninle olsun” demelerini, söylemelerini ne yapacaksın?! İyi kulak ver, gözlerini aç, şimdi sana muhteşem bir efsane anlatacağım.
Vaktiyle şu karşıda görülen buz dağları şimdikinden çok daha yüksek olduğu zamanlarda, tepelerinde şimdiki gibi karlar ve buzlar yokken, çeşitli çiçeklerle mis kokulu otlar yetişirken, derin oyuklarıyla daha yüksek tepelerinde ise karlarla buzların erimediği zamana ait bir efsanedir bu.
Sana, karşıdaki Baş-Lam dağının doruklarında bulunan karların ne zamandan beri durduğunu, şu uzana giden çayırlarla mis gibi kokan otların, çeşit çeşit çiçeklerin hangi zamandan bu zamana geldiğini anlatacağım. O zamanlardaki atalarımız engin oyuklarda, yüksek kulelerde ve derin mağaralarda yaşarlarmış. Ta karşı dağdaki kayalar kadar iri gövdeli imişler. Atları da kendileri gibi cüsseliymiş. Närt Erstxólar ayı gibi güçlü, kurt gibi cesur, kaplan gibi çevik, tilki gibi de kurnaz kimselermiş. Dağdaki kayaları kaptıkları gibi fırlatıp atabiliyorlarmış, bağırdıklarında dağları titretirlermiş, naraları semâda yankılanırmış, buna rağmen çaresizlermiş, çünkü ateşleri yokmuş.
Närt Erstxólar soğukta yaşarlarmış, mahzun imişler, azap içinde imişler, çünkü ateşleri yokmuş. Kudretli Siela(4) acımasızmış, onlara azap ediyormuş. O gök tanrıymış, ateş elindeymiş. İnsanlara hayrı olmayınca kudretli olmanın ne yararı vardır ki?! İnsanlar azapta ve işkence içinde yaşarken onun gücünün ne yararı vardır ki?! Siela, Närt Erstxólara azametini göstermek için bulutlara binerek gök kubbenin doruklarında dolaşırmış.
Gök çöküyor, yeryüzü yarılıyormuş gibi semâyı dehşet veren gürültülerle gümbürdetirmiş.
— Ooo-o! İnsanları nasıl da dehşete düşürürmüş!
— Ooo-o! Yeryüzüne nasıl da korku verirmiş!
Siela’nın bulunduğu gök dorukları her zaman kara bulutlarla kaplıymış. Bulutları yağmurla dolduran Siela onu yeryüzüne dökermiş, insanların daha büyük işkence görmeleri için daha katılaşmadan toprağın dibine indirirmiş. Ateşten ve ışıktan yapılmış olan siela·jad’ı(5) eline alır, yeryüzüne sielaxäştigler(6) atarak her tarafı harap edermiş. İyilikler de, kötülükler de Siela’nın buyruğundaymış. Siela iyilikte cimri, kötülükte cömertmiş. İnsanlar da iyiyi kapmak için birbirleriyle alabildiğine kapışırmış, kötülüğü veren ise Siela’ymış.Gökyüzüyle yeryüzü arasında her zaman düşmanlık varmış. İnsanla Siela arasında da sürekli mücadele olurmuş.
Närt Erstxólar ne kadar işkence görür, ne kadar azap çekerse Siela da o kadar keyiflenirmiş, o keyiflendikçe, Närt Erstxóların anası sayılan sevgilisi Sata da o derecede acı çekermiş. Sata, Närt Erstxólara yardım etmek istermiş, ama Siela’dan korkarmış.
İşte o zamanlarda dağda güçlü Närt, Pxharmat yaşıyormuş. Kendisi hünerli bir ustaymış. Tatlı dil karşılığında Närtlara ham bronzdan kılıçlar, kalkanlar, zırhlar yaparmış. Dağdakiler arasında tatlı dil çok itibar görürmüş: Kolay gelsin! Şansın açık olsun! Sağlıkla yaşayasın! Başarılar senden yana olsun!
Pxharmat alçak gönüllü, cömert, kuvvetli bir Närt imiş. Az konuşur, çok düşünürmüş. Cehennemden halk için ateşin nasıl sağlanabileceği ve onlara yararının nasıl dokunabileceği kaygısındaymış. Siela bu ateşi ağız tadıyla vermemekteymiş. Dünyaya gelişinden itibaren insanlar arasında ne kadar iyilik varsa hepsini kendisinde topluyormuş. Güç, maharet, zekâ, hile, sabır. Atı Turpal da kendi halinde dağda otlamaktaymış.
Närtlar ona:
— At, eyerle binicinin altında, yiğit emeğiyle ve uğraşıyla mahir olur. Senin Turpal neden başıboş dolaşıyor? dermiş.
Pxharmat cevap verirmiş:
— Atım mâhirdir. Vakti gelince benim atım cehennemden qerç (köz, kor, ateş) getirecektir.
Närt-erstxõlar onun bu sözlerine karşılık gülerlermiş. Pxharmat ise halkın kaygısını giderebilmek için kafa patlatırmış.
Bir gün Pxharmat Orga derbentleriyle dağları çınlatacak, gökyüzündeki kudretli Siela’yı uykusundan uyandırıp bir taraftan öbür tarafına döndürecek yükseklikte ünleyip atı Turpal’ı yanına çağırmış. Taa uzak dağda otlamakta olan Turpal buna karşılık, Argun’un dalgaları gibi dağları aşındıracak, çağıltılarını durduracak biçimde kişnemiş. Şimşek hızıyla sahibinin karşısına dikilmiş. Pxharmat zırhını kuşanıp kılıcını beline bağlamış, taşlarla doldurduğu humbarasını sağrısına, ok sadağını omuzuna, bizon gönünden yapılmış olan kalkanını da sol koluna asmış. Turpal’ı eyerledikten sonra dağ keçisinin boynuzundan yapılmış olan kâsesini yiy’le(7) doldurup içmiş, “Ayağım yere zift misali, elim dokunduğu yere hamur misali yapışsın!” diyerek atına binmiş.
Hiç kimsenin hiçbir zaman gitmediği, gidip de dönmediği yola çıkmış.
Närt Erstxólar, gücü kuvveti artsın diye Pxharmat’ın gittiği yol üzerine akdarı serpmişler, bütün ülkede morx dolusu ikramda bulunmuşlar, onu, “Giderken elin boş ve hafif olsun, dönerken tok ve elin dolu olsun!” diyerek uğurlamışlar.
Pxharmat yedi gün yedi gece yol almış. Yedi vadiyi, yedi dağı aşmış. Yüksekliği göğe erişen, doruğunda Siela yaşayan Baş-Lam’ın eteğine ulaşmış. Baş-Lam’ın doruğuna doğru ilerleyen Pxharmat tepelerde hayli zorlanmış. Doruklarında ıtır kokulu otlar, renk renk çiçekler, cıvıldaşan kuşlar bulunmaktaymış. Güneş gibi parlayan Sata, Närt-erstxõların anası Siela-Sata, Siela’nın sevgilisi, zaman zaman, dinlenmek amacıyla Baş-Lam’ın doruğuna inermiş. Beyaz bir kuş olup Pxharmat’ın önüne süzülmüş. İnsan diliyle konuşmuş:
— Hey, yiğit Nart, Baş-Lam’ın doruğuna umarım gücünü denemek için çıkmamışsındır!
— Haklısın cömert kuş. Baş-Lam’ın doruğuna gücümü denemek için çıkmış değilim. Siela’nın ocağından ateş almaya geldim, almadan da geri dönmeyeceğim, diye cevap vermiş Pxharmat.
— Hayırlı bir iş için yola çıkmak da bir güç denemesidir. Ben sana yardım edeceğim. Atın hızlı mıdır? diye sormuş Siela Sata.
— Atım rüzgârdan daha hızlıdır.
— Atın güçlü müdür?
— Atım güçlüdür. Toynağı nereye değerse izi kalır.
— Sen kendin de kuvvetli misin?
— Elimdeki soğuk bronz bile bal mumu gibi yumuşar. Siele Sata Pxharmat’a, Siela’nın ocağına nasıl ve hangi yoldan varacağını, ateşi nasıl alabileceğini anlatmış:
— Siela şimdi uyumaktadır. Atını rüzgâr hızıyla sür ve Siela’nın ocağı üzerinden sıçrat. O anda ocağa uzan, ateşi kapıver. Sonra atını Baş-Lam’a doğru sür. Başını koru. Siela dehşet vericidir, acımasızdır. Uyanırsa sağ kalmazsın, ateşi de yeryüzüne götüremezsin!
Pxharmat işini, Sata’nın öğüdüne uyarak gerçekleştirmiş. Atı ocağa doğru sıçramış, tam o anda eğilerek cehennemden ateşi kapıvermiş ve atını Baş-Lam’ın doruğuna doğru sürüvermiş. Turpal at çok hızlı olduğu için ateşten sıçrayan kıvılcımlar Pxharmat’ın ardı sıra iz bırakmaktaymış. Kıvılcımlardan birisi dehşet Siela’nın burun deliğine girip onu uyandırmış.
Siela, ateşi elde edince insanın yiğitleşeceğini, kendisine itaat etmeyeceğini bildiği için telaşlanmış. Yiğit Nart’ın peşine yardımcılarını takmış: İçinde zifiri karanlık gecenin bulunduğu kırbasını açmış. Ortalığı zifiri bir karanlık kaplamış, Pxharmat kendi parmaklarını da, atının kulaklarını da görmüyormuş. Nart ve atı önlerini seçemez olmuş. Her an uçuruma yuvarlanıp ölmek uzak değilmiş.Güzel sesli Siela Sata kuşu tatlı nağmelerle önüne düşüp yol göstermiş. Siela, zifiri karanlık gecenin Pxharmat ile atını durdurmayı başarmadığını görmüş. Bu defa içinde tipinin bulunduğu kırbasını açmış. Keskin tipi ile zifiri karanlık yiğit Närt-Erstxó’yu yok etmek üzereymiş. Fakat güzel kuş ötüşleriyle onlara yol göstermekteymiş. Yiğit Nart tipinin ateşi söndürmek üzere olduğunu fark etmiş. Tereddüt bile etmeden ateşi koynuna sokmuş. Keskin tipi yiğit Nart’ın çevresinde ölüm dansı etmekteymiş. Keskin tipinin dehşeti Argun Nehri’nin sularıyla granit kayalarını aşındırıp boğaz oluşturmakta, iri meşe ağaçlarını kökünden söküp saman çöpü gibi savurmaktaymış. Siela, zifiri karanlık ile keskin tipinin de yiğit Nart ile atını durduramadığını, zarar ziyan görmeden kurtulmak üzere olduklarını görmüş.
Siela, içinde keskin ayaz bulunan üçüncü kırbasını da açmış. Keskin ayaz dağları titretmekte, kayaları çatlatmaktaymış. Ancak yiğit Närt Pxharmat ile atı Turpal yine de ilerlemekteymiş. Siela telaşlandıkça telaşlanmaktaymış. Pxharmat ile atının Baş-Lam’a ulaşmak, orada bulunan bir mağaraya girmek ve kurtulmak üzere olduklarını görmüş. Hiddeti arttıkça artmış. Ateş ve ışıktan olan siela·jad ‘ı (gök kuşağı) eline alıp peşleri sıra sielaxäştig’leri (şimşek) atmaya başlamış.
Sielaxäştigler dağları sarsmaktaymış, donmuş pınarlar akmaya, Argun’un dalgaları ise yatağından kalkıp tepelerin doruklarında öteye beriye saçılmaya başlamış. Yiğit Närt Pxharmat ile atını ne dehşet verici tipi, ne keskin ayaz, ne zifiri karanlık, ne de sielaxäştigler durdurabilmiş. Onlar kendilerini bekleyen Närtların yaşadığı büyük mağaraya ulaşmışlar. Pxharmat, şaşkın haldeki Närtlara dönerek:
— Buyrun, işte size ateş!! demiş. Her kulede, her mağarada, her hanede alevleri harlayı! Her ocakta ateş bulundurun, sıcaklık ve aydınlık olsun! Tam o sırada dağlarda dehşet verici bir gürültü kopmuş. Gökyüzü, yeryüzüyle boğuşmaya başlamış. Yiğit
Närt tekrar:
— Şansınız açık olsun! diye tekrar bağırmış. Yine o anda dağları titreten bir gürültü daha kopmuş. Gök gürlüyor, peş peşe şimşekler çakıyormuş.
Närt uzaklaşırken tekrar:
— Şansınız açık olsun! diye bağırmış. Benim cezalandırılmam gerekiyor. Siela’nın öfkesinin üzerinizde olmaması için kendimi fedaya hazırım. Benim için üzülmeyin!
Yiğit Närt Pxharmat mağaradan dışarıya çıkmış. Şimşeklere, kara geceye, tipiye ve keskin ayaza karşı koyarak Baş-Lam’ın doruğuna çıkmış. Başının üzerinde şimşekler çakıyormuş. Tipi dengesini bozmaktaymış. Elleri ayakları soğuktan buza kesmiş. Kara gece her tarafı kuşatmış. Hiddeti yatışmayan ve öfkesini kusan Siela’nın yanına doğru ilerlemiş. Baş-Lam’ın doruğuna, göğün arşına doğru yaklaşan yiğit Närt’i gören Siela tipiyi, ayazı, kara geceyi usulca kırbalarına çekmiş. Kırlar, vadiler ve dağ tepelerindeki karlar ve donlar eriyerek Pxharmat’ın ardı sıra usul usul Baş-Lam’ın doruğuna doğru çekilmekteymiş. Baş-Lam’ın doruğu kara teslim olmuş, bir daha da bu karlasrı başından çıkartmamış.
Siela bağırmış:
— Gökten alıp götürdüğün ateşe hasret kalasın, sıcağa hasret kalasın!
Sonra güvenilir kölesi olan Tek Gözlü Juzh’u (‘Uc), bronz zincirlerle birlikte onun karşısına sevk etmiş. Tek Gözlü Juzh, Pxharmat’ı, bronz zincirlerle Baş-Lam’ın doruğuna bağlamış.
Siela da onu ilençlemiş.
O zamandan bu zamana kadar dünyada ne kadar iyilik varsa tanrı kargışlamış, tanrının kargışladığını insan kutsamış.
Gökle yer arasında hep düşmanlık vardır. İnsanla Siela arasında hep düşmanlık vardır. Kuşların kralı İda, her sabah, zincirle bağlanmış olan Pxharmat’a gelirmiş.
Pxharmat’ın diz kapaklarına tüner, tekrar tekrar sorarmış:
— Ey zavallı Pxharmat! Yaptığından pişman oldun mu?Pişman oldunsa, sana eziyet etmeyeceğim, olmadınsa ciğerlerini yiyeceğim!
Başına gelmiş olan işkencelere katlanan Pxharmat her zaman aynı cevabı vermekteymiş:
— Pişman olmadım. Ben insanlara bir şans verdim. İnsanlara sıcak ve ışık verdim. Yapılan iyiliğe karşılık pişmanlık gerekmez.
İda ise, çelik gagasını çakmak kayasında sivrilttikten sonra Pxharmat’ın çiğerini yemeye başlarmış.
Närt Pxharmat gıkını bile çıkartmazmış. Gözlerinden bir damla olsun yaş akmazmış. İstifini bile bozmadan büyük bir dirençle acıya katlanırmış. O zamndan beri halkımız Närt Erstxólar, koç yiğidin ağlamasını uygun karşılamaz. Baş-Lam’ın doruklarındaki karlar ve buzlar o zamandan beri durmaktadır. Pxharmat zincirlendikten sonra Siela karları Baş-Lam’ın doruklarına toplamıştır. Pxharmat’ı sıcağa hasret bırakmak için vadilerde, ovalarda, dağın doruklarında soğuk eksilmez. O zamandan beri dağın etekleri, yamaçları, vadileri, ovaları ılıktır. O ılıklık, Pxharmat’ın gökten getirdiği ateş vasıtasıyla ulaşmıştır oralara kadar. Dağın daha aşağı eteklerinde o zamandan beri güzel kokulu otlar, renk renk çiçekler, tatlı tatlı öten kuşlar olur, Baş-Lam’ın dorukları ise soğuktur ve hep don tutmuştur, kat kat buz tabakaları vardır, hiçbir zaman erimez, ayaz eksik olmaz. İşte Pxharmat oraya bağlanmış. Bitmeyen işkencelere maruz kalmış, ama o hiçbir zaman ölmemiştir.

Çocuklu Kaya Efsanesi 

Akçaova bucağının belen mevkiinde gövdeden birbirine bitişik iki insanı andıran sivri bir kaya vardır. Kuzeye bakan bu iki kayadan doğudakinin gövdesine yapışık küçük bir kaya daha bulunmaktadır. Bu küçük kaya da annenin kucağındaki çocuğu temsil etmektedir.
Vaktiyle bir kadının teknesinde ekmeklik hamur yoğururken küçük çocuğu da yanlarında oynuyormuş. Bir ara çocuk kendi pisliği ile de oynamaya başlamış. Sonra pis ellerini hamur teknesine batırmış. Allah, kutsal nimeti koruyamayan anne, baba ve çocuğunu o anda taş haline getirmiş. Bu yüzden kayaya “Çocuklu kaya” denmekte ve çocuklar yanlış davranışlarında “Allah seni de taş eder” diyerek korkutulmaktadır.

Ahmet Gazi Camii Efsanesi
“Eskiçine köyündeki Ahmet gazi Camiinin dış duvarları tamamlanmış, sıra kubbenin yapımına gelmiştir. Halk caminin bitimini sabırsızlıkla beklemektedir. Kubbe bir gece bir bütün olarak caminin üzerine konuvermiş. Halk kubbenin Allah tarafından kondurulduğuna inanmaktadır.”

Kızlarhisarı Efsanesi


“Alabanda kralının çok güzel bir kızı vardır. Herkesin gözü bu güzel kızdadır. Alabandalı iki sanatçı kıza talip olurlar ve kraldan isterler. Kral birisine kente su getirmesini, ötekine de senato binasını yapmasını söyler. Ancak ikisinin de aynı anda işe başlamalarını, üstlendikleri işleri önce kim bitirirse kızı ona vereceğini bidirir. İki sanatçı büyük aşkları uğrunaher güçlüğe göğüs gererek heyecanla işlerine başlarlar. Suyu getirecek olan o kadar hızlı çalışır ki, işinin bitimine ramak kaladaha ötekinin ki yarıyı bulmamıştır. Normal koşullarda kızı alamayacağını anlayan ikincisi kendien göre plan uydurur. Büyük para ver mücevherat vererek aracılar bulur. Aracı büyük bir yalan düzer. Doğruca suyu getirecek olana gider. Seneto binasının çoktan bittiğini, dolayısıyla kızın mimara verildiğini söyler. Suyu getirecek olan, büyük şaşkınlık içinde bir an duraklar. Dolu dolu olan gözlerinden sızan yaşlar, yanaklarından aşağıya, titrek dudaklarına iniverir.bir an nerede olduğunu ne yaptığını bilemeyecek hale gelir. Sonra kalkar doğrulur. Etrafına, bir şey ararcasına bakınır. Sonra yerde yatan balyozunu alır, havaya fırlatır. Balyoz daha havada iken altına dikilir. Hızla inmekte olan balyoz adamı paramparça eder. Bir başka söylentiye göre de adam kendi yaptığı İncekemer’den aşağıya atlayarak intihar eder. Böylece rakipsiz kalan mimar kızı alır. O günden beri senato binasına Kızlarhisarı denilmektedir.”

*

AMASYA

Serçoban Efsanesi

Serçoban, Amasya merkezdeki Kocacık Çarşısı’nda türbesi bulunan İğneci Baba ile kardeştir. İğneci Baba ayakkabı tamiri, kardeşi Serçoban ise çobanlık yapar.
Serçoban, bir gün dağda sürülerini otlatırken kaçan oğlağı yakalamak ister, Serçoban kovalar, oğlak kaçar, iyice yorulan Serçoban “Seni yakaladığımda keseceğim” der. Sonunda yakaladığı oğlağı sözünü yerine getirmek için tam kesmek üzere iken mahzun ve etkileyici bakışları ile karşılaşan Serçoban, duygulanır “ Beni de çok yordun mübarek ” der ve yakaladığı oğlağı serbest bırakır.
Serçoban öldüğünde, sürüdeki hayvanların her biri ağaca dönüşür ve bir orman oluşur. Mezarın bulunduğu mevkii kendi adı ile adak ve mesire yeri olarak ziyaret edilir. Yöre insanı oradaki ağaçları kesmenin kendilerine kötülük getireceğine inanır.

İğneci Baba Efsanesi 

İğneci Baba ile kardeş olan Serçoban, Amasya merkeze bağlı Karasenir Köyü’ne yerleşir. Çobanlık ile geçimini sağlayan, hal ve hareketleri, ibadetinin sadeliği ile tanınır.Serçoban, birgün Amasya’da ayakkabıcılıkla geçimini sağlayan ağabeyi İğneci Baba’yı ziyarete gelir. Beraberinde de koyunlarından sağdığı sütü bir mendiline çıkılayıp hediye olarak getirir. Amacı, kendi mendiline koyduğu sütün, mendilden sızmadığını göstermektir. Serçoban, mendilini kunduracı dükkanının duvarındaki bir çiviye asar. Bu sırada İğneci Baba, dükkanında bir kızın ayak ölçüsünü almaktadır. Serçoban, kızın topuklarını görünce, “Ne kadar da güzel!” diye aklından geçirdiğinde, çiviye asılan mendilden süt yavaş yavaş damlamaya başlar.
İğneci Baba, kardeşinin niyetinde bozulmalar olduğunu sezer; ama hiç birşey belli etmez. Kız, ayak ölçüsünü verip dükkandan ayrılınca, İğnecibaba, kardeşi Serçoban’a; “Keramet, dağ başında ermekte değil; keramet, burada çıkındaki sütü damlatmamakta.” der.
Mezarı bugün özel bir mekan olarak hazırlanmış, Kocacık Çarşısı’ndadır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.