BATTAL GAZİ DESTANI ve BATTAL GAZİ DESTANININ (BATTALNAMENİN) ÖZETİ
BATTAL GAZİ DESTANI
Destanlar tarihin bir şey söylemediği tarihsel dönemlerin ışık tutan yegane kaynaklardır. Destanlar adeta milletlerin masallaştırdıkları tarihleri olup, yaşanan sosyal olayların bıraktığı izler zaman içerisinde, halkın muhayyilesi ile yoğrula yoğrula şekillenir. Zaman ve mekan bakımından değişikliğe uğrasa da toplum hayatında yaşananlara ait izleri hep muhafaza ederler. Destanlar ortaya çıktıkları dönemde halk değerleri içerisinde önemli yere sahip; meziyetleri(yiğitlik, mertlik) öne çıkararak , özellikle milletlerin tarihlerindeki “yeni Kuruluş” dönemlerinde hasımlarla yapılan mücadelelerde halkın birbiri ile ve vatanları ile kenetlenmelerine hizmet ederler.
Battal Gazi ve destanı da bu bağlamda yani Anadolu‘nun Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması döneminde Bizans’lılarla yapılan mücadelelerin ortaya çıkardığı kahraman ve bu kahramanın yiğitliğini anlatan hikayesidir.
Anadolu’ya Türk akınları 359 yılında Hun akınları ile başlamıştır. VII. Yüzyıl başlarında İslamiyetin doğuşu ile birlikte güçlenen İslam devleti Anadolu’ akınlar yapmaya başlamış, Abbasiler döneminde İslamı seçen Türklerden oluşturulan İslam ordularının Anadolu akınları VIII. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yoğunlaşarak devam etmiştir.
1071 yılına gelinceye kadar Anadolu ‘nun doğu sınırları Müslümanlarla Bizaslılar arasınsa sık sık el değiştiren bölgeler olagelmiştir. Özellikle Tarsus-Malatya doğrultusunda çizilecek hattın kuzey ve güneyi büyük ölçüde devamlı mücadele sahası olan bir bölge idi.[1]
İşte Battal Gazi destanı bu tarihsel bağlamda doğmuştur.
Arap ve Türk edebiyatında özellikle halk romanlarındaki yiğit ve cengâver Battal Gazi ile eski adıyla Akroinon yeni adıyla Seyitgazi kasabasında büyük bir külliyenin içerisinde yatan Abdullah El Battal’ın aynı kişi olup olmadıkları kesin olarak bilinememekle beraber ; Bu büyük destan kahramanının yaşayıp yaşamadığı hakkında her hangi bir münakaşaya lüzum görmüyoruz, zîra hem matbuatta, hem halk şiirinde hem de halk geleneğinde Battal Gazi yaşamış ve yaşamaktadır.[2]
Seyyit Battal Gazi'nin yaşadığı hakkında en küçük bir şüphemiz yoktur. Ancak maceralarının bütünü doğru mudur? Bu soruya şöyle cevap vermekle yetineceğiz: Seyyit Battal Gazi, halk hikayelerinde ve yazarların çeşitli eserlerinde «Fevkal beşer» dediğimiz olağan üstü yetenek ve gücü ile tanıtılmış ve yakınlığı. olan bütün olaylar O'na mal. edilmiştir. Gerek manevi, gerekse maddi yönden O'nun varlığı büyüklüğü ortaya koyulmağa çalışılmıştır. [3]
BATTAL GAZİ DESTANININ (BATTALNAMENİN) ÖZETİ
Bir gün Hz. Muhammed ashabiyle otururken vahy gelmediğinden bahisle güzel mevzulardan konuşulmasını ister. Ashabdan Abdülvehhab, Rum vilayetinden bahseder. O anda gelen vahyde bu vilayetin iki yüzyıl sonra Cafer adında bir yiğit tarafından Müslüman edileceği bildirilir. Hüseyin Gazi, peygamber soyundan bir kişidir. Malatya'ya yerleşmiştir Malatya'nın önde gelen kişilerindendir. Bir oğlu vardır ve adı Cafer'dir.
Hüseyin Gazi, bir av esnasında Rum beylerinden Mihriyayil tarafından hile ile öldürülür. Cafer genç bir delikanlı iken babasının katillerini öldürür ve Serasker olur. Bundan sonra Kayser ordularıyla yapılan iki savaşta Cafer üstün başarılar gösterir ve Malatya beylerinin güvenini kazanır.Kayser, Ahmer komutasındaki bir. başka orduyu Malatya üzerine gönderir. Cafer, Ahmer'le yaptığı ferdi mücadeleyi kazanır. Bunun üzerıne Ahmer, müslüman olur. Kendisine Cafer tarafından «AHMET» ismi verilir. Ahmet de Cafer' e «Battal» ismini verir[4].
Bu an dan itibaren Battal Gazi Bizanslarla girdiği sayısız savaşta gösterdiği kahramanlıklar destansı bir dille anlatılır.
Artık Anadolu’da müslümanlar açısından Bizans tehlikesi bertaraf edilmiş Battal gazi de Medine’ye yerleşmiştir. Ancak Battal Gaziden aman dilemiş Kayser Kanatur, Battala verdiği sözü unutur ve Malatya üzerine ordu gönderir. Ordu şehri yakıp yıkar Battal durumu işitince topladığı ordu ile Kayser ‘le savaşır. Kayser Nesih kalesine saklanır. Battal kaleyi kuşatır. Kale duvarının dibinde dinlenmek amacıyla uzanır ve uyur. Kaleden Battalın uyuduğunu gören Kayser ‘in kızı O’na aşık olur. Gelmekte olan Bizans ordusundan haberdar etmek için bir not yazar ve bu notu taşa sararak O’na atar.Uyandırmak için âşığı tarafından atılan taş Battalın başına değer ve Battalı öldürür. Prenses Battalın öldüğünü görünce kederinden kendi hançeri ile kendini öldürür.
.
Battalgazi ve KIZ KULESİ hikayesi
burdan anlıyoruz ki Battalgazi nin izleri MALATYA'DA BAŞLAR İSTANBUL Boğazında devam eder Eskişehir'de son bulur..
Hem İstanbul'a çok uzak hem de İstanbul'un tam merkezi... Nereye baksanız deniz... Sabahı ayrı güzel, öğleni ayrı, akşamı çok farklı... Güne martı sesleriyle birlikte bir simit bir de çay eşlik eder size, akşam bir kadeh şarapla İstanbul'a derdinizi anlatırsınız... Bir yanda vapur sesleri alır gider sizi kendinizden bir yanda sessizlikle birlikte gelen o dingin İstanbul ruhu sarar bedeninizi. Hafiften bir rüzgâr eser, saçlarınız dağılır sonra mis gibi deniz kokusu yaşama daha da kenetlenmenizi sağlar... Orası bir hayal adası... Kısa süreliğine de olsa dünyadan, kaoslardan uzağa götürüyorum bu hafta sizi... Gözlerinizi kapatın ve beni takip edin... Bu hayal adasında her şeyi geride bırakın... Kederi denize, aşkı içinize atın ve benimle gelin. Ne pişmanlık kalsın aklınızda ne de "Keşke" ile başlayan cümleler... Aşkın en koyularının yaşandığı bu hayal adasında düşüncelerinizi serbest bırakın...
Aşk... Tutku... Yakamoz... Üçü burada birleşiyor sanki... Giderken başınız dönüyor, gözünüzü kapatıyorsunuz; açtığınızda tüm gizemiyle sarmalıyor sizi... "Hayal adası" diyorum... Çünkü hayalle gerçek karışıyor burada, zaman duruyor... Akşam oluyor, İstanbul'un ışıkları vuruyor denize, yüzünüze... Her şey mübah burada, günahlar denize atılıyor birer birer... Arınıyorsunuz üzerinize sinen her türlü kötülükten çünkü burası Kız Kulesi... Şehr-i İstanbul'un simgesi! Bu hafta Kabataş'taki Üsküdar İskelesi'nde Pınar'la buluşuyoruz... Beklerken içim daralıyor, sıcak bir yandan vuruyor bir yandan da insan kalabalığı üstüme üstüme geliyor... Çok geçmeden Pınar'ı görüyorum ve biniyoruz bir tekneye "Hayal adası"na doğru yol alıyoruz... Hal hatır sohbetlerinden sonra denizi yarılıyoruz ve susmaya başlıyoruz. Tek hedef var o da çıktığımız yolda hayalle gerçeğin karıştığı o noktaya bir an önce varabilmek... Rüzgar esmeye başlıyor rahatlıyoruz, yüzümüzde hafif bir gülümseme... Tam "Ne oluyor?" demeye kalmadan tekne yanaşıyor ve karşımızda ihtişamı ve mağrurluğuyla Kız Kulesi dikiliveriyor...
Tüm hareketlerim ağırlaşıyor inerken tekneden... Sallanıyorum... Kulenin kapısında durduğum an gizem çekiyor beni de içine ve yürüyorum içeri doğru...
Bedri Rahmi Eyüpoğlu Kız Kulesi'ni geçirdiği dizelerinde şöyle söyler hep:
"İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
"Ne zaman birinin resmini yapsam
Öteki kıskanır
Ama şu Kız Kulesi’nin aklı olsa
Galata Kulesi’ne varır
Bir sürü çocukları olur."
BAKİRE HERO'NUN AŞKI
İşte böyledir Kız Kulesi... Efsaneler gerçeklerle karışır, ortaya bir mozaik çıkar... Hakkında yazılanlar, söylenenler o kadar çoktur ki neye inanıp neye inanamayacağınızı şaşırır kabullenirsiniz... Öyle fazla efsaneyi içinde barındırır ki burası sizi gerçek hayattan alır koparır... Afrodit’in bakire kalmaya yeminli güzel rahibesi Hero ile yakışıklı çoban Leandros'un arasında başlayan o esrarengiz ama gerçek aşkın kahramanıdır mesela Kız Kulesi... Rahibe Hero tüm yasakları deler be sevgilisi Leandros'un kokusunu hissedebilmek için Kız Kulesi'nin kıyısından her gece ateş yakar... Aşklarını doya sıya yaşarlar burada... Bir gece yine buluşmadan önce Hero ateşi yakar fakat hoyrat bir rüzgâr bu ateşi söndürür. Leandros, karanlıkta önünü göremez ve boğulur. Hero Leandros'u sabaha kadar bekler... Gün ışıyınca sevdiğinin cansız bedenini kulenin kıyısında görünce bu acıya dayanamaz ve kendisini Boğaz'ın sularına atar... Derken başka bir öykü başlar... Hemen hemen herkesin dilden dile anlattığı efsane Bizans kralı ve kızıyla ilgili olan. Bizans kralı medyumunun "Kızınız yılan sokması sonucu genç yaşta ölecek" kehanetine inanır ve Boğaz'ın tam ortasına Kız Kulesi'ni yaptırır. Yılanlar gelmesin diye deniz ortasına yaptırdığı kuleye kızını yerleştirir. Gel zaman git zaman kızına bir genç aşık olur... Genç delikanlı kralın kızına bir çiçek yollamaya karar verir. Fakat çiçek sepetine bir yılan girmiştir. Çiçek kuleye ulaşır ulaşmasına ama genç kıza zehirini akıtır... Genç kız hayata gözlerini yumar...
BATTAL GAZİ'DEN BUGÜNE DOĞRU...
Bir efsane daha vardır ki, Battal Gazi ile ilişkilendirilir. Arapların İstanbul'u alma çabaları hızla devam ediyordur. Battal Gazi kulenin karşısında bulunan kayalıklara bir karagâh kurar. Yedi sene sonra Battal Gazi Şam'a doğru bir sefere çıkar. Bunu fırsat bilen Bizans kralı, denizin tam ortasına bu kuleyi yaptırır. Bizans İmparatorluğu'nun hazinesini ve kızını bu kuleye hapseder. Battal Gazi Şam'ı fethettikten sonra geri döner ve karargâhının olduğu yerleri eskisi gibi göremez. Kuleye baskın yapar, kralın kızını alır ve İstanbul'u bırakıp gider...
1500 yıl önce kulenin bu gün bulunduğu yerde Atinalı bir Kumandan’ının güzeller güzeli eşi Damalis’e ait bir anıt mezar olduğu varsayılıyor.
Ayrıca 1509 yılında meydana gelen İstanbul depreminde Kız Kulesi'nin büyük hasar aldığı, 1719 yılında da büyük bir yangın geçirdiği anlatılıyor. Yangın sonrasında ise Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yeniden taştan bir bina olarak restore ettiği belirtiliyor. Bunun yanı sıra Kız Kulesi'nin 1830'da kolera salgınının şehre yayılmaması için karantina hastanesine dönüştüğü biliniyor. 1832 tekrar bir tadilattan geçerek, kubbenin üzerinden yükselen bir bayrak direğine sahip olur.
Şimdilerde efsanelerle gerçeğin birbirine girdiği Kız Kulesi hem restoran hem de kafeterya olarak hizmet veriyor.
*
BATTAL GAZİ KÜLLİYESİ
.
MERCİMEK HATUN EFSANESİ
Bir zamanlar, Eski Malatya'da (Battalgazi) çok varlıklı, genç ve dul bir kadın yaşamaktadır. Parası, malı mülkü sayısızdır. Bunun için de evlenmeyi aklından geçirmez. Zamanını işine, gücüne ayırır, yoksullara, yolda kalanlara, yetimlere, öksüzlere yardımcı olur, çeşmeler ve yollar yaptırır. Bağında, bahçesinde çalışan ve öteki işlerini görenlerle misafirleri için pişirilen yemeklere konulan tuz yarım kırattır. (Kırat, 15 kg buğday alan tahtadan yapılmış tahıl ölçeğidir.)
Darlığa düşenler, yolda kalanlar, işlerini kaybedenler doğru ona koşarlar. Mercimek Hatun da gelenin hiçbirini geri çevirmez, eli boş göndermez.
Mercimek Hatun, bir gün hamama gitmek ister. O günlerde şehirdeki 18 hamamı tek tek dolaşır. Gerek temiz olmayışları, gerekse yapıları itibarîyle bunlardan hiçbirini beğenmez. Bunun üzerine, Meydan başı Mahallesi'nde, çok güzel bir hamam yaptırır.
Gün gelir etrafındakiler, çalışanlar, kadıncağızı zor durumda bırakarak hizmetinden uzaklaşırlar. Mal-mülk ortada kalır. Tarlalar sürülmez, ekin ekilmez, bakımsızlıktan bahçeler mera haline dönüşür. Mercimek Hatun elinde kalan son parasını da harcayıp bitirince görülmedik bir yoksulluğa düşer. O kadar ki, yıkanmak için tas yerine karpuz kabuğu kullanmak zorunda kalır. Bu durum dürüst halkı da çok üzer. Artık yolun sonuna gelinmiştir. Yapılacak bir şey de yoktur.
Yalnız, Mercimek Hatun kendisini seven ve haline acıyanlara son bir vasiyette bulunur. Öldüğünde mezar taşına aşağıdaki sözlerin yazılmasını rica eder. Günü gelince Mercimek Hatun da her canlı gibi bu dünyadan göçünü yükler. Kendisini Kırklar Mezarlığı'na gömerler. Sevenleri, mezar taşına istediği şu sözleri yazdırırlar...
"Ben bir Mercimek Hatun idim, kendi başıma, Günde yarım kırat tuz
giderdi aşıma Onsekiz hamamdan bohçamı getirttim Bir hamam yaptırdım
Meydan başına Öyle bir zaman geldi ki!... Aman Allahıml... Karpuz
kabuğuyla su döktüm başıma..."
Ölümünden sonra mezarlığa uğrayanlar, koca bir varlıktan müthiş bir darlığa düşen bu kadın için gözyaşı dökerler. Daha sonraki yıllarda mezarlık bakımsız kalır. Mezar taşlarının bazıları dış ülkelere götürülür. Bazı taşlar ise bina yapımında kullanılır. Bu arada Mercimek Hatunun yazılı mezar taşı da ortadan kaybolur...
.
.
BATTAL GAZİ DESTANI
Destanlar tarihin bir şey söylemediği tarihsel dönemlerin ışık tutan yegane kaynaklardır. Destanlar adeta milletlerin masallaştırdıkları tarihleri olup, yaşanan sosyal olayların bıraktığı izler zaman içerisinde, halkın muhayyilesi ile yoğrula yoğrula şekillenir. Zaman ve mekan bakımından değişikliğe uğrasa da toplum hayatında yaşananlara ait izleri hep muhafaza ederler. Destanlar ortaya çıktıkları dönemde halk değerleri içerisinde önemli yere sahip; meziyetleri(yiğitlik, mertlik) öne çıkararak , özellikle milletlerin tarihlerindeki “yeni Kuruluş” dönemlerinde hasımlarla yapılan mücadelelerde halkın birbiri ile ve vatanları ile kenetlenmelerine hizmet ederler.
Battal Gazi ve destanı da bu bağlamda yani Anadolu‘nun Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması döneminde Bizans’lılarla yapılan mücadelelerin ortaya çıkardığı kahraman ve bu kahramanın yiğitliğini anlatan hikayesidir.
Anadolu’ya Türk akınları 359 yılında Hun akınları ile başlamıştır. VII. Yüzyıl başlarında İslamiyetin doğuşu ile birlikte güçlenen İslam devleti Anadolu’ akınlar yapmaya başlamış, Abbasiler döneminde İslamı seçen Türklerden oluşturulan İslam ordularının Anadolu akınları VIII. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yoğunlaşarak devam etmiştir.
1071 yılına gelinceye kadar Anadolu ‘nun doğu sınırları Müslümanlarla Bizaslılar arasınsa sık sık el değiştiren bölgeler olagelmiştir. Özellikle Tarsus-Malatya doğrultusunda çizilecek hattın kuzey ve güneyi büyük ölçüde devamlı mücadele sahası olan bir bölge idi.[1]
İşte Battal Gazi destanı bu tarihsel bağlamda doğmuştur.
Arap ve Türk edebiyatında özellikle halk romanlarındaki yiğit ve cengâver Battal Gazi ile eski adıyla Akroinon yeni adıyla Seyitgazi kasabasında büyük bir külliyenin içerisinde yatan Abdullah El Battal’ın aynı kişi olup olmadıkları kesin olarak bilinememekle beraber ; Bu büyük destan kahramanının yaşayıp yaşamadığı hakkında her hangi bir münakaşaya lüzum görmüyoruz, zîra hem matbuatta, hem halk şiirinde hem de halk geleneğinde Battal Gazi yaşamış ve yaşamaktadır.[2]
Seyyit Battal Gazi'nin yaşadığı hakkında en küçük bir şüphemiz yoktur. Ancak maceralarının bütünü doğru mudur? Bu soruya şöyle cevap vermekle yetineceğiz: Seyyit Battal Gazi, halk hikayelerinde ve yazarların çeşitli eserlerinde «Fevkal beşer» dediğimiz olağan üstü yetenek ve gücü ile tanıtılmış ve yakınlığı. olan bütün olaylar O'na mal. edilmiştir. Gerek manevi, gerekse maddi yönden O'nun varlığı büyüklüğü ortaya koyulmağa çalışılmıştır. [3]
BATTAL GAZİ DESTANININ (BATTALNAMENİN) ÖZETİ
Bir gün Hz. Muhammed ashabiyle otururken vahy gelmediğinden bahisle güzel mevzulardan konuşulmasını ister. Ashabdan Abdülvehhab, Rum vilayetinden bahseder. O anda gelen vahyde bu vilayetin iki yüzyıl sonra Cafer adında bir yiğit tarafından Müslüman edileceği bildirilir. Hüseyin Gazi, peygamber soyundan bir kişidir. Malatya'ya yerleşmiştir Malatya'nın önde gelen kişilerindendir. Bir oğlu vardır ve adı Cafer'dir.
Hüseyin Gazi, bir av esnasında Rum beylerinden Mihriyayil tarafından hile ile öldürülür. Cafer genç bir delikanlı iken babasının katillerini öldürür ve Serasker olur. Bundan sonra Kayser ordularıyla yapılan iki savaşta Cafer üstün başarılar gösterir ve Malatya beylerinin güvenini kazanır.Kayser, Ahmer komutasındaki bir. başka orduyu Malatya üzerine gönderir. Cafer, Ahmer'le yaptığı ferdi mücadeleyi kazanır. Bunun üzerıne Ahmer, müslüman olur. Kendisine Cafer tarafından «AHMET» ismi verilir. Ahmet de Cafer' e «Battal» ismini verir[4].
Bu an dan itibaren Battal Gazi Bizanslarla girdiği sayısız savaşta gösterdiği kahramanlıklar destansı bir dille anlatılır.
Artık Anadolu’da müslümanlar açısından Bizans tehlikesi bertaraf edilmiş Battal gazi de Medine’ye yerleşmiştir. Ancak Battal Gaziden aman dilemiş Kayser Kanatur, Battala verdiği sözü unutur ve Malatya üzerine ordu gönderir. Ordu şehri yakıp yıkar Battal durumu işitince topladığı ordu ile Kayser ‘le savaşır. Kayser Nesih kalesine saklanır. Battal kaleyi kuşatır. Kale duvarının dibinde dinlenmek amacıyla uzanır ve uyur. Kaleden Battalın uyuduğunu gören Kayser ‘in kızı O’na aşık olur. Gelmekte olan Bizans ordusundan haberdar etmek için bir not yazar ve bu notu taşa sararak O’na atar.Uyandırmak için âşığı tarafından atılan taş Battalın başına değer ve Battalı öldürür. Prenses Battalın öldüğünü görünce kederinden kendi hançeri ile kendini öldürür.
.
Battalgazi ve KIZ KULESİ hikayesi
burdan anlıyoruz ki Battalgazi nin izleri MALATYA'DA BAŞLAR İSTANBUL Boğazında devam eder Eskişehir'de son bulur..
Hem İstanbul'a çok uzak hem de İstanbul'un tam merkezi... Nereye baksanız deniz... Sabahı ayrı güzel, öğleni ayrı, akşamı çok farklı... Güne martı sesleriyle birlikte bir simit bir de çay eşlik eder size, akşam bir kadeh şarapla İstanbul'a derdinizi anlatırsınız... Bir yanda vapur sesleri alır gider sizi kendinizden bir yanda sessizlikle birlikte gelen o dingin İstanbul ruhu sarar bedeninizi. Hafiften bir rüzgâr eser, saçlarınız dağılır sonra mis gibi deniz kokusu yaşama daha da kenetlenmenizi sağlar... Orası bir hayal adası... Kısa süreliğine de olsa dünyadan, kaoslardan uzağa götürüyorum bu hafta sizi... Gözlerinizi kapatın ve beni takip edin... Bu hayal adasında her şeyi geride bırakın... Kederi denize, aşkı içinize atın ve benimle gelin. Ne pişmanlık kalsın aklınızda ne de "Keşke" ile başlayan cümleler... Aşkın en koyularının yaşandığı bu hayal adasında düşüncelerinizi serbest bırakın...
Aşk... Tutku... Yakamoz... Üçü burada birleşiyor sanki... Giderken başınız dönüyor, gözünüzü kapatıyorsunuz; açtığınızda tüm gizemiyle sarmalıyor sizi... "Hayal adası" diyorum... Çünkü hayalle gerçek karışıyor burada, zaman duruyor... Akşam oluyor, İstanbul'un ışıkları vuruyor denize, yüzünüze... Her şey mübah burada, günahlar denize atılıyor birer birer... Arınıyorsunuz üzerinize sinen her türlü kötülükten çünkü burası Kız Kulesi... Şehr-i İstanbul'un simgesi! Bu hafta Kabataş'taki Üsküdar İskelesi'nde Pınar'la buluşuyoruz... Beklerken içim daralıyor, sıcak bir yandan vuruyor bir yandan da insan kalabalığı üstüme üstüme geliyor... Çok geçmeden Pınar'ı görüyorum ve biniyoruz bir tekneye "Hayal adası"na doğru yol alıyoruz... Hal hatır sohbetlerinden sonra denizi yarılıyoruz ve susmaya başlıyoruz. Tek hedef var o da çıktığımız yolda hayalle gerçeğin karıştığı o noktaya bir an önce varabilmek... Rüzgar esmeye başlıyor rahatlıyoruz, yüzümüzde hafif bir gülümseme... Tam "Ne oluyor?" demeye kalmadan tekne yanaşıyor ve karşımızda ihtişamı ve mağrurluğuyla Kız Kulesi dikiliveriyor...
Tüm hareketlerim ağırlaşıyor inerken tekneden... Sallanıyorum... Kulenin kapısında durduğum an gizem çekiyor beni de içine ve yürüyorum içeri doğru...
Bedri Rahmi Eyüpoğlu Kız Kulesi'ni geçirdiği dizelerinde şöyle söyler hep:
"İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
"Ne zaman birinin resmini yapsam
Öteki kıskanır
Ama şu Kız Kulesi’nin aklı olsa
Galata Kulesi’ne varır
Bir sürü çocukları olur."
BAKİRE HERO'NUN AŞKI
İşte böyledir Kız Kulesi... Efsaneler gerçeklerle karışır, ortaya bir mozaik çıkar... Hakkında yazılanlar, söylenenler o kadar çoktur ki neye inanıp neye inanamayacağınızı şaşırır kabullenirsiniz... Öyle fazla efsaneyi içinde barındırır ki burası sizi gerçek hayattan alır koparır... Afrodit’in bakire kalmaya yeminli güzel rahibesi Hero ile yakışıklı çoban Leandros'un arasında başlayan o esrarengiz ama gerçek aşkın kahramanıdır mesela Kız Kulesi... Rahibe Hero tüm yasakları deler be sevgilisi Leandros'un kokusunu hissedebilmek için Kız Kulesi'nin kıyısından her gece ateş yakar... Aşklarını doya sıya yaşarlar burada... Bir gece yine buluşmadan önce Hero ateşi yakar fakat hoyrat bir rüzgâr bu ateşi söndürür. Leandros, karanlıkta önünü göremez ve boğulur. Hero Leandros'u sabaha kadar bekler... Gün ışıyınca sevdiğinin cansız bedenini kulenin kıyısında görünce bu acıya dayanamaz ve kendisini Boğaz'ın sularına atar... Derken başka bir öykü başlar... Hemen hemen herkesin dilden dile anlattığı efsane Bizans kralı ve kızıyla ilgili olan. Bizans kralı medyumunun "Kızınız yılan sokması sonucu genç yaşta ölecek" kehanetine inanır ve Boğaz'ın tam ortasına Kız Kulesi'ni yaptırır. Yılanlar gelmesin diye deniz ortasına yaptırdığı kuleye kızını yerleştirir. Gel zaman git zaman kızına bir genç aşık olur... Genç delikanlı kralın kızına bir çiçek yollamaya karar verir. Fakat çiçek sepetine bir yılan girmiştir. Çiçek kuleye ulaşır ulaşmasına ama genç kıza zehirini akıtır... Genç kız hayata gözlerini yumar...
BATTAL GAZİ'DEN BUGÜNE DOĞRU...
Bir efsane daha vardır ki, Battal Gazi ile ilişkilendirilir. Arapların İstanbul'u alma çabaları hızla devam ediyordur. Battal Gazi kulenin karşısında bulunan kayalıklara bir karagâh kurar. Yedi sene sonra Battal Gazi Şam'a doğru bir sefere çıkar. Bunu fırsat bilen Bizans kralı, denizin tam ortasına bu kuleyi yaptırır. Bizans İmparatorluğu'nun hazinesini ve kızını bu kuleye hapseder. Battal Gazi Şam'ı fethettikten sonra geri döner ve karargâhının olduğu yerleri eskisi gibi göremez. Kuleye baskın yapar, kralın kızını alır ve İstanbul'u bırakıp gider...
1500 yıl önce kulenin bu gün bulunduğu yerde Atinalı bir Kumandan’ının güzeller güzeli eşi Damalis’e ait bir anıt mezar olduğu varsayılıyor.
Ayrıca 1509 yılında meydana gelen İstanbul depreminde Kız Kulesi'nin büyük hasar aldığı, 1719 yılında da büyük bir yangın geçirdiği anlatılıyor. Yangın sonrasında ise Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yeniden taştan bir bina olarak restore ettiği belirtiliyor. Bunun yanı sıra Kız Kulesi'nin 1830'da kolera salgınının şehre yayılmaması için karantina hastanesine dönüştüğü biliniyor. 1832 tekrar bir tadilattan geçerek, kubbenin üzerinden yükselen bir bayrak direğine sahip olur.
Şimdilerde efsanelerle gerçeğin birbirine girdiği Kız Kulesi hem restoran hem de kafeterya olarak hizmet veriyor.
*
BATTAL GAZİ KÜLLİYESİ
.
Battalgazi Yöresi
MERCİMEK HATUN EFSANESİ
Bir zamanlar, Eski Malatya'da (Battalgazi) çok varlıklı, genç ve dul bir kadın yaşamaktadır. Parası, malı mülkü sayısızdır. Bunun için de evlenmeyi aklından geçirmez. Zamanını işine, gücüne ayırır, yoksullara, yolda kalanlara, yetimlere, öksüzlere yardımcı olur, çeşmeler ve yollar yaptırır. Bağında, bahçesinde çalışan ve öteki işlerini görenlerle misafirleri için pişirilen yemeklere konulan tuz yarım kırattır. (Kırat, 15 kg buğday alan tahtadan yapılmış tahıl ölçeğidir.)
Darlığa düşenler, yolda kalanlar, işlerini kaybedenler doğru ona koşarlar. Mercimek Hatun da gelenin hiçbirini geri çevirmez, eli boş göndermez.
Mercimek Hatun, bir gün hamama gitmek ister. O günlerde şehirdeki 18 hamamı tek tek dolaşır. Gerek temiz olmayışları, gerekse yapıları itibarîyle bunlardan hiçbirini beğenmez. Bunun üzerine, Meydan başı Mahallesi'nde, çok güzel bir hamam yaptırır.
Gün gelir etrafındakiler, çalışanlar, kadıncağızı zor durumda bırakarak hizmetinden uzaklaşırlar. Mal-mülk ortada kalır. Tarlalar sürülmez, ekin ekilmez, bakımsızlıktan bahçeler mera haline dönüşür. Mercimek Hatun elinde kalan son parasını da harcayıp bitirince görülmedik bir yoksulluğa düşer. O kadar ki, yıkanmak için tas yerine karpuz kabuğu kullanmak zorunda kalır. Bu durum dürüst halkı da çok üzer. Artık yolun sonuna gelinmiştir. Yapılacak bir şey de yoktur.
Yalnız, Mercimek Hatun kendisini seven ve haline acıyanlara son bir vasiyette bulunur. Öldüğünde mezar taşına aşağıdaki sözlerin yazılmasını rica eder. Günü gelince Mercimek Hatun da her canlı gibi bu dünyadan göçünü yükler. Kendisini Kırklar Mezarlığı'na gömerler. Sevenleri, mezar taşına istediği şu sözleri yazdırırlar...
"Ben bir Mercimek Hatun idim, kendi başıma, Günde yarım kırat tuz
giderdi aşıma Onsekiz hamamdan bohçamı getirttim Bir hamam yaptırdım
Meydan başına Öyle bir zaman geldi ki!... Aman Allahıml... Karpuz
kabuğuyla su döktüm başıma..."
Ölümünden sonra mezarlığa uğrayanlar, koca bir varlıktan müthiş bir darlığa düşen bu kadın için gözyaşı dökerler. Daha sonraki yıllarda mezarlık bakımsız kalır. Mezar taşlarının bazıları dış ülkelere götürülür. Bazı taşlar ise bina yapımında kullanılır. Bu arada Mercimek Hatunun yazılı mezar taşı da ortadan kaybolur...
.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.