GELİNCİK TEPESİ EFSANESİ
Orduzu’nun Bahçebaşı köyündeki Arslantepe höyüğünün arkasında, yani Taşpınar ile Mezarlık arasındaki bir tepenin adıdır Gelincik tepesi. İşte bu Taşpınar Mahallesi’nde yaşayan yoksul bir kıza komşu ülke kralının oğlu sevdalanmış… Kral karşı
çıksa da oğlunu bu sevdadan vazgeçirememiş. Sonunda gençlerin evlenmelerine karar vermiş. Gelinin annesinden başka kimsesi yokmuş. Yaşlı kadın 40 gün 40 gece süren düğünde elinden geldiğince hizmet etmiş. Düğün alayı 40. günün sonunda evden ayrılıp tam tepeye geldiğinde, gelin:
“Annemin evinde altın bir süpürge unuttum” demiş. Adam yollamış annesine süpürgeyi aldırtmak için. Anne iki gözü iki çeşme ağlayarak ” ben 40 gün 40 gece tüm orduyu doyurdum bu yoksul halimle. Kızım bir altın süpürgeyi çok gördü bana. Kraliçe olacak kızımı o ordusuyla birlikte taş et Allah’ım” demiş.
Ordu sıra halinde taş olmuş. Buradaki kayalıkların bir sıraya girmiş asker bölüğü gibi görünmesi efsaneye olan inancı artırmıştır.
(Bu konuda bir başka efsane)
II-
II-
Orduzu’nun Bahçebaşı köyündeki Arslantepeyöredeki ilk yerleşim alanıdır. Burada yaşayan yoksul bir kıza komşu ülke kralının oğlu sevdalanmıştır. Kral karşı koysa da oğlunu bu sevdadan caydıramaz. Sonunda gençler kırk gün kırk gece süren bir düğünle evlenirler ve gelin alayı yola koyulur. Kız bir ara gelin alayını durdurur evine iki atlı gönderip unuttuğu oklavayı istetir. Buna kızan anası `’gelinlik tacınla askerinle alayınla taş ol’’ diye beddua edince tüm alay taş olur.
*
Malatya Beydağı Efsanesi
Torosların bir kolu olan Beydağında uyuyan, taşa dönmüş bir ermişi anlatır. Ermiş yılda bir kez uyanıp şu soruyu sorarmış; Malatya ovası altın sabanla sürülüyor mu? Olumsuz yanıt alınca tekrar uykuya dalarmış. Malatya ovası çok verimlidir. İyi sürülüp işlenirse bereket, bolluk artacak sabanlar bile altından yapılacaktır. O gün Ermişin yeniden canlanacağına inanılmaktadır. Ermiş O günü beklemektedir....
*
Gündüzbey Derme Suyu Efsanesi. (Malatya İçme suyu)
Hz. İsa'nın hristiyanlığı yaymaya çalıştığı yıllarda Gündüzbey yakınlarında putlara tapan ve bu inanışı büyük ölçüde yakın çevreye kabul ettiren biri yaşarmış. Hz.İsa hristiyanlığı tanıtmak için gezerken Malatya ' ya da gelmiş ve ününü duyduğu bu putperestin yaşadığı yer olan pınarbaşına da uğramış. Putperest kendisine rakip olarak gördüğü Hz. İsa' yı halkın gözünde küçük düşürüp ona inanmalarını engellemek için çeşitli hilelere başvurmuş. Bunlardan birinde de tapınak haline getirdiği yerde kayaların içine önceden su dolu tulumları yerleştirerek üzerlerini toprakla sıvamış.
Tüm hazırlıklarını tamaladıkdan sonra ahalinin önünde elindeki şiş ile toprak görünümlü yerlere vurarak içindeki tulumlardan su akıtmış ve Hz. İsa'ya dönerek,
Aynı şeyi sen de yaparsan dinine inanacağım ya İsa, aksi takdirde buralardan gideceksin demiş.
Hz. İsa putperestin yaptığı bu hileyi farketmiş ve,
Senin akıttığın su az sonra bitecektir ama bu su sonsuza kadar akacaktır diyerek asasını kayalara vurunca derme suyu gürül gürül akmaya başlamış. Hz. İsa elindeki asayı sürükleyerek Gündüzbey yönüne doğru yürümeye başlamış. Su da onu takip ederek akmış.
.
Koca Vaiz Efsanesi...
Koca Vaiz, Anadolu Selçukluları döneminde Malatya ve çevresinde Uç Beyidir. Yörede büyük bir Din Bilgini ve savaşçı olarak bilinir. Bizans üzerine sayısız akınlar yapmıştır. Bunlardan birinde bir kılıç vuruşuyla başı gövdesinden ayrılır. Vaiz Baba başını koltuğunun altına alarak Malatya'ya döner. Eski Malatya (Battalgazi) yakınlarında bir kadın, Koca Vaizi görür,korkuyla bağırır. İşte o zaman Koca Vaiz düşer ölür. Öldüğü yere türbesi yapılır. Günümüzde de halkın en çok ziyaret ettiği yerdir...
Koca Vaiz Efsanesi (2.Efsane)
Koca vaiz ile ilgili bir başka efsandeyi de ben aktarayım ;
IV. Sultan Murad Han devrinde geçtiği söylenen bu olay şöyle gelişir; Sultan Murad Han Bağdat seferine giderken Fırat'tan atıyla geçtiği sıralarda boğulma tehlikesi atlatmış , bir el uzanarak padişahı kurtarmıştır. Padişah kendine uzatılan elin sahibini çok iyi görmüş ve o zat hemen kaybolmuş. Bağdat seferi dönüşünde Eskimalatyada alimleri, ulemaları toplamış ve o kişinin bulunmasını emretmiş. Böyle bir zatın kim olacağı bilinmemekle beraber, o dönemde yaşayan ne kadar eren varsa padişahın huzuruna çıkarmışlar.
Padişah kalabalık içerisinden Koca Vaizi işaret ederek ''işte o!.. ''diyerek tanımış.
Padişah, Koca Vaiz’e gereken hürmet ve alakayı göstermiş, onun ne kadar ulu bir kişi olduğunu anlamış, ölünceye kadar koca vaizi korumuştur.
Melik Sunullah Camii (Koca Vaiz Baba)...
.
HEKİMHAN YÖRESİ
TÜRK MİTOLOJİSİ EFSANESİ GUGUK KUŞU
Çok eskiden Hekimhan İlçesine bağlı Kocaözü Kasabasında Küllek Hüseyin adında bir köylü varmış. Bu köylünün beş uşağı ile hasta bir avradı varmış. Eskiden bütün köy halkı tarlada çalışırmış. Tarlada çalışmak o günün şartlarına göre çok zormuş. Küllek Hüseyin çok fakir olduğundan avradı ile birlikte hiç durmadan çalışırlarmış. Hasta olan avradı iyice hastalanmış. Köyde ne tohtur ne de hastahane varmış. En yakın hastahane Sivas'ta imiş. Araba ve yol olmadığından gitmek çok zormuş. Küllek Hüseyin avradını ata bindirerek yola çıkmış. Uzun yola dayanamadan Mehri hatın yolda ölmüş. Küllek Hüseyin avradını yolda gömmüş. Yetim kalan beş uşağa hiç bakacak kimsesi kalmamış. Küllek Hüseyin yeniden evlenmiş. Analık eline kalan uşaklara çok kötülük ediyormuş. Uşaklara yemek ekmek vermiyormuş. Babası tarlaya çalışmaya gidince onlara olmadık kötülükler edip babaları gelince şikayet etmesin diye uşakları korkuturmuş. Çevredeki komşular bu duruma çok üzülüyorlarmış. Bir gün evin büyük kızı, ortancılı gardaşını üvey anasının elinden kaçırıp dağa götürmüş. Koynuna bir torba koymuş bir de keser almış. Bunları uzaktan izleyen bir çoban varmış. Zeynep kengeri toplamış Yusuf'un torbasına doldurmuş. Yorulunca bir yere oturup dinlenmişler. Az sonra torbaya bakmış ki torbada hiç kenger yok. Torbanın dibi delik olduğundan hepsi dökülmüş. Yusuf küçük olduğu için kengerin döküldüğünün farkına varmamış. Buna çok sinirlenen ablası keser ile gardaşının başına vurup öldürmüş. Korkusundan eve gidemeyen Zeynep ağlaya ağlaya yürüyecek hali kalmamış gece sabaha kadar oturmuş ağlamış.
Allah'a yalvarmaya başlamış ve demiş ki: "Allah'ım beni bir kuş eyle kanadımı gümüş eyle. Gakgoğ diyem, babbağ diyem, gardaş diyem ağlıyam."
Allah tarafından kuş kesilmiş bunları izleyen çoban, Zeynep'in nasıl kuş olduğuna inanamamış. Zeynep aynen guguk kuşuna benziyormuş. O günden sonra guguk kuşu gardaşını öldürdüğü taşın başına konup hiç durmadan ötüyormuş. Bu olaydan önce köylüler hiç böyle bir kuş görmemişler, günümüze dek gelen bu efsane nedeniyle çevremizde ne zaman bir guguk kuşu görsek büyükler Zeynep geldi derler.
.
HEKİMHAN YÖRESİ
Hekimhan’ın Kuruluşuna Ve Adına Ait Efsane
Bir sefer sırasında Köprülü Mehmet Paşa’nın yolu Hekimhan dolaylarına düşer. Doğanın güzelliğine hayran kalır, Askerlerine burada konaklanmasını buyurur. Askerler çevreyi dolaşmaya çıktıklarında günümüzdeki Hasan Ağa Çeşmesi’nin yanındaki dereye gelirler. Dere suyunun al al aktığını görürler,suyu izlediklerinde yaralı bir adam bulurlar ve Paşa’ya haber verirler. Paşa hekimiyle birlikte gelir, hekim hastanın durumunun umutsuz olduğunu söyleyince, Paşa sorar;
"Hiç mi canı kalmamıştır?"
Hekim;
"Ancak onda bir canı var" der.
Köprülü bu yanıt karşısında kızar ve şöyle haykırır;
"Onda bir canı kalmış adamı ölüme mi bırakırsın?Ya bunu kurtarırsın ya da senin kanını da bununkine katarım."
Hekim hemen işe koyulur yaralıyı üç günde ayağa kaldırır.
Köprülü Mehmet Paşa Yaralıya kim olduğu sorar
Yaralı, Kendisinin de hekim olduğunu, ilaç yapmak için bitki toplarken, eşkıyalarca vurulduğunu anlatır. Köprülü ağaçları kestirip açtırdığı yere Hekim için bir han, hamam ve cami yaptırır. Çevreden de birkaç aile getirip yerleştirir. Buraya önceleri Hekimin Hanı, daha sonra da Hekimhan denilmiştir.
.
HEKİMHAN YÖRESİ
ZURBAHAN’A AİT SÖYLENCE
Hekimhan yöresindeki Ayrancı Dağlarının en yüksek tepesine halk Zurbahan Dağı der.Buraya ait çok fazla söylence anlatılır.
Zurbahan’ın 6-7 km güneybatısında Asarkaya denilen sarp bir kaya vardır. Kayanın tepesinden, aşağı basamaklı ve dik bir tünel iner. Buradan yuvarlak, dar bir boğaza varılır. Günümüzde boğazın ağzı taşlarla örtülüdür. Boğazın bir yanı Maltepesi’ne,bir yanı Ballıkaya’ya,bir yanıda Zurbahan’a açılmaktadır. Maltepesi’nde altından yapılmış gereçler, Ballıkaya’da depolar dolusu bal, Zurbahan’da da eşsiz takılar vardır.
Zurbahan’daki takıları ele geçirmek isteyenlerin tünelde 1-2km ilerleyince fenerleri söner, geri dönmek zorunda kalırlar. İnanışa göre fener tünelin tılsımıyla sönmektedir, kimse Zurbahan’a ulaşamamaktadırlar.
.
HEKİMHAN YÖRESİ
Zurbahan ile ilgili bir başka söylencede şöyledir;
İnanışa göre Zurbahan’ın tepesindeki kayanın içinde üç oda vardır. Biri altın, biri mücevher, biri de altından araç-gereçle doludur. Odanın kapısı ancak tılsımlı bir sözle açılır. Şimdiye dek içeri girmeyi başaranlar olmuşsa da buradan bir şey çıkaramamıştır.
Yörede yaşayan bir hoca günün birinde bu odaların kapısını açmaya niyetlenir. Dağın tepesine çıkıp çember çizer, içine girip okumaya üflemeye başlar. Okudukça çevresinde korkunç yaratıklar belirir, hocayı şaşırtmak isterler. Eğer şaşırırsa tılsım bozulacak, kapı açılmayacaktır. Hoca şaşırmadan duasını bitirir. Kapı aralanınca içeride altınların üstüne oturmuş dünya güzeli bir kız görür. Kıza bakmadan koynunu altınla doldurmaya başlar. Dışarı çıkmak istediğinde kapı bir türlü açılmaz. Ne yaparsa da yararı olmaz.
Sonunda çaresizlikle aldıklarını bırakınca kapı aralanır.
.
HEKİMHAN YÖRESİ
GÜZELYURT EFSANESİ;
Güzelyurtlunun biri savaşta tutsak düşer. Yanına yaklaşan bir adam nereli olduğunu sorar.
Güzelyurtluyum deyince Adam;
"Yurduna döndüğünde çeşmenin başına var. Bir pire tut, kayanın üstünde öldür, sakın unutma"der.
Adam yıllar sonra tutsaklıktan kurtulup yurduna döndüğünde söyleneni anımsar. İsteneni yapar. Pireyi öldürmesiyle üstüne arılar üşüşür. Arılardan korunmak için abasını başına çeker. Abanın içinde üç arı kalmıştır. Ortalık durulunca adam abayı başından atar, üç altın yuvarlanır. Korkup abasını başına çekmese tüm arılar altın olacaktır.
.
YEŞİLYURT YÖRESİ
Daha önce aktardığım Efsanenin değişik bir anlatımı;
Bir zamanlar Malatya’da gürül gürül derelerin çağladığı obaları yan yana adı gibi yemyeşil Yeşilyurt da zenginliğiyle nam salmış bir ailenin güzelmi güzel Gülhan adında bir kızları varmış. Güzel kız beline inen saçları,dupduru teni ve renkli gözleriyle insanın içine işleyen bir güzelliğe sahipmiş. Nerde bir hasta, nerde bir yardıma muhtaç kimse, nerde bir yaşlı varsa Gülhan hep onların yanındaymış. Zekası, iyi kalbi ve güzelliğiyle bir elmas gibi parlayan bu kızı köyün bütün gençleri sever ve evlenmek isterlermiş. Bir zaman sonra Gülhan’ın babası genç yaşta talihsiz bir kaza sonucu ölünce ana kız baş başa kalmışlar. Anası bin bir zahmetle büyüttüğü kızını talip olan gençlerin hiçbirine vermek istememiş, kızını kimselere yakıştıramamış. Böylece geçen zaman içinde Gülhan’ın kısmeti kapanmış bir daha da açılmamış. Onu isteyenler annesinin inadı yüzünden kızın yanına bile yaklaşamamış. Güzel genç kız bir müddet sonra evlilik yaşı da geçince çaresizce bütün eski güllüklerine veda etmek zorunda kalmış. Bahtsız kız biraz olsun oyalanmak için bir iş kurmaya çalışmış, düşünüp taşınmış anasının da rızasını alarak bütün servetini malı mülkü ne varsa hayır işlerine harcamaya karar vermiş. O zamanlar Malatya’da şimdiki yel köprünün bulunduğu yer derin bir uçurum halindeymiş. Hiç kimse karşıya geçemez buna cesaret bile edemezmiş. Gülhan düşünmüş taşınmış buraya bir köprü yaptırmaya karar vermiş. O günün sonunda gökte dolunay olduğu bir gecede rüyasında ak saçlı bir bilge görmüş. Bilge ona tam da yel köprünün olduğu yerde bir köprü yeri göstermiş ve o köprüyü şöyle anlatmış ; “altından su geçer ortasından yol geçer üstünden hem su hem de yol geçer”
Birlikte konuşup bir karara varan Gülhan'la annesi ertesi günün ilk ışıklarıyla beraber işe koyulmuşlar. İşinin erbabı belli başlı ustalara haber salmışlar. Ustalar bu uçuruma böyle bir köprü yapılmasının imkansıza yakın olduğunu söylemişler. Gülhan, bin bir güçlükle ikna etmiş ustaları, hızla işe başlanmış ve haftalar sürmüş köprünün yapımı. Birbirinden maharetli ustalar gecelerini gündüzlerine katarak canla başla çalışıp imkansızı başarmışlar. En sonunda tamda Gülhan'ın istediği gibi bir köprü yapılmış, böylece köprü suyla birlikte insanlarında karşıya geçmesine yardımcı olmuş. Yöre halkının hayır dualarını ve iyilik temennilerini alan Gülhan’ın yüreği sevinçle dolmuş biraz olsun derdini tasasını unutmuş. Gülhan köprüyü inşa ettirdikten birkaç ay sonra rüyasında yine aynı bilgeyi görmüş.
Güler yüzlü bilge Gülhan’a mutlu bir evlilik temenni etmiş.
O günden sonra da Gülhan’ın yüreği sevgiyle aşkla evlat isteğiyle dolup taşmış.
Günler günleri kovalarken Gülhan kendi halinde yaşaya dursun Yeşilyurt’un semtlerinden yemyeşil bağ ve bahçelerin bulunduğu taftacık semtine giderken davullu pınarın karşısına düşen düzlükte gelin yurdu düğün yurdu denilen bir yer varmış. Orda oturan yöre halkı düğünlerini derneklerini bu düzlükte yaptığı için burası düğün yurdu adını almış. Birisi evleneceği zaman herkes oraya çağrılır bir bir iki iki evlenilirmiş. Birbirine çok bağlı olan Gelin yurdu sakinleri her öğünde aynı yemeği pişirirlermiş bir gelenek halini alan bu durumu kimse yadırgamaz herkes uyum içinde geçinip gidermiş.
O gün ne yemek yapılacaksa ağanın kızı tarafından evden eve duyurulup bunun dışında bir aş tencereye konmazmış.
Gelin yurdunda yiğitliğiyle nam salmış güçlü gözünü budaktan sakınmaz Halil adında bir adam yaşarmış. Günlerden bir gün Halil in yolu yeşil yurda düşmüş baharın yeni sevdalara göz kırptığı bir günmüş, dört tarafı çiçeklerle bezeli usul usul akan bir derenin başında sessiz sakin oturan Gülhan’ı görmüş yağız delikanlı.
İki genç karşı karşıya gelir gelmez birbirlerine vurulmuşlar.
Aydınlık bir buğu altındadır sanki Gülhan’ın yüzü o an güzel kızın yüzüne bir ömür bin yıl hiç bıkıp usanmadan bakabileceğini fark etmiş Halil.
Daha ismini bile öğrenmeden gönlünü kaptırmıştır güzel kıza Halil.
Gülhan’da yiğit Halil’den çok etkilenmiş dizlerinin bağı çözülmüştür. Yıllardan beri unutup ötelediği duyguları kabarmış içinde bir sevgi fırtınası esmeye başlamış.
Hemen tanışmış iki genç kısa zamanda mutluluğu paylaşmışlar, bembeyaz bulutların ardından inceden bir yağmur çiselemeye başlarken ertesi gün aynı yerde buluşmak üzere vedalaşmışlar. Gündüz buluşmaya cesaret edememiş iki sevdalı. Gülhan hakkında çıkacak dedikodulardan korkmuş. Gece ay ışığında gizli gİzli buluşmaya karar vermişler.
Yıldızlar yeşilyurdun apaydınlık olmuş ayaz gecesinde gökyüzüne irili ufaklı serpilmişken buluşmuşlar. Gülhan oradan ayrılıp eve dönerken başı dönmüş içi içine sığmamış.
Aradan zaman geçmiş Halil’in kendi yurduna dönme vakti gelmiş,
Gülhan bu sıralar çok mutluymuş. Halil gelip kendisini istemese bile oradan ayrılmış gitmiş.
Gülhan için özlem dolu günler başlamış.
Aradan zaman geçmiş Halil gelmemiş Gülhan olanlara anlam verememiş gözü ağlamaklı yolunu gözlemiş. Halil bir gün perişan bir vaziyette geri gelmiş aylar boyu düşündüğünü onu çok sevdiğini ama ikisinin evlenmesinin mümkün olamayacağını anlatmış. Gülhan ilk başta anlamamış çok üzülmüş. Halil onu sakinleştirip tek tek anlatmaya başlamış.
Gelin yurduna dışarıdan hiç gelin gelmemiş o güne kadar çünkü bizim yaşamımız çok mutlu herkes birbirine çok bağlı sadece o yörede büyüyenler bunu anlayabilir.
Bizim orda bir inanış var dışarıdan gelin getirenin başına bin türlü felaket gelir bizim evlenmemize izin vermezler. Gülhan sevdalısını anlasa da içi kan ağlamış yataklara düşmüş Halil’in aşkından.
Boynu bükük geri dönen Halil anne babasını ikna ederek Gülhan’ı istemeye gitmiş Gülhan’a durumu tekrar anlatan Halil başımıza kötü şeyler gelmesinden korkuyorum kimseden iyilik istemiyorum bizim oralarda ama ben aşkımı gönlümü dinliycem ve seninle evleneceğim ne olursa olsun buna hazır ol kötü şeylerde olabilir. Gülhan’ın Halil’e duyduğu aşk her şeyden önce geliyormuş onun için ne olursa olsun evlenecekmiş onunla. Halil’in ailesi Gülhan’ı istemiş Gülhan’ın annesi kızını Halile vermeyi kabul etmiş. İki gencin kavuşmaları için hiçbir engel kalmamış artık. Düğün yurdu olarak bilinen Halil’in memleketlileri Halil’in dışarıdan gelin getirmesine hiç sıcak bakmamışlar. Düğünleriyle ünlü bu yörede ilk defa sessiz bir düğün gerçekleşmiş hiçbir komşuları hiçbir akrabaları düğünlerine eşlik etmemiş.
Yalnız kalmanın üzüntüsünü kavuşmak sevinci bastırmış Halil ile Gülhan kavuşmuşlar. Halil ilk gün karısına uzun uzun tembihlemiş burada herkes birlikte hareket eder. Biz birlikte yaşar birlikte rahat ederiz lütfen civardaki kadınlar sana ne diyorsa onu yap kurallara uyarak geleneklerimize uy. Gelin yurdu sakinleri birbirlerine o kadar bağlıymış ki yedikleri ayrı içtikleri ayrı gitmezmiş. Ayrılık olmasın diye bütün yöre kadınları aynı yemeği pişirirlermiş. Dışarıdan gelen ve gelenekten habersiz Gülhan ilk günlerde misafir olarak kabul edildiği için hiçbir iş yapmamış. Aradan biraz zaman geçtikten sonra artık ev işlerini kendisi yapmaya başlamış. Günlerden bir gün Halil dışarıdayken Gülhan ona başka bir yemek yapmaya karar vermiş.
Halil’in bu kararına sevineceğini düşünen Gülhan birliği sağlamak adına ağanın evinde pişen ve etrafa duyurulan yemekten başka bir yemek pişirmiş. Akşam olup Halil eve dönünce ortalık birden karışıvermiş .
Halil Gülhan’ın başka bir yemek pişirdiğini görünce deliye dönmüş gözü hiçbir şey görmeyen Halil kazmaya eline aldığı gibi dama fırlamış ve evini yıkmaya başlamış.
Yüksek sesle “aş karıştı iş karıştı” diye bağıran Halil’i kimse durduramamış. Halil’in çığlıklarını duyanlar durumu anlamakta gecikmemişler. Kazmayı eline alan köylü kendi evini yıkmaya başlamış. Düğün yurdu gelin yurdu yas yurduna dönmüş sabaha bir virane olmuş.
Ahali sabah eşyalarını toplayıp başka tarafa göç etmiş. Rivayet odur ki Malatya’da bugünde yaşanan örnek birlik ve beraberliğin temeli işte bu çok eski zamanlara kadar uzanıyormuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.