NİYAZİ MISRÎ


NİYAZİ MISRİ


Resim_D__z_822267341
Malatyalı ünlü alimlerden birisi de Niyazi Mısri’dir. Yaşantısı, görüşleri, edebi yönü ve tasavvuf düşüncesi günümüzde aydınlatılmaya başlanmıştır. Malatya’da ve ulusal çapta Niyazi Mısri hakkında bir çok etkinlik, araştırma, sempozyum, anma programları düzenlenmektedir. 2014’ün Niyazi Mısri yılı olması içinde çalışmalar sürmektedir. Bu sayede Niyazi Mısri ile ilgili bilgiler her geçen gün daha da artmaktadır ve netlik kazanmaktadır. Devrinin muhalif yazarı Niyazi Mısri oldukça çalkantılı bir hayat geçirmiştir. Doğru bildiğini yapmaktan sakınmayan tavrı, yüksek çıkan sesi, yanlışların üzerine korkmadan giden yapısı, haklı isyanları ve daha bir çok etken Niyazi Mısri’ye sürgün hayatı yaşatmıştır. Tek başına muhalefet olarak nitelendirilebilecek bu insanın yaşamı bugün dahi ilgi çekici ve öğreticidir.
Tarihçi yazar Orhan Tuğrulca Niyazi Mısri için şöyle söylemektedir: “Niyazi Mısri, hayatı ve mücadelesi ile nevi şahsına münhasırdır. Başka bilge/sofilerle karıştırılması onun anlaşılmasını zorlaştırır. Örneğin aynı gelenekten beslenmesine rağmen Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Mevlana Celaleddin –i Rumi ya da Sadreddin Konevi’ den hayli farklıdır. İllaki yinede bu gelenek içerisinde görülmek isteniyorsa belki Nesimi ve Şeyh Bedrettin ekolü içerisinde anlamaya çalışmak onun anlaşılmasını bir nebze kolaylaştıracaktır.”

Hayatı

Niyazi Mısri’nin asıl ismi Mehmet’tir. Niyazi ve Mısri ise mahlaslarıdır. Mısır’da bir dönem eğitim gördüğü için Mısri mahlası kullanılmıştır. Niyazi Mısri 1617 yılında 2.Osman devrinde Malatya’nın Soğanlı (İşpozi) kasabasında doğmuştur. Babası Malatya’nın önde gelen Nakşibendi tarikatı mensuplarından Soğancızade Ali Çelebi’dir. Babası Nakşibendi mensubu olmasına rağmen Niyazi Mısri Malatyalı Halveti Şeyhi Hüseyin Efendi’ye talebe olur. Medrese eğitiminden sonra Malatyalı bilginlerden aldığı dini ve tasavvufi eğitimler Niyazi Mısri’nin hayatına yön verecek olan düşünce yapısının temelini oluşturmuştur. Bir müddet sonra şeyhi Hüseyin Efendi Malatya’dan ayrılınca Niyazi Mısri de 20 yaşları civarında 1638’de şehirden ayrılarak farklı düşüncelerdeki bilginlerle tanışmak için önce Diyarbakır’a oradan Mardin’e geçer. Buralarda kaldığı zaman içinde ilmi yönden kendini geliştirmeye devam eder. Daha sonra Kerbela, Bağdat, ve Kahire’ye geçer. Bu dönemde Arapça bilgisini ilerletir. O zamanlar hocası sadece Mısır’da bulunan “Miftah-ı Ulumil Gayb” (Gayb İlimleri Anahtarı) dersleri almak için Mısır’a gider. Bir yandan Gayb ilimleri dersi alırken diğer yandan da düşünürlerle, sufilerle ilişkilerini geliştirerek dini ve ilmi bilgisini ilerletir. Mısır’daki eğitiminin 4. ve son yılında bir gece Mısri’nin rüyasına Abdülkadir Geylani hazretlerinin girdiğini ve ona “aradığı şeyhin Mısır’da olmadığını Anadolu’yu işaret ettiğini” kendisi Mevaidu’l-İrfan (İrfan Sofraları) adlı eserinde anlatmaktadır. Bunun üzerine Mısır’daki hocasının rızasını alarak 1646 yılında İstanbul’a geçer. Sokullu Mehmet Paşa medresesindeki bir hücrede irşada başlar.
İstanbul’dan Bursa’ya gidip orada Veled-i Enbiya Camii kayyimi Ali Dede’nin evinde ikamet eden Niyazi-i Mısri, yine bir rüya üzerine Uşak’a giderek Halvetiyyenin Elmalı’lı Yiğitbaşı Ahmet Efendi kolundan ve Ümmi Sinan Halifelerinden Şeyh Mehmet’e intisab eder. “Akıbet Şeyhim, göz bebeğim, kalbimin devası” olarak ifade ettiği Şeyh Ümmi Sinan Elmalı ile Elmalı’ya giderek şeyhinin dergahında imamlık, hatiplik ve şeyhinin oğluna öğretmenlikte bulunur. Bir ara önce Malatya’ya sonra da İstanbul’a bir seyahatte bulunur. 1654’te kendisine Ümmi Sinan tarafından hilafet verilmesine müteakip Uşak’a ve Kütahya’ya, Ümmi Sinan’ın ölümünden sonra tekrar Uşak’a oradan Bursa’ya gidip Hacı Mustafa adlı birinin kızı ile evlenir. Bir kız çocuğu olur. Bursa’da Ulu Camii civarında bir hücrede irşada, camide de vaazlara devam etmiş; bir yandan da geçimini temin ve yoksullara yardım maksadıyla mum yapıp satmıştır. Abdal Çelebi adlı bir tüccar, Niyazi’ye bir dergah yaptırır. Bursa’da Ulu Cami’nin kıble tarafında şu anda postanenin bulunduğu köşede ki bu dergah 1669 tarihinde merasimle açılır.
Niyazi_M_sri_nin_Kabri
Bursa tekkesinin açıldığı yıllar medrese-tekke tartışmalarının doruğa ulaştığı yıllardır.  Sesli zikir meclisleri de bu zamanda yasaklanmıştır. Niyazi Mısri bu kararlara uymamış ve açıkça mücadele etmiştir. Kısa sürede şöhreti saraya kadar yayılmıştır. Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa’nın daveti üzerine Edirne’ye giden Niyazi Mısri, cifre dayanarak söylediği bazı sözler nedeniyle 1673’te Rodos’a sürülür. Dokuz ay sonra affedilerek Bursa’ya döner.
Dönüşte Bursa’da çalışmaya devam eder. 1677’de Rusya seferi için halkı cihada davet etmek amacıyla 300 kişilik bir derviş grubuyla Edirne’ye geçer, Selimiye Camii’ndeki bir hutbesinden dolayı devlet erkanından bazılarının iftiralarıne maruz kalır ve bu kez Limni Adası’na sürgün edilir. İki sene sonra affedilmesine rağmen dönmez ve Limni’de Mısri dergahını kurar. On beş yıl sonra tekrar Bursa’ya gelir.
Padişah II.Ahmed’in, Mısri’ye mahsus bir koçu araba(İstanbul’da ilk kullanılan araba türüdür, öküzlerle çekilir) ve dervişler için de para gönderdiği bilinmekte olup, Niyazi’yi çok saydığı anlaşılmaktadır. Niyazi-i Mısri’nin padişaha, iş başında bulunan hainleri keramet ile birer birer haber vereceği şayiası, devlet adamları arasında telaş uyandırır. Sadrazam Bozok’lu Mustafa Paşa, Mısri Efendi’nin duasını almak isteyen ve sonra sefere çıkılmasını münasip gören II. Ahmed’i, bu zat geldiği takdirde büyük bir fitne zuhur edeceği yolundaki telkinleriyle fikrinden vazgeçirir. Niyazi Mısri, 30 Haziran 1693 Salı günü Edirne’ye gelip vaaz vermek üzere Selimiye Camiine indiği zaman, halk caminin etrafını sarmıştır, kalabalıktan içeriye girilemez durumdadır. Bu durum karşısında Sadrazam, Niyazi-i Mısri’nin eğer derhal sürgün edilmezse büyük bir karışıklık çıkacağını padişaha telkin ederek, Niyazi-i Mısri’nin Limni’ye gönderilmesi hususunda bir ferman alır. 1693 yılında tekrar Limni’ye sürülür. Oraya gittikten bir müddet sonra 16 Mart 1694’te, 78 yaşında vefat eder.
Tarihçi yazar Orhan Tuğrulca’nın “Niyazi Mısri” eserinde Mısri’nin yaşamı geniş ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.

Edebiyat ve Tasavvuf Anlayışı

Aruzla yazdığı şiirlerinde Nesimi’nin etkisinde kalan Niyazi devrinin Vahdet-i Vücud görüşüne mensup kişilerinden de biridir. Hece ölçüsü ile yazdığı şiirlerinde ise Yunus Emre’nin etkisi görülür.

Eserleri

I‐ Türkçe Eserleri
1‐Divân
2‐Mecmuaları — Süleymaniye Küt. Reşid Ef. 1218 numaradaki mecmua. — Bursa Sultan Orhan Küt. 690 no’lu “Mecmua‐i Kelimât‐ı Kudsiyye” diye adlandırılan mecmua.
3‐Risaleleri — Risâle‐i Devriyye — Risâle‐i Es’ile ve Ecvibe‐i Mutasavvufâne — Risâle‐i Eşrâtü’s‐Sâat — Tabirnâme — Risâle‐i Haseneyn — Risâle‐i Hızriyye — Risâle‐i Arşiyye — Vahdetnâme — Risâle‐i İade — Risâle‐i Nokta — Akîdetü’l‐Mısrî — Risale fî Devrân‐ı Sofiye — Etvâr‐ı Seb’a
4‐Şerhleri — Şerh‐i Esmâ‐i Hüsnâ — Şerh‐i Nutk‐ı Yûnus Emre
5‐Mektupları
6‐ Ait Olduğu Söylenen Diğer Eser ve Risaleler — Lübbü’l‐Lüb ve Sırru’s‐Sır — Cenâb‐ı Hakk’ın her şeyi muhit olduğu hakkında risale — Elğâz‐ı Sofiye — Risale fî işareti’l‐vâkıât fi’l‐fatihati’ş‐şerîfe‐ — Rısâle‐i usûl‐i târikat — Usûl‐i târikat ve rumûz‐i hakikat — Eşrefoğlu Rûmî’ye ait beyitlerin şerhi — Bir beyitin şerhi — Tefsir‐i duâ hakkında risale — Ahvâl‐ı tarîkat‐ı Hak — Tuhfetü’I‐Uşşak ve Tuhfetü’l‐Müştâk — El‐levâyih iî suâl‐i Şeyh Mısri — Güneşin mağribden nasıl doğduğu hakkında risale — Risâle‐i îman‐ı taklidi ve tahkiki — Ta’bîr‐i sadâ‐yı nâkûs — Risâle‐i fî tasviri’l‐ecsâm ve’l‐erhâm — Risâle‐i târîhiyye — Cüz‐i la yetecezzâ
7‐ Yazdığı Tefsirler — Tefsîr‐i sûre‐i Yûsuf — Tefsîr‐i innâ eradna’l‐emânete — Tefsîr‐i lem yekünıllezîne keferû‐ — Allâhu nûru’s‐semâvâti ve’l‐ard— — Tefsîr‐i âyet‐i “İz kale rabbüke‐‐‐ — Tefsîr‐i âyet‐i innallahe
II‐ Arapça Eserleri
Mevâidü’l‐irfân; Devre‐i Arşiyye; Tesbî‐i Kasîde‐i Bür’e (Bürde) — Tefsîr‐i Fâtihatü’l‐Kitâb; Mecâlis
DİVAN:
“İlmihal-i tarikat “ olarak tanınan Mısri’nin divanı en çok tanınan ve sevilen eserlerden bir tanesidir. Bestelenmiş şiirleri tekkelerin ve zikir meclislerinin ayrılmaz parçası olmuş, Kadiriye’den, Uşşakiye’den, Nakşibendiye’den, pek çok tekke şairi de muhtelif manzumelerine şerh yapmışlardır.
MEVAİDU L-İRFAN
“İrfan Sofraları” anlamına gelip, 71 bölümden meydana gelen eser tasavvufi konularla ilgili tespitlerin yanı sıra bazı hatıraları ihtiva etmektedir.
KASİDE-İ BÜRDE TESBİ-İ
1075 Senesinde Bursa’da Resulullah’ın mübarek yüzünü rüyada görmek şerefine nail olduktan sonra on gün içinde yazıp bitirdiğini ifade ettiği beyitler…
MECMUA
Büyük bir bölümü elyazması olan bu kitap, Bursa Eski Eserler Kütüphanesi’nde bulunmuş, Cifr ve Hurufi kültürünün derin izlerini taşıdığı bazı müstehcen ifadeler ihtiva ettiği gibi istikbale matuf tesbitleri de barındırmakta olduğu okuyanlarca ifade edilmektedir.

Deyişleri ve Şiirleri

Çün sana gönlüm mübtelâ düştü,
Derd ü gam bana âşinâ düştü.
Zühd ü takvâya yâr idim evvel,
Aşkla benden hep cüdâ düştü.
Vâiz eder gel aşkı terk eyle,
Nideyim sabrım bî-vefâ düştü.
Nice terk etsin aşkı şol âşık,
Ana karşı sen meh-likâ düştü.
Vechini görsem dağılır aklım,
Zülfün ona çün muktedâ düştü.
Kim seni buldu kendi yok oldu,
Vaslına ey dost can bahâ düştü.
Aşka, uşşâkın dâvet etmişsin,
Can kulağına ol sadâ düştü.
Bu Niyâzî’nin hiç vücûdunda,
Zerre komadı hep bekâ düştü.
“ İlim ikiye ayrılır: Zahir ilim, batın ilim. Birincisi cehaleti giderir; ama kibir, kendini beğenme, kin ve hasedin yeşermesine sebep olur; ikincisi nefsin sıfatlarını giderir, af, eziyete tahammül, kötülük edene iyilik, herkesin iyiliğini istemek gibi sıfatların neşv ü nema bulmasına imkan verir. Birinci ilim, evin duvarına işlenen nakış gibidir. İkincisi bu duvarın karşısındaki duvara çekilen cila gibidir. Bu nakış orada daha canlı görünür.”
“Dünya ağacının meyvesi olan insan, yaratıkların özüdür. Bunun için gayelerin en yücesini araması gerekir. Bu da ilimdir. Zahir ilmi güzeldir, amellerin tohumudur. Ama bunun güzelliği Adem’in ilmi olan ilm-i esma ile olur ki bu da batın ilmidir. Batın ehli, zahir ilminin şerefini inkar etmemişlerdir. Nitekim Sırr-ı ve Sakati, müridi ve yeğeni Cünetd-i Bağdadi’ye şöyle dua etmiştir: ‘Allah seni Hadis’i bilen mutasavvıf eylesin!…’ ”
“Ey veli, iç dünya itibariyle Allah’a ulaşmaya çalışırken, dışınla da ondan ayrı olduğunu bilmelisin. İçinde cem tarafında, dışınla fark tarafında olmalısın. Vahdet ile kesretten, kesret ile vahdetten perdelenmemeli, kullukla marifet arasını bulmalısın ki tehlikelerden kurtulasın. Farkı olmayanın kulluğu, cem’i olmayanın marifeti olmaz.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.