İçel (Mersin)
MERSİN
Gülek Efsanesi
Çok eskiden Çukurova’da iyi kalpli bir padişah yaşarmış.Her insanın bir derdi olduğu gibi padişahında bir derdi varmış. Padişahın kız çocuğu yokmuş. Her gün Allah’a bir kız çocuğu vermesi için dua edermiş. Dileği kabul edilen padişahın vakti saati gelince nur topu gibi bir kız dünyaya gelmiş.Bu sevinçli haber hemen padişaha müjdelenmiş. Padişah müjdecilere hediyeler dağıtarak Ulu Tanrı’ya şükretmiş. Vezirini yanına çağırtarak demiş ki:
- Değerli vezirim. Şu ihtiyar yaşımda Yüce Tanrı’nın emriyle bir kızım oldu. Şu anda, dünyada benden mutlu insan yoktur. Ülkemde 40 gün 40 gece davul çalınacak. Sarayımın kapısı herkese açık olacak. Herkes eğlenecek.
- Değerli vezirim. Şu ihtiyar yaşımda Yüce Tanrı’nın emriyle bir kızım oldu. Şu anda, dünyada benden mutlu insan yoktur. Ülkemde 40 gün 40 gece davul çalınacak. Sarayımın kapısı herkese açık olacak. Herkes eğlenecek.
Vezir sarayda gerekli hazırlıkları yapmış. Pdişahın bir kızı olduğunu duyan halk çok sevinerek kırk gün kırk gece eğlenmiş. Koyunlar, develer kurban edilmiş. Başta padişah olmak üzere bütün ülke bu mesut olayı kutlamış.
Günler haftaları,aylar yılları kovalamış. Prenses büyümüş. Büyüdükçe güzelleşen prensesi ülkenin halkı da çok seviyormuş. Çünkü prenses güzel olduğu kadar alçak gönüllü ve iyi kalpliymiş. Fakirlere, hastalara yardım edermiş. Bunun için halk sevgili prensesin her dileğini yerine getiriyormuş.
Günün birinde Çukurova’ya bir bilici gelmiş. Halk akın akın biliciye gidiyormuş. Bilicinin ününü duyan padişah onu sarayına çağırtarak biricik kızının geleceğini öğrenmek için geleceğine bakmasını söylemiş. Bilici gördüklerinden dehşetle irkilerek geri geri çekilmiş. Padişah bilicinin hareketlerinden şüphelenmiş ve endişeye kapılıp gördüklerini kendisine söylemesini emretmiş. Falcı padişaha dönerek:- Padişahım, kızınız günün birinde bir ejderhe yılan tarafından öldürülecek. Bu alın yazısını hiç bir şey bozamayacak. Hatta siz bile bu kötü kaderin önüne geçemeyeceksiniz…,demiş.
Padişah biliciden duyduğu bu sözler karşısında çılgına dönmüş. Kızını ejderhadan korumak için her çareye başvurmuş. Kızına bir şey anlatmayan baba, üzüntüsünden için için erimiş.
Nihayet padişah Toros dağlarının geçit verdiği Gülek Boğazının hemen yanında yükselen tepeye sağlam bir saray yaptırmış. Bu sarat o şekilde yapılmış ki; değil yılan, bir karınca dahi içeri girecek yer bulamazmış.
Padişah kızını bu sarayda bir müddet kilit altında yaşatmış. Güzel prenses esir gibi yaşamanın sonucu olarak, gün geçtikçe sararıp solmuş. Prenses burcu burcu kekik kokan, sümbüllerin, papatyaların öbek öbek süslediği dağlarda dolaşmayı çok arzu ediyormuş. Babasına bir gün demiş ki:
—Babacığım, izin verirsen biraz kırlarda dolaşmak istiyorum.
—Babacığım, izin verirsen biraz kırlarda dolaşmak istiyorum.
Babası çok sevdiği biricik kızının isteğini kıramamış. Şu zamana kadar hiç bir tehlikenin olmadığını düşünen padişah kızına dönerek:
- Sevgili kızım. Senin kırlarda dolaşmanı, gülüp oynamanı ben de isterim. Saraydan çıkarken yanına muhafız almayı unutma. Bu sözümü yerine getirirsen arada bir kırlarda dolaşabilirsin.
- Sevgili kızım. Senin kırlarda dolaşmanı, gülüp oynamanı ben de isterim. Saraydan çıkarken yanına muhafız almayı unutma. Bu sözümü yerine getirirsen arada bir kırlarda dolaşabilirsin.
Prenses:
-Peki babacığım, diyerek, sevinerek kırlarda dolaşmaya gitmiş.
-Peki babacığım, diyerek, sevinerek kırlarda dolaşmaya gitmiş.
Bir gün yine dağda gezmeyi istemiş. Gizlice saraydan kaçmış. Soğuk pınarlardan ceylanlarla birlikte su içmiş. Kartalların yaşadığı ve geyik sürülerinin gezdiği ıssız kayalıklarda bir müddet dolaşmış. Kır çiçeklerinden bir kucak toplayarak başına çelenk örmüş. Söylediği şarkıları esen dağ yeli çok uzaklara götürmüş. Yalnız çiçekten çiçeğe konan arıların vızıltıları ile ağustos böceklerinin geveze sesinden başka bir ses duyulmuyormuş. Prensesin hayatından memnun olarak etrafını seyrettiği anda bir ejderha yardan yukarı tırmanıyormuş. Prensesin ejderhadan haberi yokmuş. Arkasında hafif bir hışırtı işiten prenses başını geriye doğru çevirince korkudan sapsarı kesilmiş titremeye başlamış. Çünkü anlatılamayacak büyüklükte bie ejderha kendine doğru hızla kıvrılarak geliyormuş. Prenses hemen geriye dönerek kaçmaya başlamış. Fakat ejderha o kadar hızlı geliyormuş ki prenses çok uzağa kaçamamış. Kızın koşarken dikenler narin ayaklarını kanatıyor, taşlar yuvarlanıyormuş. Yılandan kurtulamayacığını anlayan zavallı kızın gözlerinden yaşlar boşanmış..
Ellerini göğe kaldırmış:
- Ulu Tanrım, beni böyle bie ejderhaya yem etme. Beni şu anda taş kes, diye feryat ederek Allah’a yalvarmış.
- Ulu Tanrım, beni böyle bie ejderhaya yem etme. Beni şu anda taş kes, diye feryat ederek Allah’a yalvarmış.
Babasının sözünü dinlemeyip, yanına muhafız almadığına pişman olmuş. Dileği o anda Allah tarafından kabul edilmiş. Genç kız ile ejderha oldukları yerde taş kesilmişler.
Çukurova’nın İç Anadolu’ya geçerken Toros dağları size Gülek Boğazı yoluyla geçit verir. Boğaza girmeden sol taraftaki yüksek tepenin sarp ve dik inen yarına “ Yılanlar Kayalığı” denir.. Yardaki ejderhanın taşlaşmış vücudunu aşağıdan bile görebilirsininz. Eğer prensesin taş kesilmiş halini görmek isterseniz, tepenin diğer yamacındaki Gülek köyüne gitmelisiniz. Köyden kayalığın tarafına geçerseniz kızın taş kesilmiş heykelini de görebilirsiniz.
*
*
Dikilitaş Efsanesi
Bu taş, Bekirde Köyü’nün hemen güneyinde eski soda yolu üzerinde, portakal bahçeleri içindedir. Bu taş eskiden Soli’den Tarsus’a giden Roma yolu üzerindeydi.
Tabanı tamamen kayasay üzerine oturmuş ya da oturtulmuştur. 6 m.’den yüksek olan bu taşın üzerinde yazı ya da resim yoktur.Bekir Uluğ, bu taşın sebepsiz dikilmiş olamayacağını ve mutlaka bir kitabenin de bulunması gerektiği kanısındadır.
Tevrat’a göre, İbraniler büyük olayların geçtiği yerlere böyle taşlar dikerlermiş. Bazen de bu tür taşlar iki ülke sınırını belirtmek için dikildiği gibi, bir mezarı belirtmek için de dikilebilirmiş.İ.Ö. 696 yılında Yunanlıları yenen Asur Kralı Sanharib bu zaferinden dolayı bu günkü Karaduvar beldesinin yerinde ya da civarında bulunan Anchial (Anchiale) şehri yakınında kendi heykelini taşıyan muazzam bir anıt diktirmiştir. İhtimal ki bu anıttan kalanlar Dikilitaş olabilir.
Bu taşın eskiden üzerinin mermerle kaplı olduğu ve üzerinde “Ey yolcu ye, iç gerisine karışma” anlamında bir kitabe varmış, sonradan tahrip edilmiş. Bu iki seçenekten birini kabul etmelimiyiz. Bu Dikilitaş ya Eski Roma yolu üzerinde bir sınır taşı ya da Sanharib’in abidesi.
Abideyle hiç bir tarihi bilimsel bağlantısı olmayan ve halk tarafından çok iyi bilinen bir söylencesi vardır:
Biri Tarsus’da diğeri Silifke’de olan iki kavim kan davasını kaldırmak için karar alırlar. “Kendi aramızda kız alıp verelim” derler. Silifke’li bir ailenin kızını, Tarsus’lu bir ailenin oğluna bitirirler. Tarsus’lu aile bir bayram günü oğullarına “Silifke’ye git nişanlını gör, hediyesini götür ve üç gün kal sonra gel” derler.
Genç delikanlı hediyesini alır gider, 15 gün olur geri gelmez, aslında oğlan kız evinde ölmüştür. Olaydan sonra kızın babası çok korkar, kan davası yeniden başlar diye…
Fakat bir süre sonra kızın babası nasıl olsa duyulacak diye, kendisi olayı anlatmak üzere yola çıkar ve Dikilitaş’ın olduğu yerde karşılaşırlar. Kızın babası olayı anlatır. Delikanlının babası olaya inanır ve şöyle der: “160 yaşında bir oğlum vardı sakalı ham traş, bileydim bu dünyada ölüm olduğunu koymazdım taş üstünde taş” der ve orada bulunan taşı hızla kaldırır. O taş öylece kalır. Söylenceye göre o taş bu Dikilitaş’tır.
*
*
Zeus – Tifon Efsanesi
Şeytan deresi ve Korikos mağaraları (Cennet-Cehennem) doğal güzellikve söylencesel şöhretiyle bilinir. Önde masmavi bir deniz, arkada yüksek dağ yamaçlarının koyu çam ormanları görülür. Kıyıdan 2 km. kadar yokuş yukarı gidilince kayalar denizine girer ve sonra ve sonra önünüzde devasa bir çukur görürsünüz. Etrafı uçurumlarla çevrilidir. Fakat bu uçurumun dibi Cennet’tir. Mersinler, narlar, harnuplar ve daha birçok yemişli ve yemişsiz ağaçlar, mağaranın dibinden akan bir suyla beslenir. Suyun akışı gökgürültüsü gibi homurdanır. Eskiden burası hiç tekin sayılmazmış. Suyun o derin davudi iniltisini, tanrılar eliyle çalınan kös ve kudüm gibi çalgılardan gelmekte olduğunu sanırlarmış.
İşte burada ZAS adıyla Zeus’a tapınılırdı. Zeus rahiplerine de buralarda Zas adı verilirdi. Bu mağarada Zeus rahipleri, Zeus ayinleri düzenlerler ve kehanette bulunurlardı. Obruğun güneyindeki Zeus tapınağı yörenin kutsal olduğunun bir göstergesidir. Bilindiği gibi Olympos tanrıları ile Titanlar (Devler) arasında çıkan savaşta bu devler yenilirler ve tanrıların kralı Zeus’un buyruğuyla yerin derinliklerinde tutsak edilirler. Toprakana KYBELE, Titanların kökünü kurutan Zeus’tan öç almak için bu kez de bir başka ejder doğurur. Halikarnas Balıkçısı’na göre TİFON adı verilen bu ejderha Kybele tarafından Kilikya’da dünyaya getirilen bir dev idi. Bu dev yılan gövdesinin üst tarafı insan, alt tarafı da yılandı. Tıpkı Şahmeran, İlluyanka ve Tevrat’ta sözü edilen Havva’yı baştan çıkaran yılan gibi.Tifon, gövdesi kabuklarla örtülü, her bir gözü ateş püsküren, geçtiği yeri yakıp yıkan bir azmandı. Devlerin tanrılara karşı savaşında Zeus’u en çok sıkıştıran o idi. Zeus’un elinden eğri kılıncını alır (Zeus, Ivriz ve Boğazköy Hitit tanrıları gibi eğri Hitit kılıcı taşırdı). Bu klılıçla Tifon, Zeus’un pazularını kesip saklar. Hermes bu pazuları çalıp Zeus’a geri verir. Böylece gövdesi tamamlanan Zeus, Tifon’u şimşekleye şimşekleye, bir yerden öteki yere kovalaya kovalaya geçici olarak Cehennem Kuyusunda tutar. Daha sonra da onu Sicilya adasındaki Etna Yanardağının altına hapseder. Tifon her nasılsa, bu arada belden yukarısı kadın, aşağısı yılan olan yaratık EKHİDNA ile çiftleşmek için uygun zaman bulur ve bundan da birbirinden korkunç canavarlar türer.Adı İlyada’da Typheus diye geçen Tifon, İlyada’ya göre Khrysaor’la Kallirhoe’nin oğludur. Kadın başlı yılan Ekidna’dan doğan canavarların birisi de 3 başlı köpek SERBERUS’tur. Kuyruğu yılan olan ve sivri dişleri zehir akıtan bu üç başlı yaratık, bu dünya ile sınır oluşturan STYX ırmağının öte yakasında bekçilik eder ve Hades’in karanlıklar ve ölüler ülkesine yalnızca ölülerin geçmesine izin verirdi.HESİODOS, Theogonya’nın başlangıcında Tifon için bir soyağacı verir ve onu bir yanardağ tanrısı olarak tanımlar.Imparator Neron zamanında yaşamış olan POMPEİNUS MELA Dilek-Astım Mağarası için: “İşte dev Tifon burada otururdu. Bu mağaraya giren hayvan yaşamazdı” diyor.
Grek tragedya yazarı AESKHİLOS bir oyununda PROMETHEUS’u konuşturarak: “O Toprakana’dan yani Kibele’den doğan Tifon ki Kilikya mağaralarında yaşayan 100 başlı devdi” dedirtti. FRAZER, Korykos mağaralarında yada onların çevresinde soyu tükenmiş devasa hayvan taşılları bulunduğunu ve belki de bu fosiller dolayısıyla yarıyılan bir dev düşünüldüğünü yazar. Kutsallığını bu günde sürdüren Cennet-Cehennem ve Dilek-Astım mağarası, çevresindeki ağaç ve çalı dallarına bez parçalarından düğümler atıldığı görülmektedir. Bunlar yerli halkın ve buraya gezmeye gelenlerin yaptıkları adak ve dilek düğümleridir. Bunlar yörenin en az 3000 yıldır kutsallığından bir şey kaybetmediğini gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.