BATTALGAZİ YÖRESİ

BATTALGAZİ YÖRESİ


ESKİMALATYA KURULUŞ EFSANESİ: 
Eski Malatya’ nın terk edilişi her ne kadar askerlerin zorunlu olarak burada misafir olmaları ve kalmaları halkı her ne kadar Aspuzu yaylasına yönlendirmiş ve ikamet etmeye zorlamış ise de aşağıda anlatılanları okuyup zorunlu göçe ait bir efsanenin ortaya çıktığını dinleyeceklerdir. 

Eski Malatya XIX. yy başlarında terk edilmiştir. Halk Aspuzu bağlarına yaz için göç etmektedir. Söylence bu göçle ilgilidir. Eski Malatyalılar her yıl Aspuzu’ya göç ederken ateşlerini bir kuyuya doldurup üstünü kapatmakta,dönünce de aynı kuyudan ateşlerini almaktadırlar. O yıl Aspuzu’dan dönen halk ateşlerinin söndüğünü görür. Bunu uğursuzluk sayar ve kenti terk ederler. Ve şu anki yerleşim yeri olan yeni Malatya'ya dönerler.


.

Yeşilyurt Yöresi


YEŞİLYURT YELKÖPRÜ EFSANESİ 

Bir zamanlar Yeşilturt'ta zengin ve güzel bir kız varmış. Kızın babası ölmüş. Anası onu her isteyene vermeyince bir daha bahtı açılmamış. Yaşı kırkı bulunca kız tüm ümidini yitirmiş. Anasının da rızasını alarak bütün servetini hayır işine sarfetmeye karar vermiş. 

O zamanlar şimdi ki Yelköprü'nün bulunduğu yer derin bir uçurum halindeymiş. Derme suyu bu uçurumdan dökülür, çaya karışır gidermiş. Kızcagız buraya bir köprü yaptırmayı düşünmüş. Bir gece rüyasında oraya uygun bir köprü gösterilmiş. Köprüyü şöyle tanıtmışlar: Altından su geçer, ortasından yol geçer, üstünden hem su, hem de yol geçer. 

Kız büyük bir heyecenla uyanıvermiş. Olanı biteni anasına anlatmış. Gün ışıyınca bellibaşlı ustaları çağırmışlar. Kız istediği köprünün tipini onlara anlatmış. Uztalar önce "olmaz" demişler, "böyle bir köprü". Kız onları ikna etmiş. Hızla işe başlanmış. İstenilen biçimdeki köprü su ile birlikte insanların da karşıya geçmelerine yardımcı olmuş.


.

Battalgazi Yöresi


YAĞMUR DUASI 

Eski Malatya ovası verimli topraklara sahiptir ve yöre halkının başka gelir kaynağı olmadığı için, bir çok yörede olduğu gibi, bu topraklardan ürettiği ürünlerle geçinmek zorundadır. Olması muhtemel kuraklıklara karşı çok hassastır 

Tek geçim kaynağı toprak olunca, alınacak veriminde yüksek ve kaliteli olması istenir. Yağışların normal olması beklendiği bahar aylarında, yeterli yağmur düşmediği zaman yöre halkı Karahan Mahallesinde, Kırklar mezarlığında (müftüoğlu mezarlığı.) toplanır. İmam nezaretinde namaz kılınır, dualar okunur. 40 adet ocak ve ocak üstüne 40 kazan kurulur. Bu kazanlarda yemek pişirilir ve kalabalık ortamda yenilir. 

Bu yapılan dualardan sonra Yağmur yağacağına inanılır.


.

Battalgazi Yöresi


KIRKLAR (KIRK KARDEŞLER) EFSANESİ 

Battalgazi halkının rivayetine göre zamanında halk arasında yaşayan bir bey varmış. Bu beye bir türlü kız beğendiremiyorlarmış. Gel zaman git zaman bu bey, bir kervanla gelen bir Rum kızını görür, bu kıza aşık olur. Allah’a şöyle yalvarır. “Allah’ım bu kızı nasip et de bana evlat yüzü gösterme.” Beyin bu duası kabul olur. Bir Rum kızı olan sevgilisini babasından ister. Hristiyan olan kız babası önce kızını vermek istemez, Fakat kızının da Bey’e gönlünün olduğunu ögrenince kızını vermek için şart koşar, Bey’den kırk torun ister. Ancak bu şekilde kızının müslüman olmasına izin vereceğini ve hayatları boyunca onlara destek olacağını söyler. 

Allah’a yaptığı duayı unutan Bey bu şartı kabul eder. Müslüman olan sevgilisiyle evlenir. Bu evlilikten uzun sure çocukları olmaz. Bey karısını kaybetmek korkusuyla devrin hekimlerini dolaşır, bir türlü çaresini bulamaz. O zamanlar yörede yaşayan bir şeyhin yanına giderek ondan yardım ister. Şeyh daha önce Allah’a vermiş olduğu sözü hatırlatarak, ona dualar okumasını öğretir. Bey evine döndükten sonra rüya görür. Bu rüyasına bir anlam veremez. tekrar o ermiş kişiye gider. Ermiş adam rüyanın tabirini yapar ve kırk tane çocuğunun olacağını ve bu çocukların hiç birinin uzun süre yaşamayacağını söyler. Öldükten sonra bu çocukları bir tepeye gömmesini ister. 

Beyin çocukları olur. Ama hiç biri uzun süre yaşamaz ve bey ermişin tavsiyesine uyar, ve bu tepeye kendi elleriyle gömer. Bu tepeye beşik şeklinde bir taş koyar. Bu olay şehir halkının üzerinde büyük etki bırakır. Böylece burası kırklar adıyla kutsal bir yer haline gelir. En sonunda bey ve karısı da ölür ve onlarda buraya gömülürler. 

Bu gün çocuğu olmayanlar gelip bu beşiği sallayarak dileklerinin olmasını isterler.


.

Battalgazi Yöresi


"ALKARISI" EFSANESİ 

Lohusa hanımların korkulu rüyası olan alkarısı, Asya ve Avrupa ülkelerine yayılmış efsanelerdir. Bütün Türk Boylarında bilinen al karısı; al bastı, al albıs, albis, almış, almis, gibi isimlerle anılır. Bu inanış sisteminin geçmişi, çok eskilere dayanmaktadır.Türklerin, Islamiyetten önceki dinleri olan şamanizm'de , alkarısı ve al basması olarak nitelendirilen "kötü ruhla" ilgili bir çok inanışlar vardır. 

Yakutlarda, Kırgızlarda, Kazaklarda, Özbeklerde, Kazanlarda, vs. lohusa hanımı, "al karısından korumak için değişik çarelere baş vurulur. 

Al karısı, Kırgız - Kazak Türklerinin inanışına göre iki kısımdır: Kara Albastı: Ciddi ve ağır başlı bir ruhtur. 

Sarı Albastı : Doğum yapan kadının ve çocuğun ciğerini söküp suya atar. Hoca veya Baksı (şaman) ların okumasıyla giderler sarışın bir kadın suretindedir. Bazen, keçi veya tilki suretlerine de girer. Baksı veya Ocaklı adamlar, "Albastı "yı yakaladıkları zaman : "Ey al bastı, zalim, Koy ciğerini yerine, Zavallının canını iade et Sözümü tutmazsan, Bana hürmet etmezsen, Gözlerini çıkarırım" şeklindeki efsunu söylerler. 

Genel olarak al karısı, lohusa hanımlara ve atlara musallat olan korkunç bir yaratıktır. Uzun boylu, uzun parmaklı ve uzun tırnaklıdır. Çok çirkin ve iğrenç bir suratı vardır. Bedeni yağlı, uzun ve siyah saçlıdır. Saçları, aynı zamanda darmadağınıktırve kocaman bir başa sahiptir. Dişlere at dişi gibi iri ve seyrek, ayakları ise terstir. Bunlar lohusa kadınların ve yeni doğan çocukların ciğerlerini yiyerek beslenirler. Daha çok kırmızı elbise giyerler; su başında ve ağaçlık yerlerde yaşadığına inanılır. 

Malatya çevresinde; Lohusanın başucuna su, süpürge ve Kur'an-ı Kerim koyulur, yakasına iğne türü bir şey takılır ve yanında sürekli bir erkek (eşi veya yakın akrabalarından bir erkek) bekler diğer bölgelerde ise kadının başına soğan, demir çubuk ve Kur'an-ı Kerim konur Anadolu'nun bir çok bölgesinde; lohusanın başına beyaz yaşmak ve kırmızı tül bağlarlar. Kırmızı altın takarlar ve hastaya kırmızı şeker hediye ederler. Çünkü, al karısı, kırmızı rengi hiç sevmez diye bilirler. 

Buraya kadar, hep, lohusa hanımlara musallat olan alkarıyarından bahsettik. Ancak, bunların dışında, erkeklere, genç kızlara ve atlara gelen alkarıları da vardır. Malatya'da ise Hıbilik adları verilir. Ama bunlar, alkarısı şeklinde değildir, daha değişik varlıklardır. Çünkü, alkarısı, erkeklerden korkar. Genç kızlara musallat olan alkarısı ise "albıs" adı verilir. Bu, evlenmeyen bir kızdan türemiştir. Genç kızların yanına giderek, onların hastalanmasına sebep olduğu yaygın bir inanıştır.Halkın inanışına göre, lohusanın veya bebeğin ciğerini yemeye gelen alkarısı, bir takım hilelerle yakalanıp, göğsüne bir iğne saplanırsa, tekrar eski yerine dönemez, o aileye hizmet edermiş. Konuyla ilgili olarakDoğu Anadoluda birbirine yakın efsaneler anlatılmaktadır. Bu efsanelerin bir benzeri şu şekildedir. 

“ Hanımı yeni doğum olan bir adam, odaya giren alkarısını görür. Alkarısı, lohusanın ciğerini çıkartmak için uğraşırken, bir iğne bulup, bunun göğsüne saplar.İnsan şekline dönüşen alkarısı, göğsündeki iğneyi çıkartması için adama yalvarır. Çünkü, kendisi iğneyi çıkaramaz ve çıkaramadığı için de, kendi taifesine dönemez. Alkarısı, o ailenin işini yapmaya başlar. Bu, çok güzel hızlı bir iş yapar. Evin bereketi, gün geçtikçe artar. 

Birgün, ev sahipleri ile ekmek yapmaya başlayan alkarısı, su getirmek için kuyu başına gider. Orada oynayan çocuklardan birine, göğsündeki iğneyi çıkarması için yalvarır. Çocuk iğneyi çıkarınca, kadın yedi yıl hizmet ettiği eve doğru; "Evinizde hiç su bulunmasın; paranızın sayısını hiç bilmeyesiniz ve yaz - kış, evinizden odun ekmeksiz olmasın" der, sonra da çocuklara; suya atlayacağını, eğer suyun üzeri kan olursa, yakınlarının kendisini öldürmüş olabileceğini söyler. Alkarısı suya atlayınca, suyun üzeri kanla dolar. O günden sonra da, bu ailenin evine hiç su bulunmaz, paralarının sayısını bir türlü öğrenemezler ve yaz - kış odunları hiç eksik olmaz” Bu efsanenin benzeri, alkarısı inancının hakim olduğu, hemen hemen her bölgede anlatılmaktadır. Malatya'da Elazığ'da Erzincan'da, Kars 'ta Diyarbakır'da, Bingöl'de, vs. hep aynı efsaneler biraz değiştirilerek, hikaye edilmektedir. 

.

Battalgazi Yöresi


ULUCAMİ EFSANESİ 

Birbirini seven iki genç, aileleri arasında uyuşmazlıktan dolayı kavuşamazlar. Bu hasrete dayanamayan kız hastalanır. Kız o dönem emirinin kızıdır. Kızın babası devrin hekimlerinden kızının hastalığına çare bulunmasını ister. Fakat kız derdine derman olunmasını kabul etmez. Hastalığı hızla artar. Babasından son nefesini vermeden önce çehiz parasından cami ve medrese yaptırmasını ister. Kızın çehiziyle Ulucami ve medrese yapılır. Kız öldükten sonra mezarını caminin ortasındaki bahçeye gömerler. Avlu duvarlarının birinin temelinde, camiyi onarmak üzere çehizden artan altınların gömülü olduğu halkın dilinde rivayettir.

.

Gelin Yurdu Efsanesi


Yöre: Malatya, Yeşilyurt 
Yeşilyurt İlçesinden, bağ ve bahçelerin bulunduğu Taftacık semtine giderken, Davullupınar'ın karşılarına düşen düzlüğe “Gelin Yurdu", "Düğün Yurdu” deniliyor 
Evvelce burası, bir yerleşim yeriymiş Bu, bağ ve bahçe sahiplerin toprak altından çıkardığı, çanak-çömlek parçalarından da anlaşılıyor Orda oturanlar, düğünlerini işte bu düzlükte yaparlarmış Birisi evleneceği zaman, herkes oraya çağrılır, yenip-içilip, eğlenilirmiş Geç saatlerde, Yeşilyurt'lu iki kişi, Düğün Yurdu'na gitmiş Orada kısa boylu adamları, ellerinde alev çıkaran odunlar olduğu halde oynarken görmüşler Korktuklarından onların yanına daha fazla sokulamamışlar 
Bunlar, birbirlerine çok bağlı kimselermiş Her öğünde aynı yemeği pişirirlermiş O gün ne yemek yapılacaksa, ağanın kızı tarafından evden eve duyurulur, bunun dışında bir aş, tencereye konmazmış 
Birgün, başka köyden alınan bir gelin, kocasının yemek hakkındaki uyarısına aldırış etmeden, canının istediği bir yemek yapmış Akşam olup kocası eve dönünce, ortalık birden karışıvermiş Adamcağız, karısının başka bir yemek pişirdiğini görünce deliye dönmüş Kazmayı eline almış, evi yıkmaya başlamış Yüksek sesle, “Aş karıştı, iş karıştı!” diye bağırmış Bunu duyanlar, durumu anlamakta gecikmemişler 
Kazmayı eline alan, evini yıkmış Eşyalarını toplamışlar, evlerden çıkan direkleri de yanlarına alarak, başka tarafa göç etmişler Böylece, birliğin bozulmasına şiddetle karşı olduklarını, bir kez daha ortaya koymuşlar 
Bugün de kendi adlarıyla söylenen, olayın geçtiği yerin sakinleri olan, Kölükoğulları'nın, o zamanlar sazlık ve bataklık olan Yeşilyurt'un yüksekçe bir yerine, şimdiki Tepecik'e eski yurtlarının da görülebileceği bir yere yerleşmiş olmaları, Yeşilyurt'ta herkes tarafından bilinmektedir Ayni aile, ayni dayanışmayı ve birliği günümüzde de sürdürmektedir 
Anlattığımız dönemde, Çırmıkdı'nın en zengini, “Emir Ağa” ile “Çırak” imiş Çırmıkdı'da “Ağa Mahallesi” varmış Emir Ağa, bu mahallede otururmuş Mahallenin iki başında, özel kapılar bulunurmuş Akşam olunca, Ağa Mahallesi'nin kapıları kapanırmış 
Emir Ağa, zâhirelik ve unluk buğdayını, Eski Malatya'dan alırmış O zamanlar, Eski Malatya'nın buğdayı da, “Buğday değil mübârek; sanki datlı çekirdek” imiş… 
Hep bir ağızdan “Maşallah!” diyelim “Culfalık” tan, el tezgâhı'na, el tezgâhı'ndan, çekmeli tezgâha, çekmeli tezgâhtan fabrikalara.

.

Malatya - Doğanşehir Efsaneleri


TİMUR EFSANESİ (VİRANŞEHİR) 

Anlatanlara göre Timur çocukluğunu Doğanşehir'de geçirmiş. O zamanlar Gülşehir denilen ilçede amcasının yanında yaşamıştır. Yetim bir çocuk olan Timur amcasının yanında kalır ve çobanlığını yaparmış. Bir gün hayvanları otlatırken keçi sürüsünün içine beyaz bir Tavşan karışır. Timur da bunu keçi sanarak sürünün içinden ayrıl¬masına izin vermez ve akşam köye getirip ahıra kapatır. Amcasına giderek "Amca sizin beyaz keçi bugün bana hiç rahat vermedi. Çok aksilik yapıyor" der. Amcası beyaz keçileri olmadığını bildiği için meraklanır ve giderek ahıra bakar. Yeğeninin keçi dediğinin tavşan olduğunu görünce çok şaşırır, hayretler içinde kalır. 

Çocukluğundan beri ayağı topal olan Timur daha sonra amca¬sının yanından ayrılarak Horasan'a gider. Çeşitli olaylardan sonra Timur İranlı'ların başına geçer. Bu sırada evlenir ve birde kızı olur. 
O zamanlar ise adı Gülşehir olan Doğanşehir'de bir Üfürükçü hoca yaşarmış. Bu hoca tırnağının üzerine yazı yazar, emrindeki cinlere Timur'un kızını getirtir, gece sabaha kadar kız ile eğlendikten sonra kızı tekrar evine gönderirmiş. Kız ise önceleri korkusundan ve kimsenin kendisine inanmayacağını bildiğinden bu durumu kimseye söyleyemez. Aradan bir müddet daha geçtikten sonra kız hamile kalır. Bundan sonra işin farkına varan babası kızı sıkıştırır. Kız ise Timur'a bir yerlere götürüldüğünü fakat nereye gittiğini bilmediğim söyler. Bunun üzerine Timur kızına şu nasihatte bulunur; "Gittiğin yerde ne meşhursa koynuna koy alda gel" der. Bunun üzerine kızı o gece koynuna bir elma koyarak geri döner. 

Elmayı alan Timur, elmayı Horasan sokaklarına asar. Bu elmanın nereye ait olduğunu bilene ödül vaat eder. Seyyahlardan bir tanesi elmanın Gülşehir'e ait olduğunu söyler. Bunu duyan Timur kemen ordusun toplayarak Gülşehir'e gelir, baştanbaşa yakıp yığmalar. Taş üstünde taş koymayarak şehri viran eder. 

Bundan sonra ilçenin adı VİRANŞEHİR olarak sürer.

.

DOĞANŞEHİR YÖRESİ


KARAYEL EFSANESİ 

Bir zamanlar Doğanşehir'e bir Küffar gelip yerleşmiş. Şehrin dörtbir yanını surlarla çevirip içinde hüküm sürmeye başlamış. Buraya hiç kimseye sokmamaya kararlı kendi maiyetindekilerle birlikte yaşamaya başlamış. O yılda çok fena bir kış olmuş. Yağan karlar evlerin camlarının üstünü örtmüş. Kimse dışarı çıkamaz olmuş. 

Yakın köylerde yaşayan zengin bir adamın çok güzel bir kızı, bir sürü de koyunu varmış. Adamın koyunlarının yiyeceği bu şiddetli kış ortasında bitmiş. Adam ne yapacağını şaşırmış. Tek çareyi Küffar'a gidip yardım istemekte bulmuş. Yardım istemeye gidince kızın güzelliğini duyan kale kumandanı, "Kızını ver bana, istediğini al yedir kana kana " diye adama fikrini söylemiş. Kızını vermeyi kabul eden adam köye dönmüş ve durumu kızma anlatmış. Seni Küffar'a vereceğim. O da benim koyunlarım için ot verecek. Hazırlan yarın gelin gideceksin demiş. 
Bunu duyan kız sabahlara kadar uyumamış. Allah' a şöyle niyaz etmiş; 
"Babam beni atıyor 
Bir yiyeceğe satıyor 
Es kıble yeli es 
Şu Küffarın ümidini benden kes" 

Kız bundan sonra sabahleyin dışarı çıktığında bakıyor ki hiç bir yerde kar kalmamış, karlar erimiş, her taraf yemyeşil olmuş. Babasına dönerek al koyunlarını götür istediğin yerde otlat demiş.


.

DOĞANŞEHİR YÖRESİ


ŞAK ŞAK MAĞARASI EFSANESİ 

Doğanşehir'e bağlı Polat kasabasında zalim bir ağa varmış. Bu ağanın Mehmet adında bir çobanı varmış. Çoban Mehmet ağanın kızı Fatma'ya âşık olmuş. Sabah koyunların önüne katar kavalını eline alır. Fatma'ya aşkını kaval ile dile getirir yanık yanık çalarmış Mehmet’in kavalını duyan her kişi Mehmet’in âşık olduğunu anlaması içten bile değilmiş. Fatma'da Mehmet’i severmiş gizil gizli buluşurlarmış. Fakat kimseye belirtmek istemezmiş. Çünkü babası duysa Mehmet’ini ve kendisini öldüreceğinden korkarmış. 

Mehmet’in Fatma'ya, Fatma’nın da Mehmet’e aşık olduğunu duyan Fatma'nın arkadaşları Fatma'ya kala kala bir çobana mı kaldın diyerek sitem ederlermiş, ayıplarlarmış, Fatma’nın da bulunduğu bir toplumda kız arkadaşları sitem eder gibi Fatma'ya mani söylemişler: 
Yazıya da yaban derler, 
Topuğa da çoban derler. 
Giz da sana ar değil mi? 
Sevdiğine çoban derler. 

Bu maniyi duyunca yüreği Mehmet’in aşkı ile kor gibi yanan Fatma dayanamaz içindeki aşkı manilerle içeri vurur: 
Yazı da yabansız olmaz, 
Topuk da tabansız olmaz. 
Niye bana ar gele 
Davarda çobansız olmaz. 
Dön ki bakayım çoban 
Çiçek takayım çoban 
O senin saf sütünden, 
Bir tas içeyim çoban. 
Tasta çaldım teleme 

Kaşın benzer kaleme


.


AT İZİ EFSANESİ 

Malatya'nın Doğanşehir ilçesine bağlı Polat Kasabasına gidilirken yolda, Değirmen Deresi denilen bir yere gelinir. Değirmen Deresi'nin güney yönündeki Kayalıkta bazı izler bulunmakta, yöre halkı bu izlere "AT İZİ " demektedir. 

Ünlü Destan Kahramanı Malatyalı Seyit Battal Gazi bir gün orada savaşırken anî olarak düşman güçlerinin baskınına uğrar. 

Sayıları Kalabalık düşman savaşçılarıyla baş etmenin hem zor Hem de çok zaman alacağını anlayan Seyit Battal Gazi bir kurtuluş yolu arar, daracık vadinin bir başından diğer başına atlamaya karar verir ve düşman askerinin şaşkın bakışları karşısında atını şaha kaldırıp, vadinin karşı tarafına atlar. Bugün bu kayalıkta görülen izlerin Seyit Battal Gazi'nin atına ait ayak izleri olduğu söylenmektedir.

.

Malatya - Battalgazi Efsaneleri


İlk olarak Battalgazinin Kuruluşu ile başlayalım. 

ESKİ MALATYA KURULUŞ EFSANESİ: 
Eski Malatya’ nın terk edilişi her ne kadar askerlerin zorunlu olarak burada misafir olmaları ve kalmaları halkı her ne kadar Aspuzu yaylasına yönlendirmiş ve ikamet etmeye zorlamış ise de aşağıda anlatılanları okuyup zorunlu göçe ait bir efsanenin ortaya çıktığını dinleyeceklerdir. 

Eski Malatya 19. yy başlarında terk edilmiştir. Halk Aspuzu bağlarına yaz için göç etmektedir. Söylence bu göçle ilgilidir. Eski Malatyalılar her yıl Aspuzu’ya göç ederken ateşlerini bir kuyuya doldurup üstünü kapatmakta,dönünce de aynı kuyudan ateşlerini almaktadırlar. O yıl Aspuzu’dan dönen halk ateşlerinin söndüğünü görür. Bunu uğursuzluk sayar ve kenti terk ederler.


.


ALACA KAPI EFSANESİ 

Battalgazi İlçesinin en büyük mahallesine ismini veren ; Alacakapı , Malatya kalesinin büyük bir onarımı esnasında, 20 metreden fazla yüksekliğiyle inşaatında çalışan işçilerin üzerine yıkıldığı ve çok sayıda insanın bu esnada öldüğü, çevresinde bulunan hendeğin kan gölüne döndüğü söylenir. Kale giriş kapısı yanında meydana gelen bu olay ile bu sur giriş kapısına “alaca” ismi kurulduğu ve böylelikle 
“Alacakapı” ismiyle anıldığı rivayet edilir. 

Diğer bir rivayete göre; 
Yörük han Ailesinden boy adı “ Alacalılar” olan burada hüküm süren Türkmen Yörüklerinin adı olduğudur.

.

SEYİT BATTALGAZİ 
M. S. 395 yılında Roma'nın ikiye bölünmesiyle, Frigya, Bizans toprakları bölümünde kalmıştır. Eskişehir ve çevresindeki şehirler, bu dönemde eski önemlerini yitirmişlerdir. Sadece Pressinus ticaret yolu üzerinde bulunan Dorlion Kaplıcaları varlıklarını sürdürebilmiştir. Bizans topraklarını istila eden Arap orduları , Eskişehir yakınlarına kadar gelmişlerdir. 708 yılında Abbas Bin Velid ve 778 yılında Masan Bin Kataba burayı işgal etmiştir. 

7. yy.'ın sonundan, 10. yy.'ın sonuna dek 300 yıl süren Bizans-Arap Savaşları bazı efsane ve destanların doğmasına neden olmuştur. Bunlardan en önemlisi Seyit Battal Gazi Destanı'dır. Seyit Battal Gazi Destanı'nın Bizanslılarca uyarlanmış şekli "Digenis Akritas"destanıdır. 

Efsaneye göre Seyit Battal Gazi, Abbasi Halifeleri Mutasım ve Vathig zamanında yaşamıştır. Fakat dünyaya geleceği, Hz. Muhammed'e ölümünden önce Cebrail tarafından haber verilmiştir. Bu yüzden peygamberin bir adamı mağarada saklanarak 200 yıl bekler. Peygamberin sözünü yerine getirir ve Seyit Gazi'nin atı Aşkar Divzade'yi kendisine verir. 

Başka bir efsaneye göre: 
Seyit Gazi'nin babası Malatya Sultanı'nın ordusunda kumandandır. Rumlar'a karşı yaptığı bir savaşta ölür. Seyit Battal on üç yaşına geldiğinde bütün İslam bilimlerini öğrenmiştir. Kılıç kullanmakta ve ata binmekte üstüne yoktur. Babasının intikamını almak üzere yola çıkar ve yirmi dört saat içinde düşman ordusunun kumandanını, kardeşini ve belli başlı on dört kumandanı daha öldürür. Hint'ten, Mağrib'e, zaferden zafere koşar ve yedi deniz ötesine kadar adı korku saçar. 

Tanrı ona aynı zamanda doğa üstü güçler vermişti. Öyle bir sesi vardı ki, savaş meydanında bir kükredi mi yetmiş iki bin kâfir darmadağın olurdu. 

Bir rivayete göre bir Rum Kalesi 'nin kumandanının kızı, Seyit Battal'a aşıktır. Bu kalenin kuşatılması sırasında bir gün Battal kırda uyurken, kumandanın kızı kaleden bakar ve babasına imparator tarafından gönderilen yardımı görür. Seyit Battal'ı uyandırmak üzere kâğıda birkaç satır yazar, bir taşa sarıp atar. Bu küçücük taş, kahramanın tam kalbine rastlar ve onu hemen öldürür. Bu kazada Allah'ın iradesi kendini göstermiştir. Yoksa bu kadar olağanüstü güçleri olan bir kahramanın, hiçbir düşman tarafından yenilmesi mümkün değildir. 

Antik Çağ'da Nakoleia adıyla anılan Seyitgazi, o dönemde önemli bir kent durumundadır. Ancak Hristiyanlık Çağı'nda, kent eski gücünü yitirir ve Synnada Metropollüğü'ne bağlanır. 198 yılında ise tekrar "Metropollüğe" yükselir. 9. yy/dan sonra artık Nepoleia adına rastlanmaz. Bu arada Bizans eyaletlerine yayılan Selçuklular, 1074 yılında Frigya sınırına kadar gelirler. Daha sonra arka arkaya gelen akınlar nedeniyle Napoleia önemini kaybeder. Haçlıların 1079'da Napoliea üstünden, Anadolu'nun içlerine kadar girdikleri rivayet edilir.


.
Malatya - Arapgir Efsaneleri


ARAPGİR ULU CAMİİ'NİN EFSANESİ 

Arapgir'de yaşamakta olan bir papazın kızı, gizliden gizliye Müslüman olur. Servetini ortaya koyarak, kilise yaptırıyorum, diye bir camii inşasına karar verir. 

Arapgir İlçesinde, Eskişehir'deki Osmanpaşa Mahallesi'nde, kayalık bir yamacın üzerinde binanın yapımına girişilir. Arada bir kızın da bedenen çalıştığı bina iki yıl içinde tamamlanır. 

Kız, bu kez camii için bir minare yaptırmaya karar verir. İşte ne olursa o zaman olur, her şey açığa çıkar. Minarenin temeli kazılır. Papaz durumu öğrenince büyük bir öfke ile inşaatı biten binanın yanına ulaşır. Kız o sırada caminin damında bulunmaktadır. Papaz kızgın, sağa - sola bağırıp durmaktadır. 
Babasının bu halinden çok korkan ve kendisini öldürtmeye gel¬diğini sanan kızcağız, bulunduğu yerden minarenin hazırlanmış te¬meline atılarak oracıkta ruhunu teslim eder. Bu duruma çok üzü¬len Müslüman halk artık yapılacak bir şey olmadığını anlar. Yalnız bu temiz inanç sahibi kızı minarenin temeline defnederler. 

Bu camiye bitişik ve biraz yüksek düzeyde, (L) şeklinde yapıl¬mış bir Hanikah ile yanında bir de çeşme vardır. Camiinin günümüzde de minaresi mevcut değildir.


.
YEŞEREN DEĞNEK EFSANESİ 

Şeyh Hasan adında biri; "Yurt tutup yerleşmek "için dolaşa dolaşa Arapgir'e gider, şimdiki Onar Çeşmesi'nin yanına ulaşır. Abdest alıp namaza dururken değneğini toprağa sokar. 
Namaz'dan sonra Kuru değneğin bulunduğu yerde yeşermiş olduğunu görünce üzülür ve hayıflanarak 

"Eyvah " der. "Ben burada yurt tutmak istemezdim. Ama değneğim burada yeşerdi. Yurt yeri belli oldu. Bana kalırsa buradan soyuma bir hayır gelmeyecektir." 

Şeyh Hasanın yerleştiği D isterik yazısında ekip biçtiği topraklar, bîr süre sonra' civardaki köylüler tarafından birer birer satın alınmış ve dedikleri aynen çıkmıştır. 

Günümüzde, Kuru değneğin yeşerdiği yerde şeyh Hasan'ın türbesi vardır ve burayı bir kadın beklemektedir.

.
ON - ER EFSANESİ 

Osmanlı Padişahlarından 4. Murat Bağdat Seferine giderken Arapgir civarındaki Dişderik yazısında konaklar. Burası Malatya yolu üzerinde bugünkü Onar - Akdaş Köyleri arasındadır. 
Askerin yiyeceği, hayvanların da yemi tükenmiş olduğundan padişah, birkaç askeri yiyecek ve yem bulmaları için gönderir. Bulundukları yerden birkaç yüz metre ilerleyen askerler bir mağara ile karşılaşırlar. Mağaranın içerisine bakınca, yaşlı, beyaz sakallı bir ih-tiyarın ibadet etmekte olduğunu görürler. Birkaç dakika orada beklerler. İhtiyarın ibadete devam ettiğini görünce geriye dönüp durumu padişaha anlatırlar. Padişah, "Onu buraya getirin" diye emir verir. 

Askerler bir solukta ihtiyarın bulunduğu mağaraya giderek Osmanlı Sultan'ınm kendisini istediğini söylerler, ihtiyar, "Beni görmek isteyen padişah buraya gelsin." Karşılığını verir. Daha sonra aralarında şu konuşma geçer : 

- Bir padişah nasıl olur da senin ayağına gelir? 
- Gelir... Gelir... Hele siz söyleyin bakalım. 
- Bize zorluk çıkarma ihtiyar. Şimdi gidip her şeyi olduğu gibi kendisine anlatırız. 
- Siz anlatın, beni de yalnız bırakın!... 

İhtiyar ibadete devam ederken askerler padişahın huzuruna gidip olanı, biteni anlatırlar. Padişah, 

"Bunda bir iş var. O halde gidip görelim şunu "der. 

Adamları ile ihtiyarın yanma ulaşan padişah, ihtiyarın hal ehli bir pir olduğunu anlar. Ona hem askerin, hem de hayvanların aç olduğunu bildirir. İhtiyar, "O kolay" karşılığını verir. İhtiyarın yanındaki ocakta bir güveç kaynamakta, mağaranın bir köşesinde ise bir torba dolusu arpa bulunmaktadır. Padişaha onları gösterir. Padişah ve adamları birbirlerinin yüzlerine bakışırlarken ihtiyar : "Yalnız, askerinize bildirin, hiçbirisi atına çift yeme vermesin" diye tembih eder. 

Bir güveç dolusu yemek askerin hepsine yeterli olur. Sıra hayvanlara gelir. Torbadaki yem atlara dağıtılır. Bir at açıkta kalır. Bunun üzerine ihtiyar : "Soruşturun, askerden birisi atına çift yem vermiştir" der. Araştırılır, gerçekten çift yem veren asker bulunur ve cezalandırılır. Padişah durumdan çok memnun kalır, ihtiyara : "Baba, sen bir er değil, on ermişsin" diye iltifatta bulunur. Saygı duyduğu ihtiyarın elini, öper, duasını alarak oradan ayrılır. Ondan sonra köyün adı "On - Er" olarak kalır. Bu isim zamanla, günümüzde söylendiği gibi "ONAR" şekline dönüşür.

.
ARAPGİR İSMİ İLE İLGİLİ SÖYLENCE 
Bu cümle hakkında esaslı bir kayıt bulunmadığı gibi, birçok rivayetler vardır. Arapgir, (ARAP ve GİR ) gibi iki kelimeden ibarettir. Kelimenin yapılışına, bakılırsa orta zamanlara ait bir isim olduğu, ilk görüşte göze çarpar. Fakat şehir ve civarındaki kaleler, mağaralar, harabeler Arapgir'in eskiden beri mevcudiyetine yardım etmektedir. 

Arapgirli'lerin anlattıklarına göre; Cihan Şah ve Arapşah adında iki kumandan yeni şehir ile Eskişehir arasındaki (hâlâ bu kumandanların adını taşımakta) tepelerde, günlerce ordugâh kurarak şehri muhasara etmişler. Nihayet Arapşah ordusu müdafilerin kuvvetlerini kırarak ilk defa şehre girmeğe başladığı esnada (ARAPŞAH GİR, ARAPŞAH GİR, ARAPGİR) bağırdıklarından o tarihten bu yana şehrin fatihi Arapşahın adına izafeten isme Arapgir kalmıştır. Bu anlatış tarihi vakalara uygun görülmektedir. 15'inci asrın ilk yarısında İran, Azerbaycan ve Doğu Anadolu, Kızılırmak ve Antitoroslara kadar olan geniş sahayı idaresi altına almaya muvaffak olan Karakoyunlu hükümdarlarından Çihanşah ve kumandanı Arapşah'ın adına uymaktadır. Timurlar elinde bulunan Arapgir'in, kumandan Arapşah tarafından zapt edildiği ihtimal dâhilindedir. Bu sıralarda Arapşah Karakoyunlu devletinin Erzincan valisi idi. Uzun Hasan 10.000 atlı ile 15'inci asrın yarısında Arapşah'ı mağlup ederek Erzincan'ı zaptetmiştir. 1385 ve 1409 tarihli vakfiyelerde (Bi Kazay i-Arapgir) denmektedir. Arapgir adı, bu vaziyet karşısında daha eski olduğu anlaşılmaktadır.

.
KÖŞKER BABA,GOŞKAR BABA,KOÇKAR BABA EFSANESİ... 
Köşker baba (Goşkar Baba) efsanesine Anadoluda ilk defa Muş ili,Varto ilçesinde rastlıyoruz.Bazı Kaynaklara göre Oğuz Türklerinin 786(HİCRİ)-1384(MİLADİ)yılında buraya gelmeleriyle birlikte Goşkar(Köşker)oymağı Anadoluya yerleşmiş oldu.Seyhun ötesindeki kalabalık Türkmen (Oğuz)kitleleri Selçuklular tarafından Anadoluya sevk edilmekte idi.O zamanlar yerli nufus Anadoluda oldukça azalmış ve Anadolu tarım ve hayvancılığa elverişli topraklarıyla Türk milletine kucak açmış haldeydi.Bu sebeple Türkmenler tüm aileleriyle birlikte Orta Asyadaki Ata topraklarından ayrılarak hayvanları ile birlikte Anadoludaki geniş yaylalara göç ettiler. 

13. Yüzyıldaki ikinci göç dalgası ile birlikte Moğol baskısı sebebiyle Goşkar Baba ve Oymağı Ata topraklarını terk ederek Anadolu'ya;Muş ili Varto ilçesine göç ettiler.Efsanelerde söylendiği gibi Vartoya yerleşen Goskar baba ve Oymağı Anadoluyu şenlendirdi. 

Varto ilçe merkezinde evlerin tıklım tıklım olduğu alanlar, at kişnemeleriyle birlikte Goşkar Baba oymağı gençlerinin atlarının nal seslerinin yankıları duyuluyordu.Akkoyunlu Oymakbaşı Goşkar babanın,oymağı ile birlikte yerleştiği Varto ilçesine "Gım gım" yada "güm güm" adını taktığı efsaneler halinde söylenmektedir.Goşkar(Köşker) baba bir oymakbaşı olarak oymağı ile birlikte Varto'ya yerleşmiş etrafındaki insanlarca sevilmiş ve ismi günümüze kadar gelmiştir.Bugün de aynı şekilde sevgi ve saygı duyulan Goşkar baba soyun soylayıp boyun boyladığı diyarlarda halk tarafından ziyaret edilmektedir.Eski Türklerdeki Ata kültüründen bizlere kalan son temsilcilerinden olan Goşkar(Köşker) Baba ve oymağı bölgede derin izler bırakmıştır. 
Bir başka söylentiye göre de Bingöl dağlarının 3000 metre rakımında bulunan Köşker babanın mezarını ziyarete giden halk gelenekler ölçüsünde eğlenceler ve anmalar düzenlemekte ve bu Ulu Kişi Hürmetine Allaha dua ederek isteklerinin olmasını Allahtan dilemektedirler.Bu eğlenceler sırasında atlıların düzlükte koştururken davul gümbürtüsüne benzer sesler çıkardığı,bu yüzden de ilçeye (Varto) "gım gım" yada "gümgüm" isminin verildiği söylenir. 
Muş ili ,Varto ilçesi 1071 yılında Malazgirt savaşıyla Selçuklular eline geçmiş ,daha sonra bölgede Karakoyunlu ve Akkoyunlulular hakimiyet sürmüştür. Selçuklu devletinin parçalanmasından ve küçük beyliklere bölünmesinden sonra ilçenin Goşkar (Köşker-Yarlisu)köyü ve civarındaki köylere Goşkar babanın hükümdarlık ettiği anlaşılmaktadır.Ayrıca Muş ili Varto ilçesinden geçen Murat suyunun Kollarından birinin de ismi Köşker deresidir.Bu da o zaman ki Goşkar babanın anısını günümüze taşıyan bir başka kanıttır. 
Bingöl dağının ve Goşkar baba tepesinin eteğinde kurulan birçok yerleşim yerindeki eski mezar taşlarında koç heykelleri görülmektedir.Koç heykellerinin eski mezarlarda görülmesi eski Türklerdeki geleneklerden kalma adetlerdendir.İşte bu deliller bize Goşkar(Köşker) Oymağının Anadoluya nereden geldiğine ışık tutacak delillerdendir.Bu Konuda yapılacak araştırmalar sonucu elde edilecek bilgiler geçmişe ışık tutacaktır. 
Bölge 1514 yılında Osmanlı idaresine geçmiştir.Safavi devletinin bölgede yaptığı tahribatlar ve Osmanlı devleti padişahı Yavuz Sultan Selimin izlediği yanlış politikalarından zarar gören bölgedeki diğer Türkmen halkı ile birlikte Köşker Oymağı da büyük zararlar görmüş ve bu olaylar Köşker Oymağının dağılmasına sebep olmuştur.Köşker oymağının hangi tarihte bölgeden ayrıldığına dair elimizde bilgi ve belge bulunmamaktadır.Fakat kuvvetle muhtemeldir ki Muş ili Varto ilçesine yerleşildikten sonra yaklaşık 100-150 sene sonra Köşker baba oymağı bölgeden ayrılmış olmalıdır. 

KÖŞKER BABA HÖYÜĞÜ(MALATYA) 
Bu tarihlerde başlayan dağılma sonucu meydana gelen bazı olaylardan sonra oymak halkının bir kısmı Malatya'ya Köşker Baba Höyüğünün bulunduğu yerleşim birimine yerleşmişlerdir. 

Buradaki halk Köşker Babayı unutmamış ve bu Höyüğe aradan geçen zamana rağmen(Yaklaşık 100-150 yıl sonra)Köşker Babanın adını vermiştir.Köşker baba höyüğü Malatya ilinin kuzeydoğusunda ,il merkezinden 31,6 km.uzaklıkta ,kuluşağı-şişman çayı yolunun hemen kuzeyinde ,Fırat'ın batı kıyısında orta büyüklükte bir höyüğün adıdır.İ.Ü.Edebiyat Fakültesinden Önder Bilgi başkanlığında bir ekip tarafından kazılmıştır.Höyükte ilk tunç çağından Osmanlı dönemi sonuna değin sürekli yerleşildiği görülmüştür.Osmanlı döneminden kalan ,en tepede küçük bir yerleşmedir.Sırlı çanak,çömlek parçaları ve pişmiş topraktan çubuk lüleleri bu çağa ait küçük kalıntılar olarak bulunmuştur.Köşker höyüğüne yerleşen halk zamanla bu yerleşim yerini de terketmiş ve Köşker baba Höyüğünün sadece adı kalmıştır.Bölgeyi araştıran i.Edebiyat Fakültesinden Önder Bilgi Osmanlının son dönemlerine kadar Köşker Baba höyüğünde küçük bir yerleşim alanı olduğunu söylemektedir.Demek ki bu yerleşim alanı da zamanla bilinmeyen sebeplerden dolayı terkedilmiş ve halkı yurdumuzdaki diğer yerleşim yerlerine göç etmiştir.Günümüzde Köşker baba höyüğü Karakaya Baraj gölünün suları altında kalmış bulunmaktadır. 

Buradan anlaşıldığına göre Köşker babanın oymakbaşı olduğu Köşker oymağı Varto'dan sonra bölgesel gelişmeler sonrasında dağılma sürecine girmiş daha sonra Malatyada da Köşker Baba'nın ismiyle bulunduktan sonra dağılmıştır.Elde ettiğim bilgiler ışığında Köşker oymağı Muş-Varto,Malatya Köşker Höyüğü,Kahraman Maraş'ın Elbistan ilçesi, Kayseri, Adana, Adıyaman,Yozgat,Kırşehir,Konya,Afyon(Şuhut/Karadilli),Isparta/Uluborlu ve Antalya bölgelerine dağılmış bulunmaktadır.Bugün Köşker Ailelerinin yaşadıkları yerleşim alanları incelendiğinde bu göç yolu teorimin doğruluğu ortaya çıkacaktır. 
Goşkar Baba Oymağı dağıldıktan sonra elbette bir anda yok olmadı.Zamanla bir kısmının isimleri Köşker olarak değişti ve bir kısım oymak halkı ise zamanla Goşkar Babanın ismini unutarak ailelerinde yeni yetişen kimselerin isimlerini yada içine karıştıkları başka boy ve aşiretlerin adını aldılar.Anadoluda Kalan diğer bir kısmı Köşker oymağı mensupları da Mevcut isimlerini muhafaza ederek günümüzde mevcudiyetlerini sürdürmektedir. 
Yaptığımız tespitlere göre Akkoyunlu devletinin 1502 yılında yıkılması,Celali ayaklanmaları, Moğollar ve Timur'un bölgedeki yerleşim yerlerini yakıp yıkması ve bölgesel karışıklıklar sebebiyle Goşkar babanın oymağı dağılmış,bir kısmı o zamanki İran ve Azerbaycan bölgelerine gitmiş diğer bir kısmı ise Anadoluda kalarak dağınık bir şekilde yaşamlarını sürdürmüşlerdir.Büyük bir oymak iken zamanla dağılarak (Bir kısmı Azerbaycan ve İran'a göç eden)Köşker Oymağı eski gücünü kaybetti. 
Yaptığım araştırmalar sonucu Osmanlı arşiv ve Tahrir defterlerinden sadece Hicri 947-Miladi1541 yılındaki Diyarbekir tahrir defterinde Köşker oymağından bahsedilmekte ve başka zamanlarda yazılan kayıtlarda Köşker oymağından söz edilmemektedir.Buradan anladığımız kadarı ile Miladi 1541 yılından sonraki dönemlerde Köşker ailesi dağılmıştır.

.
Malatya - Darende Efsaneleri


FATMACIK KAYASI EFSANESİ 
Efsanemiz adını bundan üç asır önce yani XVII. yüzyılda yaşamış olan "Sadrazam Mehmet Paşa'dan almış bulunan, Darende'nin şirin bir köşesi olan Mehmet Paşa Mahallesi'nde geçer. 
Bu efsanede adı geçen Fatmacık Kayısı Darende ilçesinin, Mehmet Paşa Mahallesi'nin karşısında yer alan Suvacık Tepesi'nin biraz aşağısındadır. 
Efsaneye göre Mehmet Paşa Mahallesi'nde orta halli bir aile yaşarmış. Ancak evin adamı öldüğü için evin geçimini koyunları bazen evin ihtiyar kadını bazen de gelini mahallenin hemen karşı tarafında bulunan ve etekleri mahallenin bahçelerine kadar uzanan Suvacık Tepesi diye anılan dağa yaymaya götürürlermiş. 
Bir gün evin ihtiyar kadını hasta olduğu için gelinine koyunları bu gün sen götür yay ben hastayım demiş. Adı Fatma olan geline mahallede dili tatlı, yüzü güleç olduğu için "FATMACIK" derlermiş. 
İşte Fatmacık gelin, küçük çocuğunu da beşiğiyle birlikte alarak Suvacık tepesine koyunları yaymaya gitmiş. Kendisi çocuğu uyutmak için beşiği ninni çağıra, çağıra sallarken aç olan koyunlar Fatmacığın yanından yayıla, yayıla uzaklaşıp gitmişler. Fatmacık biraz sonra etrafına bakınca koyunları görememiş ve sağa, sola bakarak aramış, taramış; koyunları bulamayınca acaba geri eve mi kaçıp gittiler diye düşünmüş ve çocuğu da beşikte uyuduğu için eve götürmeye kıyamamış, orada bırakarak hemen eve gidip bakayım koyunlar gitmişler mi? diye söylenerek Suvacık Tepesi'nden hızlı, hızlı inmeye başlamış. Koşa, koşa eve varmış hasta yatağında yatan kaynanasına ben tepede koyunları yitirdim acaba eve mi geldiler diye bakmaya geldim demiş. 
Aslında titiz mi- Titiz, cimri mi Cimri olan kaynanası "Gelin koyunları ister evde ister dağda bul ama bulmadan gelme yoksa seni akşama oğlana der biri iyice kötek attırırım demiş." Fatmacık koyunları evde bulamayınca acele, acele Suvacık Tepesi'ne gitmiş bakmış ki çocuk halen mışıl, mışıl uyuyor başlamış koyunları aramaya ve aramış aramış bulamayınca naçar kalıp beşiği de iki eliyle kucaklayıp ağlaya, ağlaya Suvacık Tepesi'nden inmeye başlamış. 
Tepeden inerken uzaktan evleri ile karşı, karşıya gelmiş ve o anda kaynanasının sözlerini hatırlamış ve ben şimdi eve nasıl gideyim diye korkmuş, beşiği kucağından indirip yere koymuş. Bu arada çocukta uyanmış ağlar dururmuş, çocuğun ağlaması ve kendisinin korkudan ağlaması ile kaynanasının sözleri birbirine karışınca Fatmacık iyice yüreklenmiş ve efsaneye göre Allah'ım koyunları bulamadım, kaynanam bana akşama kötek attırır konu komşuya rezil eder, dayak yiyip ve konu, komşuya rezil olmaktansa "YA BENİ TAŞ ET YA DA KUŞ ET" diye yalvarmış. İşte o anda hava birden kararmış bir uğultu gelmiş ve Fatmacık gelin çocuğu içinde beşiği ile birlikte taş olmuş. O gündür, bu gündür bu taş Mehmet Paşa Mahallesi'nin karşı yamacında Suvacık Tepesi'nin biraz aşağı kısmında yüksekliği yaklaşık üç, dört metre çevresi bir buçuk iki metre olarak ayakta durmaktadır. 
Fatmacık kayasının baş kısmı yuvarlakça olup, boyun kısmına doğru hafif incelir vaziyettedir. Ayrıca yanında koca bir sandığa benzer bir de taş bulunmaktadır ki işte bu da Fatmacık gelininin beşiği ile birlikte çocuğu denilmektedir. 
Şimdiye kadar dimdik ayakta duran bu Fatmacık kayası diye anılan taş daha nice yıllar bu efsanenin cansız bir abidesi olarak karşımızda duracaktır.


.

GIDI -GIDI KUŞU EFSANESİ 

Efsaneye göre o zaman ki adı Derindere olan Darende ilçesinin Kılıçbağı Mahallesi'nde öz anaları ölmüş, babaları da bir başka kadınla evlenmiş. Biri sekiz yaşında biri de on yaşında, küçüğü kız, büyüğü oğlan iki çocuk varmış. Üvey anaları bu çocukları çok mu çok döver hiç bakmazmış. Üstelik babaları da üvey analarının sözüne kanar çocukları bir de kendisi dövermiş. 

Efsaneye göre babaları evlerine bir keçi almış. Bu keçinin de iki tane gıdiği (yavrusu) olmuş. Bir gün üvey anaları bu gıdiklerı (Keçileri) yaymak için çocukların önüne katar. Çocuklar da kendi bahçelerinde gıdikleri yayarlarken aralarında oyuna dalarlar. Çocuklar oynarken gıdıklar da birbirlerini toslayarak bahçeden çıkıp gitmişler. Çocuklar da aradan epey zaman geçtikten sonra bir bakmışlar ki gıdıklar bahçede yoktur. Aramışlar, aramışlar bulamamışlar ve gelip üvey analarına söylemişler. Üvey anaları da çocukları iyice dövmüş ve gidin gıdıkları bulup getirin demiş. Çocuklar da tekrar gıdıkları aramaya başlayınca zaman geçer akşam olur. Hava kararır. Bu defa çocuklar büsbütün korkarlar. Bu arada da evin yolunu şaşırırlar. İkisi de korkudan titreyip dururlarken çocukların büyüğü olan oğlan, bacısına der ki gıdikleri bulamadık yolumuzu da yitirdik eve gidemiyoruz. O zaman biz de Allah'a yalvaralım da bizi burada bir kuş etsin de üvey anamızın ve öz babamızın dayağından kurtulalım demiş. Hemen ikisi birden ellerini kaldırıp Allah'a yalvarmışlar "Allah'ım nolursun bizim ikimizi de kuş et" demişler ve orada kuş olmuşlar, uçup gitmişler. 

Aradan günler geçmiş. Bir gün kendi evlerinin damına gelip konmuşlar ve şöyle ötmüşler "Gıdı - Gıdı buldun mu, Gıda - Gıda buldun mu diye bir hayli ötüşmüşler. 

O günden sonra da bilhassa akşam karanlığında uçar ve geceleri de Gıdı Gıdı buldun mu? diye öter dururlarmış. Bir gün bir avcı hava kararmak üzereyken avdan dönüyormuş bahçeler arasında ağaçta garip bir şekilde öten bu kuşlardan birini görmüş. Kuşun uçmasına fırsat vermeden avcı silahıyla kuşu vurmuş, öldürmüş. 

Günümüzde de bu kuşun yaşadığı sanılıyor. Bu yörede bilhassa güneş batıp da hava kararmaya başlayınca, gecenin ilerleyen saatlerinde bu efsaneye konu kuşun sesinin geldiği söylenir. Bu nedenle kuşun adı" GIDI -GIDI Kuşu”dur.


.
Malatya - Yeşilyurt Efsaneleri


ATMALI KALESİ VE ALTIN BEŞİK EFSANESİ 
Atmalı Çayı (İnekçayı) Yeşilyurt İlçesinden beş kilometre uzaktadır. Bu çay güneyden kuzeye doğru akar. Kaynaktan, yani İnek Çayı'nın çıktığı yerden üç kilometre kadar aşağılarda vadi oldukça genişler, yer yer düzlükler halini alır. Buralarda, Yeşilyurt yönüne düşen küçük derenin içerisinde "Şaban Dede" denilen bir ziyaret, gezinti yeri bulunur. Buranın üç yüz metre ilerisinde, yığma bir tepe vardır. Tepenin üzeri düzlüktür. Batı yönü çok diktir. Etrafta küp ve çömlek kırıkları göze çarpar. Ayrıca büyük taşlarla örülmüş duvar kalıntılarına rastlanır. İşte bu toprak (yığma) tepenin adı "Atmalı Kalesi"dir. 1930 lu yıllarda yabancı bir heyet burada kazılar yapmıştır. Define arayıcıları zaman zaman, toprağı kazmışlar, bir fırın ile havuzu meydana çıkarmışlardır. 
Şabandede mevkiinde bulunan Yığma Tepe de vaktiyle küçük bir devlet mevcutmuş. Kralın karısı, krala İhanetten dolayı beşikteki erkek çocuğuyla sarayın zeminindeki zindana hapis edilmiş. Kral, kadını daha da cezalandırmak amacıyla çocuğunu emzirmesine engel olmak için beşiğin bulunduğu yere elinde kılıcı olan zebanı şeklinde bir bekçi tayin etmiş. Altın beşikle yatan çocuk ağlayınca annesi süt vermek için çocuğa yaklaşır, ancak bekçi buna engel olur. Çocuğun ağlayışları, annenin feryadı, günlerce, aylarca devam etmiş. 
Davarıyla Asi Pınar'ı yaylasından dönen Kıliflerin İbrahim'in dedesi, geceyi Yeşilyurt yöresindeki Atmalı Kalesi'nin yanında geçirir. Karanlık bastırınca sürünün çobanı ile davar sahibi bir tarafa uzanır, uyumaya çalışırlar. Vakit hayli ilerleyince, derinden gelen bir gürültü ile uykularından uyanırlar. Etrafı dinleyince gürültünün kaleden geldiğini anlarlar. Yattıkları yerden kalkarlar, kalenin güneybatı yönündeki kapıdan içeriye girerler. El yordamıyla, ağır ağır yürürler. Az sonra yüzlerine bir ışık vurur. Bu parlak ışığın yardımıyla biraz daha giderler. Az sonra önlerine bir oda gelince dururlar. 
Parlak ışığın bu odadan geldiğini görünce oldukları yerde kalırlar. Odanın ortasında bulunan beşikte nur topu gibi bir çocuğun yattığını, onun yanında bir kadın ile kapkara bir adamın, elde kılıç durduğunu fark edince neye uğradıklarını anlayamazlar. Çekilmek isterler, bir adım geri gidemezler. Âdeta kanları kurur. İstemeyerek ışık saçan beşik etrafında olup bitenleri seyrederler. 
Genç kadın beşikteki bebeğin yanına yaklaşınca ışık kaybolur, elini beşiğe değdirince de elinde kılıç bulunan adam kadına saldırır. O zaman kadın geri çekilir. Beşikten tekrar ışık saçılmaya başlar. Sürekli devam eden bu görünüm karşısında korkan iki arkadaş kendilerini dışarıya atarlar. Bu arada, orada gördükleri iki kulplu tavayı da, korktukları için, alamazlar. Yatmakta olan davarı toplayıp derhal yola koyulurlar.



.

Malatya Efsaneleri - Hekimhan


Alıntı:
TAŞ KESİLEN GENÇ KIZ EFSANESİ Kurtuluş savaşı yıllarında Hekimhan'ın şirin ve güzel olap şıpşıpı denilen bir bahçede geçmiş bir efsanedir. 
Kurtuluş savaşı sırasında Ermeniler bu bölgeleri istila ederken şıpşıpı denilen yerde güzel bir köylü kızı görmüşler. Gördükleri bu kızın peşine düşerek ona saldırmaya çalışmışlar. Düşman elinden kaçan bu kız hem kaçıyor hemde ağlıyor ve Allah'a yalvarıyormuş. Kız bu yere gelmiş Allah'a şöyle yalvarmış ve şu sözleri söylemiş "Allah'ım ya beni taş et ya da kuş et" demiş Allah'a o kızı taş etmiş, sonradan kızı kovalayan düşmanlar tarafından kızın taş olduğuna inanmamışlar ve gördükleri bu olayı halka anlatmışlar. Günümüze kadar gelen bu taş kız şeklinde ve o anda ağladığı için, kız şeklindeki bu kayadan tuzlu su akmaktadır.


Efsanemizi canlı tanıklardan dinleyebilirmiyiz diye zorladım zira bu olay ölyle çok eski bir zamanda gerçekleşmemiş daha yakın zamanda Milli Mücadele döneminde yaşanmış. Ancak bu olayı yaşayabilmiş bir kaynağa ulaşamadım. Yalnızca Pederden birkeç şey öğrenebildim. 49 ludur Babam. "73-74 te askere gideceği zamanlardan hatırlıyorum. Şıpşıpı denen yer hala var. Orada kayanın halen bulunmakta. 73-74 te damla damla su akardı ama şimdi su akıyor mu bilmiyorum." dedi. Bulabildiğim birkaç Şıpşıpı ve kaya fotoğrafı. 
 


 




.

Horata Yöresi


BABA - ÇOBAN DEDE EFSANESİ 
Horasan Paşa çok eskiden Horasan valisiymiş. Halka çok eziyet edip, vergileri zorla topladığı için halkın düşmanlığını kazanmış, çoklarının yuvasını dağıtmış, ocağını söndürmüş. 
Horasan Paşa, bir gece düşünde, halkın kendisini astığını, cehennemde cayır cayır yandığını görmüş. Çok korkmuş. Tövbeler etmiş Allah' a yalvarmış. O gecenin sabahında valiliğini ve bütün zenginliğini bırakıp kaçmış. Ora senin, bura benim kaçarken Beydağı'na gelmiş. Bir zaman Beydağı'nda eğleşmiş. Beydağı'ndan Banazı'ya geçmiş. Mal - mülk edinmiş, tevekler yapmış, şimdiki Horata suyunun dolayına yerleşmiş. 
Halk Horasan Paşa'nın nerden, niye geldiğini bilmediğinden, o'nu ululardan, iyilerden saymış, sevmiş, saygı göstermiş. O'na "Horasan Paşa" yerine "Horasan Baba" demeye başlamış. Şimdiki Ho¬rata dolayı ve ordaki teyeklere "Horasan" adım takmış. Ordaki suya da "Horata suyu" demiş. O buz gibi sudan içenin, dileklerinin olacağına inanmış. Daha sonra, oraların adı Horata olmuş çıkmış. 
Horasan Baba, uzun yıllar Horata'da yaşamış. İyilerden, ululardan olmuş. Herkese iyilik etmiş, yardım elini uzatmış. Horata'da hocalık, doktorluk yapmış. Yıl gelmiş, Horasan Baba bu dünyayı koyup gitmiş. Halk O'nu Horata Suyu'nun kıyısına gömmüş, birde türbe yapmış ki kubbesi topraktan. 
Yıl gelmiş, Yüzbaşı Mümtaz, Horasan Baha'nın topraktan türbesini yıktırmış. Çarpılmış, kırk gün içinde ölmüş. Bu olayı Seydahmet adında bir delikanlının düşüne düşmüş. Askere gidip geldikten sonra, o türbeyi yaptırmaya söz vermiş. Askere gidip gelmiş ama, türbeyi yaptırmayı unutmuş. Horasan Baba düşüne girmiş, demiş ki: 
- Çağam, söz tutmamak erkekliğe sığmaz. Sözünü tutasın ha '. 
Bunun üzerine, Seydahmet türbeyi daha geniş, daha güzel bir şekilde yaptırmış.


.
HASARCIK EFSANESİ 
Yeşilyurt ilçesine bağlı Kadiruşağı ile Atalar Köyü'nün arasında Hasarcık adıyla bilinen bir semt vardır. Burada tarlası olanlardan biri bir sonbahar günü, iki öküzüyle çift sürmeye başlar. Öküzler büyük bir şevkle tarlanın bir başından, öbür başına gidip gelirken bitişikteki tarlanın sınırından peydahla¬nan yarıktan bir insan başı görülür. Yaşlı, ak sakallı, nur yüzlü adam çiftçiye: 
-Karsaklının çift demiri tunç mu? Altın mı? Diye sorar. Neye uğradığını şaşıran çiftçi bir süre konuşamaz. Sonra ihtiya¬ra şöyle seslenir: 
-Demir... Demir. İhtiyar; 
-Daha zamanı var öyleyse, diyerek bulunduğu yerde toprağın içine gömülerek gözden kaybolur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.