BURDUR
TEKELİOĞLU EFSANESİ
Yiğit Tekelioğlu, Burdur Beylerinden birinin güzel kızına gönlünü kaptırır. kızı ister:
- Biz, başıbozuk zeybek takımına kız vermeyiz, gitsin kismetini baska yerden arasın, derler.Bu sözler, Burdur yaylalarının korkusuz mert zeybeği Tekelioğlu’nun gururunu incitir, gönlünü yaralar. Üstelik bey kızı da kendisini sevmektedir. Bu umutsuz aşk, böyle sürüp giderken, bir haber ulaşır Tekelioğlu’na. Bey kızı, komşu beylerden birine verilmiş, Burdur’da anlı - şanlı düğünler yapılmakta. Tekelioğlu canevinden vurulur. Üç-beş arkadaşıyla birlikte, düğün alayının geçecegi yolda pusu kurar. Alay, bulunduğu yere yaklaşır yaklaşmaz, yayından fırlayan ok gibi, atına atlar, kalabalığa dalar, gelini atından alır, terkisine bindirerek dört nal sürer. şaşkına dönen alayın koruyucuları az sonra Tekelioğlu’nun peşine düşerler. Burdur gölü yakınlarında yaman bir çarpışma olur. Tekelioğlu’nun adamları birer birer yakalanırlar. Tekelioğlu bakar ki kurtuluş yok, önü göl, ardı beyin adamlarıyla sarılmış, terkisindeki geline seslenir:
- Kurtulus umudu kalmadı. İn aşağı canını kurtar.
kız cevap verir:
- Tanrı bana bir can verdi, onu da sana adadım. Beni senden ölüm ayırır ancak.
Tekelioğlu ısrar eder, kız kararından dönmez. Çaresiz kalan Tekelioğlu, bunun üzerine sürer atını göle. Burdur gölü, sessizce çeker bağrına onları. Az sonra, gölün köpüklü suları üzerinde bir telli duvak görünür. Başka şey görünmez.
Bu acı olay, yıllarca unutulmaz. Yürek yakan bir oyun havası, Tekelioğlu Zeybek Havası’ adıyla, düğünlerde dile gelir.
Tekelioğlu seslenir:
Alt yanım deniz de üst yanım balkan
Kır atın üstünde şavkıyor kalkan
Namert olsun beyler ölümden korkan
Tekelioğlu diye ünüm var benim.
Al-yesil kuşanmış ince beline
Kıymayın ağalar telli geline
Atımı dehledim Burdur gölüne
Tanrı’ya verecek canım var benim.
Her sabah dikilir bir sırlı gömlek
Ak üstüne al al benli şafaktan
Sabah kapı kapı haber vererek
Geçer adım adım her bir sokaktan.
‘Göl’ ince kıvraktır, ‘gül’ katmer, katme
Üzümler asmadan lezzeti emer.
Genç kızda bir çift göz yemyeşil güler,
Yemyeşil gözleri yeşil topraktan…
*
ARTVİN
Barh (Balcılı) Köyündeki Deliklikaya Efsanesi
Eski Kral Yolu güzergâhının Parh (Balcılı) köyü içinden geçtiği söylenir. Bu güzergâhta “Deliklikaya” vardır. Efsaneye göre, Kral askerleriyle beraber bu yoldan geçerken, büyük bir kaya kütlesinin üzerlerine doğru düşmekte olduğunu görünce, “Dur mübarek taş! Askerim altında kalacak!” deyip, eli ile kayanın düşmesini engeller. Kral ve askerleri geçene kadar da düşmez. Kral ve askerleri geçtikten sonra düşen bu kayanın üzerinde Kralın eli ile yaptığı beş parmak biçimindeki görüntü halen canlılığını korumaktadır.
Parhal ve Balcılı Köyü Efsanesi
Söylentiye göre çevredeki İşhan, Öşvank ve Parhal kiliselerini yaptırma masrafı Kraliçe Tamara için pek önemsizmiş. Tamara’nın bütçesini sarsan Balcılı köyünün Savriyet mahallesinde yaptırdığı su arkı olmuş. Bu mahalle Parhal deresi kenarındaki yoldan geçerken, çok yükseklerde gözükmektedir. Çevrenin dağlık oluşu arazinin darlığı nedeniyle bahçeler, Babil’in Asma Bahçeleri’ni andırır şekildedir. Yamaçlarda taş duvarlarla toprağın kayması önlenerek ekime elverişli hale getirilir. Bu mahalleye su getirmek için Tamara “saçının bağını çözdürmek” zorunda kalmış. Saçındaki değerli mücevherlerden, belki de tacından harcamış bu işe. Çok dik bir kayadan su geçirtmiş. (Almanlar bunu hayretle incelemişler.) Tamara’nın bu fedakâr hizmetine karşılık onu çok seven köylülerden birkaçı Tamara’ya “ihanet edip” evlenme teklifinde bulunmuşlar. Buna çok sinirlenen Tamara, o köylülere beddua etmiş. Yüzyıllar boyu bu bedduanın etkisinden kurtulamamış köylüler. Her bahar yeniden yaptıkları bahçe duvarları kışın tamamen yıkılırmış. Bu yıkılma işi bugün hâlâ devam etmekteymiş. Tamara’nın kini yüzyıllar sonra henüz sönmemiş olacak ki, geçen yıl da mahalle tamamen yanmış. Şimdi yeni yapılan evlerde Tamara’ya inat yaşantılarına devam ediyor Savriyet mahallesi insanları.
Yedi Eşik Yedi Beşik Efsanesi
Zapor/Zığapor (Taşkıran) köyünün Çarmanet ile Sepagara mezraları arasında bir boğaz vardır. Bu boğazdaki dereden sel gelmesin diye köylüler her yıl kurban keserlermiş. Bu kurban kesme işi de sırayla olur, her yıl bir ev kurban kesermiş. Sıra, yalnız yaşayan yaşlı bir kadına gelince, kadın “Ben kurban kesmeyeceğim” demiş. Köylüler kadını ikna etmeye çalıştıkça kadın kesmemekte inat ediyormuş. Birkaç gün sonra dere yaşlı kadına “Geliyorum” diye seslenmeye başlamış. Kadın yine kesmemekte direnince dere hergün “Geleceğim… geliyorum” diye söylenerek kadını uyarıyormuş. Kadın en sonunda öfkelenip, dereye “Geleceksen gel, Allahın belası!” diye kızıp, bağırınca o anda dereden büyük bir sel kopup gelmiş ve köyü sel basmış. Selden yedi ev yıkılmış, bu yedi evdeki birer bebek de boğularak ölmüş. Bu olay “Yedi Eşik Yedi Beşik” adıyla efsaneleşmiş. Ve o yıldan sonra köylüler her yıl sırayla bir kurban değil, dört kurban birden kesmeye başlamışlar. Her yıl bütün köylüden dört kurban parası toplanıp, dört ayrı yerde kurban kesilir.
*
*
ANTALYA
Belkıs Efsanesi – Aspendos
Aspendos adıyla da bilinen Belkıs harabelerinin Anadolu efsaneleri arasında ilginç bir öyküsü bulunuyor. Antonius Pius (138-164 ) tarihleri arasında inşa edilen tiyatro kadar kentin su ihtiyacını karşılayan kemerlerin de öyküsü halk arasında dilden dile dolaşıyor. Romalılar döneminde kent idaresinin başında bulunan valinin dillere destan güzellikte bir kızı varmış. Kentin iki ünlü mimarıda aynı kıza aşıkmış. Vali ise kızını hangisiyle evlendireceğine karar vermekle güçlük çekerken damat adayını seçmek için bir yol bulmuş.
Mimarları çağırıp teklifini iletmiş. “Hanginiz kent için yararlı güzel bir eser ortaya koyarsa kızımla o evlenecektir.” buyurmuş. Mimarlar yoğun çalışma dönemi sonrasında eserlerini sunmuşlar. Mimarlardan biri Belkıs’a su yollarını, kemerleri inşa edip kentin su ihtiyacını giderirken, diğeri görkemli Aspendos tiyatrosunu tamamlamış, Her iki muhteşem eser karşısında zor durumda kalan güzel kızın babası hükümdar, bu defa kızını hangisinin daha çok sevdiğini anlamak için başka yolu denemiş.” Her ikiniz çok yararlı eserler yarattınız bu nedenle sözümü tutmak için kızımı ikiye bölüp, bir yarısını birinize diğer yarısını diğerinize verip evlendireceğim.” Mimarlardan biri kızın ortadan bölünmesine kıyamıyarak ben vazgeçtim kızınızı rakibime verin yeter ki o ölmesin demiş. Baba da kızının ortadan bölünmesine razı gelmeyecek kadar çok seven mimarın o olduğuna inanıp kızını vermiş. Diğer inanışa göre vali kızını ikiye bölmüştür.
Eğri Göl Efsanesi
Torosların zirvesinde Eğri Göl adında bir göl vardır Bu gölümüzle ilgili şöyle bir efsane anlatılmaktadır:
Vaktiyle güzeller güzeli bir kızla, yiğit mi yiğit yakışıklı bir genç varmış. Bu gençler, birbirlerine sevdalanmışlarBabalarının söz kesmesinden sonra da beklemeye başlamışlar. Olacak ya, gün gelmiş delikanlıyı askere çağırmışlarEvlenip muratlarına eremeden araya ayrılık girirermiş. Yıllarca sevgilisinin dönmesini bekleyen genç kız onun şehit olduğu haberiyle karşılaşınca dünyası yıkılmış. Ama neylersin, ölenle ölünmüyor ki.
Artık beklemenin de anlamı yoktur Kızın babası, kızını başka birine nişanlar Düğün dernek kurulur ve nihayet gelin alayı kızı almaya gelir. Gel gör ki kızın gönlü hâlâ eski sevgilisindedir. Çaresiz, ata biner ve yaşlı gözlerle yola düşerlerKervan, bugünkü Eğri Göl’ün bulunduğu yere gelince kız acısına daha fazla dayanamaz ve ”Allah’ım, ya beni suya sal sevdiğime varayım ya da kuş et salıver!” der Allah’ın hikmetiyle o kızcağız orada bir su oluverir. Sular kaynaya kaynaya orada bir göl meydana getirir O kervanın da orada duruşu eğri büğrü olduğu için, gölün iki km uzunluğundaki çevresi eğri bir hâldedir. O gün bugündür her Cuma, kervanın gölde kaybolduğu saatlerde gölden bir ışık topunun çıktığını da yöre halkı söyler durur.
*
*
ANKARA
Hüseyin Gazi Efsanesi
Hüseyin Gazi Battal Gazi’nin babasıdır. Ankara’nın İslamlaşmasında önemli bir rolü olan Hüseyin Gazi, “Bizanslılarla” giriştiği bir çarpışmada yaralanır ve günümüzde kendi adıyla anılan dağın doruğuna tırmanmaya başlar. Hüseyin Gazi doruğa tırmandıkça bastığı çayırlar, kanının damladığı otlar çiçeklenip renklenir. Doruğa yaklaştığında duraksayan Hüseyin Gazi “Benim için darlık mı var? ” deyip asasını toprağa vurur vurmaz da yerden gür bir su fışkırır. Gücü tükendiğinden doruğa varamadan orada düşüp kalır. Oğlu Battal Gazi babasının şehit edildiğini öğrenince kente saldırıp tüm “Bizanslıları” kılıçtan geçirir. Sonra da Afyon Karahisar ‘a değin Müslümanlığı yayar.O da günümüz de Seyit Gazi denilen yerde şehit düşer.
Keşanos Efsanesi – Yeşilöz
Şimdilerde Ankara’nın Güdül ilçesine bağlı şirin bir beldedir Yeşilöz. Birçok isimle anılır.. Yeşilöz, Keşanuz, Örenkaşı ve Keşanos…
Keşenöz isminin Keşanos tan geldiği söylenir.
Keşanosun vakti zamanında bir rum beyi olduğu ve şimdi Yeşilözün bulunduğu yerde kurulu bir beyliği olduğu rivayet edilir. Rivayet odurki bu beyin İstanos, Minaros ve Girindos isminde üç oğlu vardır. Bu oğulları babaları tarafından kendilerine taksim edilen topraklara giderler ve oralarda ayrı beylikler olurlar. Günümüzde bu yerleşkelerin adlarıda şu şekildedir;
İstanoz-zihr (Yenikent)
Minaros -Minaris ( Kazan -Orhaniye Köyü)
Girindos (Kazan -Fethiye Köyü)
Minaros -Minaris ( Kazan -Orhaniye Köyü)
Girindos (Kazan -Fethiye Köyü)
Alay Beyi Efsanesi
Şimdilerde Ankara’nın Güdül ilçesine bağlı şirin bir beldedir Yeşilöz…
Beldenin Dikmen mevkiinde kale kalıntıları bulunmaktadır. İşte bu kale Efsane odur ki Alaybeyinin hüküm sürdüğü kaledir.
Çok çok evvelden, koca çınarlar tohumken, bu yöreden bir adam askere gider. Yıllarca dönmez unutulur oralarda. Padişahın sağ kolu olur ve Alaybeyi Ünvanını alır. Başarısından dolayı padişah “oğlum sana mükafat olarak ne verelim, ne vermemizi istersin” der, O da cevap olarak “Bana Çerkes Yolu’ndan üstünü verseniz yeter” der. Komutanı da “oğlum oranın etrafını ne kadar zamanda dolaşabilirsin” der. O da “bir sigara içene kadar” der ve oraların sahibi olur. Hak ettiği topraklarda hüküm sürmeye başlar…Hem de kalesinde bir Alay askeri vardır. Artık askerlik hayatı bitmiştir ve sefa sürmeye başlar…Sohbetler, eğlenceler derken koca serveti eritmeye başlar. Yine bir gün kale önünden bir çoban geçer.
Alaybeyi çobana:
-“Danaları bağladın mı ?“ der.
Çoban:
-“ Bi ala dana ha bağla ha bağlama “ der.
O varlıklı Alay Beyi’nin sadece aladanası kalmıştır. Artık geçim sıkıntısının tadına da bakmıştır Alaybeyi.. Karısı da alışmıştır bu duruma. Ekmek pişirmeyi öğrenmiştir. Alaybeyinden ekmek pişirmek için un almasını ister. Alaybeyi hiç parası olmadığı için şehre üzerinde gittiği kıratı satar ve eve unu götürür. Bir türkü yakar “neler geldi geçti felekten, duyulmadı kır atta geçti elekten”. Karısı bunu duyunca kıratın satıldığını anlar ve hemen boğazında ki dizge altınları çıkarıp Alay Beyi’ne verir. ”Git hemen kıratı getir” der.
İşte bu mevkinin adı bu Alaybeyinden gelmektedir…
-“Danaları bağladın mı ?“ der.
-“ Bi ala dana ha bağla ha bağlama “ der.
Yorum