ÇOBAN MURAT ÇAMI EFSANESİ...

ÇOBAN MURAT ÇAMI EFSANESİ
KÜTAHYA
Nereli olduğunu kimse bilmiyordu Çoban dedenin. Köy köy dolaşırdı. Köylerin dağlarında gezinir, sürüleri otlatırdı. Hangi köye inse, bir önceki köyden olduğu düşünülürdü. Kimse soru sormazdı. Gittiği köylerde en fazla iki üç yıl kalırdı. Sonra ne yalvarmalara kulak verirdi ne de başka şeye, alır başını gidermiş.
Bizim köyde ona Çoban Dede derlerdi. Gittiği diğer köylerde Hemen hemen ortak adı Çam Dedeydi. Çoban Dedenin asıl adı Murat'mış.
Çoban Dede, ağaçları, hayvanları, böcekleri, kuşları, çiçekleri, otları, kayaları, dereyi bizden farklı biçimde severdi. Bu nedenle nereye giderse, nerede çobanlığa durursa orası güzelleşirdi. Dağlarda sürüleriyle gezerken ağaçlara aşı yapardı. Aşılı, yeni meyveler elde ederdi. Bu bilgilerini diğer çobanlara da öğretirdi. Çobanlara, dağlarda boş durmamayı, bir iş, bir yenilik aramalarını ve yapmalarını da öğütlerdi.
Çoban dedenin, bizim köye geleli on, on beş yıl oldu. Ne zaman gitmeğe kalkacak diye köy halkı merakla beklerdi. Bir gün dağlarda sürüleri otlatıp, çobanlarla sohbet ederken "Son durağım bu dağlar benim," demiş. Bu dediğini duyduktan sonra köyde hepimiz sevindik. Anlaşılan Çam Dede artık bir yere gitmeyecekti.
Çoban Dede yaz kış dağlarda kalırdı. Bir çam ağacının altına ağılını kurardı. Ne hikmetse, hangi çam ağacının altına kursa ağılını, o çam ağacı büyür, Şemsiye gibi ağılın üstünü örterdi. Kışın yağmuru, karı, yazın güneşi ağıla geçirmezlerdi. Hatta dağlardaki yabani hayvanların birçoğu da bu ağacın yaprakları arasında, inleriymiş gibi kışlarlardı.
Çoban dede, ağılını kurar dediysem, sanmayın duvar örerdi, dam yapardı. Sadece asasını eline alır, şöyle dönerek çam ağacının etrafında ağılının sınırlarını çizerdi. Şimdiye kadar bu çizgilerden geçip de ağıla giren yabani hayvan olmamış. Ağıldan çıkan koyun da görülmemiş.
Çam dedenin koyunları, hangi çamın altına yatsalar, çam onların ağılı olurdu. Bu yüzden ona "koyun ağılı Dedesi" de diyenler vardı. "Çoban Murat Dede" diyenler de... Çamlar, Murat Babaya hizmet etmeği görev edinmişler. Bütün çam ağaçları, onun yanına gelmesini bekler. Çoban Dede ne tarafa yürüse çamlar o tarafa eğilirlerdi. Bizim köyün zalim bir muhtarı vardı. Zalim köy muhtarının "Bahar" adlı güzel bir kızı vardı. Görenler, bakmaya doyamazdı. Orta boyda, siyah saçlı, sürmeli kahve renkli gözlü güler yüzlüydü. Çiçekli basma esvabı ona çok yaraşırdı. Babasının zalimliğini kapatmaya çalışırdı. Bu işe gücü yetmezdi. Köyün kadınları "Bahar Kız, sen bizim bir tanemizsin. Baban için kendini yorma. Senin elinden gelen bir şey yoktur," derlerdi. Bahar, bu duruma çok üzülürdü. Babasına, annesinin, kendisinin ve diğer insanların sözü geçmezdi. "Dediğim dedik, çaldığım düdük ," derdi. Sevenleri ayırır, köylünün malını, mülkünü elinden alırdı. Ormanı, kimsenin kullanmasına izin vermezdi. Avlanmak, onun izniyle olurdu. Dereye giren insanları, çamaşır yıkayanları huzursuz ederdi. Düğün, dernek kurulduğu zaman tedirginlik olurdu. Kimse eşkıyalardan bile bu kadar çekinmezdi Bahar kız, anası ile gözyaşı dökerdi. Köylünün yüzüne bakamazlardı. Çoban Dedenin dostları, hayvanları, böcekleri, kuşları, çiçekleri, otları, kayaları ile vaktini geçirir, köye inmezdi. Dağlardan aşağı inen derenin sesini dinlemeğe, dağların çiçek kokusunu koklamaya doyamazdı. Bizim Domaniç dağları, Çoban Babayı severdi. Domaniç Dağlarında Çoban Dede ağıtlar yakardı koyunlarına; Aşılar yapardı ağaçlarına, Koyun Ağılı Dedem. Baharında, yazında, güzünde Hep gülücük olurdu yüzünde Onunla kurttan korkmazdı kuzu Uyumaz gezerdi, yıldızlarda sonsuzu. Bu yıl güç bela yapılan hasattan sonra Baharın en yakın arkadaşı Pembe evlenme hazırlıklarına başladı. Bu köyün düğünleri çok güzel olur. Herkes katılır. İnsanların birinci sıradaki eğlenceler i düğünlerdir. Ahmet, Pembeyi sevmiş, gönlünü ele geçirmişti. Yaz ağzında nişanlandılar. Şimdi düğünleri olacak. Pembe, nişanı olduğunda şerbetinden Bahara da ayırmıştı. Darısı başına olsun diye güle söyleye içmişlerdi. Sonra görümlük ve mübarekleme yapılmıştı. Pembeye bir bohça hediye geldi, takı takıldı. Gözü, gönlü baharda olan Mustafa, muhtarın korkusundan Bahar'a dünürcü gönderemiyordu. Bahar, üzüntüsünü Pembeyle paylaşırdı. Bu durumu bilen başkası yoktu. Görümlük ve mübarekiden sonra oğlan anası, Pembelere geldi. İsteklerini sordu. Sonra Kız evi için hazırlanan elbise takımları, dürüler ve şerbet kız evinin verdiği ağır baş tülbendine sarılarak bohçalar içinde Pembelere gönderildi. Yükün arkasından oğlan anası ve çağrılı akrabalar kız evine geldiler. Yemekler yendi, çalgılar çalındı, oynandı. Bahar'ın hazırladığı çeyiz açıldı, bakıldı. Oğlan evinin getirdiği yük ve çeyizi serildi. Yük bir hafta açık kaldı. 15 gün sonra düğün başladı. Sergi indikten sonra okuyucu kadınlar her iki tarafın akraba ve yakınlarına "Salı çeyiz altı, Çarşamba kına, Perşembe düğüne buyurun" dediler. Oğlan evinin okuyucusu, kız evine giderek, "Salı çeyiz altı, Çarşamba yengelik, Perşembe akşamı güveyi salmaya buyurun" dedi. Bunlar olurken de tüm mahalleli imece biçiminde kız evinde çeyiz altı yemeklerini hazırladı. Her iki taraf ayrı birer davet vermek için koşturdu. Yemek zamanı önce oğlan evi davetlileri yemeğe buyur edildi. Sonra kız evi davetlileri sofraya oturdular. Yemekten sonra eğlence başladı. Baharla, pembenin gözlerinin içi gülüyordu.
Bu gün, hamam günüydü. Hamam kiralandı. Düğüne çağrılan kız ve erkek tarafının akrabaları hamamda yıkanmaya ve eğlenmeye geldi. Yıkanma bittikten sonra çalgılar eşliğinde önde Bahar kız, arkada yengeler hamamın şadırvanı etrafında döndüler. Oğlan anası gelinin başı üzerinden para ve şeker saçtı.
Salı gece yarısından sonra kadınlar ahenge oturdular. Sabaha kadar çaldılar, oynadılar. Gelin, Bahar ve diğer kızlar bir kenarda beklediler.
Ahenkten sonra gitmeyen kadınlar kına gecesi hazırlığına başladı. Oğlan evi davetlileri gece, toplu olarak geldiler. Maniler söylendi. Kız yengeleri, Pembe'ye abdest aldırdı ve giydirdiler. Başına kırmızı duvağı, tek kocalı, analı babalı ve erkek çocuğu olan Hasibe yenge taktı. Önde çalgıcılar, arkada iki kız yengesinin arasında Bahar, gelin kız ve ardından kına taşıyan okuyucu ile odaya girdiler. Türküler söylendi. Gelin, kıbleye doğru oturtuldu. Kız tarafından biri gelinin sol el ve sağ ayağına, oğlan tarafından biri sağ el ve sol ayak kınasını yaktılar. Kına sarılmadan önce kızın ayak kınalarından alınan parçalar bekâr kızların saçlarına "bahtları açık olsun" inancıyla sürüldü. Bahar da Saçını kınaladı.
Kınadan sonra önce oğlan tarafı sonra kız tarafı pilav ve zerdeden oluşan kına yemeğini yediler. Gece Bahar'ın elleri ve ayakları kına ile süslendi.
Perşembe sabahı gelin evi kalabalıktı. Kendi davetlileri geldi. Bahar'a abdest aldırıp, namaz kıldırırlar. Paça günü, oğlan evinde kesilecek olan saçları 30 - 40 örgü halinde örüldü. Başı yapıldıktan sonra yüzü yazıldı. Tefe başı giydirdiler. Al duvakla örtüldü.
Yengeler, oyun ve eğlenceleri sürdürdü. Bu arada Pembe'nin amca ve dayıları geldi. Pembe onların ellerini öptü. Babası, kuşağı beline üç kez doladı, çözdü. Kuşağı, amcasına ve dayısına uzattı. Herkes bu işlemi tamamladıktan sonra babası, Pembe'nin beline kuşağı bağladı ve dua etti.
Bu arada Ahmetler de kendi aralarında eğlendiler. Buna yengelik denir. Yani damat akşama hazırlandı. Dağlar, Çoban Dedenin evidir. Evinde tanrı misafiri hiç eksik olmazdı. Nereye gitse birileri bulurdu onu. Murat Dede, bayram ederdi onların gelmesiyle. Ağırlamaksa en büyük bayramıydı.
Misafirlerine dağları anlatırdı. Ağzından bal damlardı. Ağaçları gösterir, her birinin ayrı ayrı hikâyesini anlatırdı. Çamların altındaki ağıllarından söz ederdi. Renk renk çiçeklerden demetler sunar, taçlar yapardı. Meyvelerinden koparır, ikram ederdi. Meyvelerin faydalarını anlatırdı. Bazen eline kavalını alır çalardı. Sevincinden yeni besteler meydana gelirdi. Gelenlerin, yaşına, durumuna göre hareket eder, onları memnun etmek için uğraşırdı. Nur yüzünden gülücükleri eksik olmazdı.
Köyde düğün devam etti. Oğlan alayı, arabalarla kız evine geldi. Kız tarafının erkekleri alayı karşıladı. Kadınlar içeri girdi. Lokum ve şerbet sunuldu. Gelin kız kaynanasının önüne oturtuldu. Kız yengeleri dualar ederek dışarı çıktı. Erkekler gelinin odasına girdi. Kaynana saçı saçtı. Oğlanın babası Bahar'ı kolundan tutup kaldırdı. Arabaya bindirdi. Çeyiz, arabaya yüklendi. Böylece kız evinden ayrıldı. Gelini arabadan Ahmet'in yengeleri indirdi. Gelin eve girerken hazırlanmış bal ve kaymaktan birer parmak kapının üst ve alt eşiğine sürdüler. Kaynana "hoş geldin kızım" dedi. Yengelerin öncülüğünde kadınlar oynadı. Konu, komşu geline bakmaya geldi. Sonra güvey salmaya kalacaklar dışında evde kimse kalmadı. Evde, dini nikâhları kıyıldı. Bu arada, kız evinden iki yenge birkaç genç kadın tepsilerle baklava ve damat için hazırlanmış çamaşırları getirdiler. Yengeler gelinin yanında kaldı, diğerler kadınlar gitti. Güvey salma töreni ikindi üzeri başladı. Damat ve sağdıçları eğlendi, yemek yendi. Yatsı namazından sonra erkekler geldi. Evin kapısında sıralandı. Dua ve ilahiler okundu. Damat el öperek içeri girmeye hazırlanırken arkadaşları sırtına vurdular. Gerdek sonrası, damat, sağdıçlarıyla hamama gitti. Gelini, yengeler evde yıkadı. Düğün olurken, muhtar evde bir başına kalmıştı. Kimsenin sevincine de derdine de ortak olmazdı. Düğünden dönen Bahar ve annesi, muhtarı bahçedeki sedirde yatar buldular. İçeri almak için yanına gittiler. Muhtar Hak'ın rahmetine kavuşmuştu. Ne yapacaklarını bilemediler. Hem üzgün hem şaşkındılar. Bahar, ağlayarak pembenin babasına durumu haber verdi. Köy halkı hemen toplandı. Ancak kimsenin içinden muhtar için bir şey yapmak gelmedi. Biri Bahar'a dönerek; - Bu zalim adamı mezarlığımızda istemiyoruz. Nereye götürürseniz götürün, dedi. Bahar, hıçkırıklar içinde eve döndü. Durumu annesine anlattı. Kadıncağız, düşündü, dağa çıkıp Çoban Dedeye danışmayı uygun buldu. Zorlukla cenazeyi, öküz arabasına koydular. Kadın yola düştü. Günlerden bir gün ağılına bir tanrı misafiri daha geldi Çoban Dedeye. Ancak bu misafir diğer misafirlerine benzemiyordu. Bir kadın, ağır yükü ile hüzünlü bir durumda yaklaşıyordu ağıla doğru. Gelen Köy muhtarının karısıydı. Öküz arabasında taşıdığı da kocasının cenazesiydi. Kadın, Çoban Dedenin yanına gelince; -Çoban Dede, Çoban Dede, muhtar öldü. Köylü bayram etti, dedi. Çoban Dede; -Allah rahmet eylesin. Hoş geldin. Neden cenazeyi buraya kadar çıkardın kızım? Diye sordu. Muhtarın Karısı; -Çoban Dede, muhtarın ölüsünün köy mezarlığına gömülmesine izin vermediler. "Onun gibi hayırsız adamın bizim mezarlığımızda işi yok. Nereye gömerseniz gömün" dediler. Çoban Dede; -Tamam, kızım, dedi. Ne yapması gerektiğini düşünmeye başladı. Kadıncağız, zor getirmişti cenazeyi dağın tepesine. Başka gidecek yeri de, bildiği biri de yoktu. Çoban dedenin söyleyeceklerini merakla bekliyordu. Çoban Dede de düşünceliydi. Şimdiye kadar gelen misafirleri diriydi. Onları ağırlamak, memnun etmek kolaydı. Ağzından ikramlar yapardı. Bir ölü misafire nasıl yardım edebilir, ne ikramda bulunabilirdi. Kendi de bilmiyordu. Sonunda kararını verdi. Kadıncağıza; -Kızım gel, şu çamın altını kazalım, dedi. Birlikte çamın altına mezarı kazdılar. Ölüyü mezara taşıdılar. Yerleştirdiler. Üstünü toprakla itina ile örttüler. Çoban dede, ellerini kaldırıp içinden Allah'a bir dua yaptı. Kadın da ellerini duaya kaldırdı. Çoban Dede "Âmin" deyip duasını bitirince kadın da "Âmin" dedi. Sonra Çoban Dedeye dönerek; -Sağ ol Çoban Dede, Allah senden razı olsun. İçim rahatladı, dedi. Başı önünde, çam ağaçlarının altından, renk renk çiçeklerin içinden geçerek köyüne doğru gitti. Aradan ne kadar zaman geçti bilinmez. Çoban dedenin birçok tanrı misafiri oldu. Onlarla güzel vakit geçirdi. Kavalını çaldı. Sürüsünü otlattı. Ağaçlarıyla, çiçekleriyle konuştu. Koyunlarına tuz yallattı. Yabani hayvanlarla ilgilendi. Hastalıklarını iyileştirmeğe çalıştı. Çobanlarla sohbet etti. Bildiği her konuyu onlara da öğretti. Çobanlarla dağdaki ağaçları aşıladı. Dağların, ormanların, hayvanların insanlara olan cömertliğinden söz etti. Süt sağdılar koyunlardan, içtiler. Aşılanmış ağaçların lezzetli meyvelerinden yediler. Derenin akışını, kuzuların meleşmesini, rüzgârın sesini, Çoban Dedenin kavalından çıkan ve insanın içine işleyen nağmeleri dinlediler. Köy halkı da yaşantılarını sürdürüyordu. Köy muhtarının zulmünden kurtulmanın rahatlığını yaşıyorlardı. Ancak herkesin yüzünde bir tedirginlik vardı. Son zamanlarda bu sıkıntılı durum artmış herkesi sarmıştı. Köyde yarım akıllı denilen Hasan vardı. Bir gece köy kahvesinde ortaya fırlayarak; -Ağalar hele beri bakın. Diyeceklerim var, diye söze başladı. Herkes şaşkın şaşkın yarım akıllı Hasan'a baktı. Hasan sözlerine devam etti: - Ağalar, Muhtar her gece rüyama giriyor. Hep aynı rüyayı görüyorum. Artık korkuyorum ama kendisi çok rahat; cennette yaşıyor. Bir ağaca çıkmış gülüyordu bana. Ağalar bir şey söyleyin, ne olur? Dedi. Kısa bir sessizlik oldu kahvede. Meğer uzun zamandır her biri aynı rüyayı görür dururmuş. Kimseye anlatmaya cesaret edemezlermiş. Yarım akıllı Hasan rüyasını ortaya atınca kahvede sesler yükselmeğe başladı. Birinin konuşması onları cesaretlendirmişti. - Bende gördüm, aynı rüyayı... - Ben de, ben de... - Bunda bir iş var ama hadi hayırlısı... - Muhtarın Cennette olması şaşırtıcı... - Ne iyilik yaptı da Cennette olmaya hak kazandı acaba? Diye fikirlerini söylediler. Bir taraftan da düşündüler taşındılar yaptığı bir iyiliği bile bulamadılar. - Acaba bizim bilmediğimiz bir hayrı mı dokundu birine? Hele varıp bir de karısına soralım, dedi içlerinden biri. Bu fikir hepsine uygun geldi. -Sabah ola hayrola, diyerek evlerine dağıldılar. Güneşin doğuşuyla toplandılar meydanda. Muhtarın karısına "muhtarın yaptığı bir iyilik var mı?" diye sormak için yola çıktılar. Dar yollardan geçip Kadıncağızın evine vardılar. Kadın bahçedeydi. Kalabalığı görünce şaşırdı. -Buyurun ağalar, hoş geldiniz. Sabah sabah ne oldu? Hayır mı? Şer mi? diye sordu, şaşkın şaşkın. Yarım akıllı Hasan: -Hayırdır bacım telaşlanma, otur hele şöyle, sana bir şey danışacağız? Dedi. Kadın ürkek bakışlarla "buyurun" dedi. İçinden de "köyde danışacak başka kimse yok muydu" ? Diye şaşkın şaşkın düşündü. Yarım akıllı Hasan; -Biz köy halkı olarak hepimiz günlerdir aynı rüyayı görüyoruz. -Ne rüyası? Dedi kadın. -Muhtarı, cennette görüyoruz. Oturmuş bir ağacın dalına gülüyor bize. -Evet, evet diye sesler geldi kadının kulağına. Meğer muhtarın karısı da görürmüş aynı rüyayı. Kimseye söyleyememiş. Yanlış anlaşılmaktan korkmuş. Bu açıklama muhtarın karısını da rahatlattı; - Ben de aynı rüyayı görüyorum, dedi. İçlerinden biri: -Sen onunla aynı yastığa baş koydun. Yaptığı bir iyiliği hatırlıyor musun? Diye sordu. Kadın düşündü. Herkes düşündü. Kadın; -Hayır. Beraberliğimiz süresince yaptığı bir iyiliği hatırlamıyorum, dedi. Köy halkı bu durumu daha derin düşünmeğe başladı. Muhtarın yaptığı bütün haksız işler, zulümler akıllarına geliyordu. Ancak yaptığı bir iyilik bile akıllarına gelmiyordu. Günler geçti. Aynı rüyayı görmeğe devam ediyorlardı. Bunun nedenini çözemiyorlardı. Bir gün yarım akıl Hasan'ın aklına bir şey geldi. Attı kendini kahvenin ortasına; -Ağalar dinleyin hele, bir diyeceğim var. Herkes sus pus oldu, Hasan'a baktı; Hasan; -Muhtar, nerede gömülü, ona kim son duasını okudu. Gidip bir yol da ona danışalım, dedi. Herkes bu aklı uygun buldu. Ertesi sabah, erkenden yola çıkıp hanımına sormağa niyet ettiler. Evlerine dağıldılar. Güneşin doğuşu ile köy meydanında toplanındılar. Muhtarın karısıyla konuşmak için yola koyuldular. Dar sokaklardan geçtiler. Eve vardılar. Bahçe kapısını açtı Hasan. Kapıdaki çıngırağın sesini duyan kadın ev kapısını açtı. Dışarı çıktı. Yine karşısında kalabalığı görünce şaşırdı; - Hoş geldiniz Buyurun ağalar, hoş geldiniz. Sabah sabah ne oldu? Hayır mı? Şer mi? diye sordu, şaşkın şaşkın. Yarım akıllı Hasan: - Hayırdır bacım telaşlanma, otur hele şöyle, sana bir şey danışacağız? Dedi. Kadın ürkek bakışlarla "buyurun" dedi. Yarım akıllı Hasan: - Bacım, biz ilgilenmedik muhtar Ağanın cenazesiyle. Cenazeyi nereye götürdün, gömdün? Onun için ne dua ettin? Anlat bize, dedi. Kadın; - Muhtarın cenazesini, güçlükle öküz arabasına attım. Vurdum dağlara. Murat Dedeye gittim. Durumu anlattım. Murat dede, düşündü taşındı "Çamın altına mezar kazalım" dedi. Mezarı kazdık. Muhtarı içine koyduk. Üstünü örttük. Ben dua etmesini bilmem. Sonra Murat dede ellerini açtı. Dua etti "Âmin" dedi. Ben de "Âmin" dedim. Geldim evime. Hepsi bu, dedi. Bu kör düğümü ancak Murat Dede çözebilirdi. Bir sabah yine meydanda toplandı köy halkı. Vurdular kendilerini dağa. Murat dedeyi ağılında koyunlarıyla dinlenirken buldular. Almış kavalını eline yanık yanık çalıyordu. Kalabalığı görünce ayağa kalktı Çoban Dede. Koyunlar kenara çekilip yol açtı. Murat Dedeye sordu Yarım akıllı Hasan: -Murat Dede, Bizim muhtarı gömdükten sonra ne dua ettin. Muhtara cennete gitti. Bu kör düğümü ancak Murat Dede çözebilirdi. Bir sabah yine meydanda toplandı köy halkı. Vurdular kendilerini dağa. Murat dedeyi ağılında koyunlarıyla dinlenirken buldular. Almış kavalını eline yanık yanık çalıyordu. Kalabalığı görünce ayağa kalktı Çoban Dede. Koyunlar kenara çekilip yol açtı. Murat Dedeye sordu Yarım akıllı Hasan: - Murat Dede, Bizim muhtarı gömdükten sonra ne dua ettin. Muhtara cennete gitti. Çoban Dede; - Dostlar, ben ümmi biriyim. Hiç cenaze gömmedim. Cenazeye hangi dua okunur bilmem. Kadıncağız, cenazeyi getirince iş başa düştü. Yardım olsun diye kazdık mezarı gömdük adamı. Hepsi bu kadar dedi. -Hiçbir dua etmedin, hiçbir şey Söylemedin mi arkasından dedi, yarım akıllı Hasan. Köylü, bütün dikkatini Çoban Dedeye vermişti. Meraklı bakışlarla bekliyorlardı. Çoban Dede;
-Söylemez olur muyum, söyledim elbette.
-Ne söyledin, Çoban Dede dediler, Çoban Dede:
-Allah'ım şu dağlarda bana ne zaman misafir gönderdiysen, biliyorsun sen gönderdin diye onların hepsine baktım. Yemedim yedirdim, İçmedim içirdim. Güzel Allah'ım bir tane de ben sana misafir gönderiyorum, ne olursun sen de ona iyi bak, dedim hepsi bu kadar.
Gelenler ne diyeceklerini şaşırdılar. Bir kaç hoş beşten sonra köylerine döndüler.
O günden sonra bu havalide herkes, koyun ağılı çobanı Murat Dedeyi konuşur oldu. Her sene köyün davarı yaylaya çıkacağı zaman, Murat Dede' ye onun aşı yaptığı çoban çamlarının altında mevlitler okutur, fakir fukarayı yedirir içirir, giydirilir. Hacılar hacıya, askerler askere, çoban çamlarının altında uğurlanır. Onun aşı yaptığı çoban çamlarını kimse kesmez, saygısızlıktır, uğursuzluktur sayarlar. Bu nedenle Domaniç dağları çam ormanıdır.
Her şerde bir hayır vardır, derler. Muhtarın ölmesiyle köye huzur geldi. Kimse kimseye kem gözle bakmadı, kötü söz söylemedi. Birbirlerinin duacısı oldular. Bahar, Mustafa ile evlendi. Pembe, ona yengelik yaptı. Herkes muradına erdi.
Seher Keçe Türker
www.sebinmedya.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.