GELİNCİK TEPESİ EFSANESİ
Orduzu’nun Bahçebaşı köyündeki Arslantepe höyüğünün arkasında, yani Taşpınar ile Mezarlık arasındaki bir tepenin adıdır Gelincik tepesi. İşte bu Taşpınar Mahallesi’nde yaşayan yoksul bir kıza komşu ülke kralının oğlu sevdalanmış… Kral karşı
çıksa da oğlunu bu sevdadan vazgeçirememiş. Sonunda gençlerin evlenmelerine karar vermiş. Gelinin annesinden başka kimsesi yokmuş. Yaşlı kadın 40 gün 40 gece süren düğünde elinden geldiğince hizmet etmiş. Düğün alayı 40. günün sonunda evden ayrılıp tam tepeye geldiğinde, gelin:
“Annemin evinde altın bir süpürge unuttum” demiş. Adam yollamış annesine süpürgeyi aldırtmak için. Anne iki gözü iki çeşme ağlayarak ” ben 40 gün 40 gece tüm orduyu doyurdum bu yoksul halimle. Kızım bir altın süpürgeyi çok gördü bana. Kraliçe olacak kızımı o ordusuyla birlikte taş et Allah’ım” demiş.
Ordu sıra halinde taş olmuş. Buradaki kayalıkların bir sıraya girmiş asker bölüğü gibi görünmesi efsaneye olan inancı artırmıştır.
.
*
.
*
BATALGAZİ’DEN MALATYA’YA GÖÇÜN HİKAYESİ
Arslantepe’de ve Battalgazi’de yapılan çalışmalar Malatya’da yerleşimin Paleolitik Çağa kadar uzandığını
göstermektedir. Malatya Dünyadaki ilk devlet medeniyetinin oluştuğu yerdir. Tarih boyunca Battalgazi ve çevresi yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. Battalgazi’den Malatya’ya göçün dramatik bir hikayesi vardır.
Bugünkü Malatya şehrinin bulunduğu bölge yaklaşık 100 yıl öncesine kadar Aspuzu Bağları denilen verimli ve sulak arazilerden oluşmaktaydı. Battalgazi’de yaşayan Malatya halkı, yaz ayları geldiğinde tarım yapmak için Aspuzu’da bulunan bağ evlerine göç ederlerdi. Kış ayları geldiğinde ise asıl yaşadıkları yer olan Battalgazi’ye geri dönerlerdi. Bir nevi mevsimlik göç yaşanırdı.
1838 yılında Osmanlı Ordusu komutanı Hafız Paşa ordusunu Elazığ’dan Battalgazi’ye taşımıştır. Hafız Paşa kışı burada geçirmeye karar verince Malatya Halkı 1838-39 kışını Aspuzudaki evlerinde geçirmek zorunda kalmıştır. Ordu Nizip Savaşı için Battalgazi’den ayrılınca Aspuzuda yaşayan halk tekrar Battalgazi’ye dönmüştür fakat karşılarına çıkan manzara onlar için tam bir felaket olmuştur. Kış aylarında soğuktan korunmak için askerler evlerdeki kapı, dolap, pencere vb, ahşapları yakarak ısınmaya çalışmışlar, boş evlere yerleşmişler ve son derece hoyrat kullanmışlardır. Bu durum karşısında, Halk mecburen tekrar Aspuzu’ya dönmüştür ve artık buraya yerleşmiştir.
O dönemde dillere destan olan Aspuzu bağları, şehirleşmenin başlaması ile birlikte zaman içinde tahrip olmuş ve verimliliğini kaybetmiştir. Bugün ise tamamen yok olan Aspuzu Bağlarının verimini, güzelliğini, meyvelerinin lezzetini Evliya Çelebi Seyahatname’sinde şu şekilde anlatmıştır;
“Aspozan bağlarının su ve havasının hoşluğu, hesapsız meyvesinin bolluğu sebebi ile diğerlerinden üstün tutulan başlıca meyveleri şunlardır. Kırmızı, sarı, müşmüş, beyaz, bey, sulu ve etli adları ile yedi çeşit sulu kayısısı olur ki, bağdan şehre seleler ile güçlükle getirilir. Biraz incinse suyu kalmaz. Her bir kayısı kırk-elli dirhem gelir. Zerdalisinin hesabını Allah bilir. Çokluğundan pestil yapılıp diyar diyar yüklerle taşınır. Seksen türlü sulu armudu sicillerde kayıtlıdır. Göksulu armudu meşhur olup, her biri bir kıyye gelir. Bundan turşu yaparlar. Suyu sanki ishal suyudur. Bolca içene sarhoşluk verir. Kuvvet için çok faydalıdır, güçsüzlere yedirirler. Bey armudu dahi sulu ve lezzetlidir. Hattâ İstanbul’un ayân ve ileri gelenleri, Malatya’dan ılgar ile armut filizleri getirip İstanbul fidanlarına aşılarlar. Malatya armudu pek lezzetli olur.
Malatya’nın yedi türlü elması olur. İzmit şehrinin Misket ve Frenk elmasından daha lezzetli ve suludur. Cenâbı Hak bu Malatya elmalarına bir çeşit renk vermiştir ki alı al, kırmızısı kırmızı ve diğer renkleri de hep Cenâb-ı Hak yapısıdır. Hiçbir renge benzer tarafları yoktur. Hatta bir evde beş on adet elma olsa, tatlı kokusundan insanın dimağı kokulanır. Malatya’nın ileri gelenleri ve kibar kadınları, bu elmalara ağacında iken balmumu ile şiirler yazarlar. Niceleri kağıda uygun beyitleri makas ile oyup üzerine yapıştırırlar. O elmalar ağacında iken havasından tazelik bulup ayın etkisinden renk ve parlaklık kazanarak olgunlaşınca, sözü edilen kağıt ve balmumlarının altından beyaz ve sarı yazı ile öyle güzel beyitler çıkar ki her biri sanki birer sihir eseridir. Bu elmaları kopardıktan sonra vilâyet vilâyet ayân ve büyüklere ve bizzat padişaha hediye götürürler. Bu da buraya ait bir özelliktir.
Yedi çeşit ayva olur. Her biri birer kıyye gelir. Papat ve Ekmek ayvası gayet sulu ve lezzetli olur. Misk ve amberden daha fazla koku verirler. Özellikle bu İrem bağı içinde, Seyyit Battal Cafer Gazi’nin doğduğu ev vardır. Bu evin etrafında olan üzüm başka bir ülkede bulunmaz. Torbalık üzüm sarması, Küfter badem kırması, üzüm şırası ve bastısı, üzümlü tarhanası yine buraya mahsustur.
Hâsılı, bu İrem bağını övmekte dil âciz kalır. Bu irem bağı Malatya’nın kıblesinde ve çeyrek saat mesafededir. Amma yine bağ ve bahçeleri, kafesli bostanları birbirine bitişiktir. Bahar mevsimi geldiğinde, Malatya şehrinin küçük büyük, zengin fakir bütün halkı Aspoz bağlarına göçerler.”
Maalesef Aspuzu Bağları’nın elmalarını, armutlarını, ayvalarını, bulmak artık çok zor fakat yine de hâlâ Malatya topraklarından yetişen meyvelerin lezzeti, Malatya’nın suyu dillere destandır.
KAYNAK
KAYNAK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.