EFSANELER...

Efsaneler, olayları olağandışı bir bakış açısından yorumlayan halk ürünleridir. İlk bakışta ilkel bir mantığın yarattığı asılsız, temelsiz uydurmalar gibi gelir insana. Böyle olmakla birlikte bunlardan pek çoğu olağanüstü-tabiatdışı gibi giysinin içinde oldukça tutarlı, sembolik anlamlar verir.Çok uzun bir geçmişi olan Türkler, içerikleri ve çeşitlikleri bakımından dünyanın en ilginç efsanelerine sahiptirler Sarıkız ve Kazdağı efsaneleri Türk mitolojisindeki yer, su ve dağ kültleriyle yakından ilişkili görülmektedir.Yine bir "keramet" motifi olarak dikkati çeken "yerden su çıkarma" veya "denizden su temini" gibi motifler de efsanelerimizde ortaktır. 
Akçay ismini açıklayan efsaneye göre çayların Sarıkız'a müracaat ederler. Sarıkız da "Ak çay!" diyerek çayın akmasını sağlar. Önce çaya, sonra da orada kurulan köye Akçay adı verilir. Kaplıcalarıyla meşhur olan Güre de ismini efsanelerimizden almıştır. Efsaneye göre kızının masum olduğunu anlayan babası, köye dönmesi için kızına yalvarır. Sarıkız ise; "Ben orada iftiraya uğradım. Oranın erkekleri güre, kadınları dul olsun" der ve teklifi reddeder. Bunun üzerine köyün adı Güre kalır 
Kazdağı'ndaki bazı yer adları da efsanelerimizle ilgilidir. Mesela Sarıkız'ın kaz güderken kazlar uçmasındiye inşa ettiği yere "Kaz Avlusu" kazlarını suladığı rivayet edilen yere de Çatalçimi denilmektedir. Bu Çatalçimi'nde her cumartesi Kazdağı'nın kartallarının inip yıkandıkları da inanışlar arasındadır.Ayrıca bugün Sarıkız'ın defnolunduğu kabir olarak rivayet edilen tepeciğe Sarıkız Tepesi; babasının kabrinin bulunduğu yere ise Babatepe (Babadağı) adı verilmektedir Bu yer adları, efsanelerin bölge üzerindeki etkisini gösterdiği gibi Yunan mitolojisinde önemli yeri olan bölgenin Türkleşmesine de katkılarını ortaya koymaktadır.Kazdağı'nda bulunan kutsal taş etrafında da bazı inanışlar vardır. Bu taşın İbrani, Yunan, Latin ve Türklerce mukaddes sayıldığı; Tevrat'ta bu taşla ilgili bahislerin bulunduğu ve yeşim ya da kut taşıyla bu taş arasında bir ilişki bulunduğu bu inanışlar arasındadır. 

Afyonkarahisar'da anlatılan başka bir efsaneye göre ise, bir mağaranın önünde Sarıkız adlı bir kaya vardır. Heykel şeklinde olan ve yüzü allı pullu yazmalarla örtülü olan bu kaya, bir yatır olarak da değerlendirilmektedir. Bu efsaneye göre Sarıkız, kâfirler tarafından kovalanınca buraya sığınmış ve Allah tarafından korunmuş. Şimdi bu yatıra akşamları yemek getirilir, mumlar dikilir ve ziyaretçiler yüzlerini bu kayaya sürerek şifa umarlar. 

Tekirdağ'ın Şabanoğlu semtinde yatırı bulunan Sarıkız ise gelin olmak üzere iken ölen bir genç kızdır. Birisinin rüyasına girerek kabrinin yapılmasını sağlayan Sarıkız, şimdi adak ve dilek yeridir. Adaklarını yerine getiremeyenleri cezalandırdığına da inanılmaktadır 
Kütahyada mevcut kaplıcalar için anlatılan ve birbirine çok benzeyen efsanelere göre Sarıkız, annesi ve inekleriyle yaşayan güzel bir kızdır. İneklerini otlatırken uyuduğu sırada duyduğu"Ağlayarak mı geleyim, çağlayarak mı" sorusuna üç gün sonra harlayarak gel deyince kayalar çatırdar ve her yerden sular akar. Sular, Sarıkız'ı alır götürür ve sırra kavuşturur. Bu bölgede de kaplıca olur ve şifa dağıtır. 
Klasik uygarlığın kökeni araştırılınca, klasik kültürün apaçık olarak ilk belirdiği - yani kendilerine sonraları Hellenik diyen toplumun, kendilerine barbar dedikleri yabancılardan ayırdıkları ve Olymposlu tanrıları teşkil ettikleri - yerin, Anadolu'da İonya olduğu anlaşılır. (MÖ 9. veya 10. yy)Grekçede ne üzümün, ne şarabın, ne incirin ve özellikle ne de zeytinin adlarının Grekçe aslından olmayıp, birçok dağ, burun ve körfez adları gibi, bir Anadolulu dilin kökeninden oldukları anlaşılmıştır.Anadolu'dan Yunanistan'a getirilmiş olan bir iki önemli şey arasında, Fenikeden alındığı iddia edilen bir alfabe vardır. Bu fonetik alfabe, ilk önce Anadolu'da kullanıldı. O zaman Yunanistan, yazıya şiddetli bir gereksinim duymayacak kadar geri idi. Hatta orası tamami ile kültürsüz ve vahşi bir yer sayılabilirdi. Ve böyledir ki, Homeros ve ondan iki yüzyıl sonra babasıyla ile birlikte Anadolu'dan Yunanistana göç eden Hesiodos, düşlerini, anılarını ve düşüncelerini, ancak İon lehçesinde yazabildiler. İon lehçesi ise, en eski Grek lehçesidir. Yani ondan önce gelmiş ve kullanılmış bir başka lehçe yoktur.Herodotos: " Homeros ile Hesiodos, Grek tanrılar hanedanını kurdular, görevlerini ve sanatlarını tayin ettiler."diye yazar...Homeros ile Hesiodos, bu tanrıları tutup yoktan var etmediler. Anadolu'dan dillerini, klasik bilinci ve Hellenik denilen uygarlığın temelleri ile birlikte tanrıları da aldılar. 
Anadolu efsaneleri arasında ejderhalara yer veren pek çok örnek vardır. 

Alâeddin Keykubat dönemi. Loras Dağı'nda bir ejderhanın yaşadığı söylentisi yayılır. Anlatıldığına göre bu, ejderhaya benzeyen bir hayvanmış! Öyle kimse gerçek bir ejderha görmediğine göre, etraftaki onca insanı, onca hayvanı yiyen olsa olsa bir ejderha olmalı. Bu sebeple Loras Dağı'nın etrafına kimseler yerleşemez olmuş. 

Kızılören Ejderhası 
Bu ejderha korkusu Alâeddin Keykubat'ın oğlunun kulağına kadar gelmiş. Güçlü şehzade bu ejderhayı öldüreceğini söyleyerek ortaya çıkmış: 
"Ben ortadan kaldırırım o canavarı." 
Yola koyulan şehzade dağın eteklerine gelmiş. Başlamış ejderhayı beklemeye. Sonunda ejderha denilen o garip yaratık ortaya çıkmış. Şehzade erliğini gösterip onu öldürmüş. Böylece yöre insanı da çok sevdikleri dağın eteklerine yerleşmeye başlamış. 
Halk arasında buraya Kızılın-Viran olduğu yer adı verilmiş. Daha sonraları Kızılviran olarak bilinen bu güzel yerler 40 yıl kadar önce bugünkü adını almış: Kızılören 

Ejderha ve Kral kızı - Adana 
Çok eski çağlarda, Toros Dağları'nın tepesinde bir hükümdarın kızı yaşarmış. Dağlar çok sık bir ormanla kaplı olduğu, üstelik de ormanda büyük bir ejderhanın yaşadığına inanıldığı için, buralarda dolaşmak tekin sayılmazmış. Kral da kızına, çevreyi tek başına dolaşmamasını sık sık tembihlermiş. Ama bir gün, kız ormanda dolaşmaya çıkmış. Bir süre gezdikten sonra dik ve sarp bir kayalığa oturarak, Gülek Boğazı'nı seyre dalmış. Orada otururken büyük bir gürültü kopmuş. Kız aşağıya baktığında ejderhanın kayalara tırmandığını görmüş. Ne yapacağını şaşırmış. Kurtulamayacağını anlayınca, 'Tanrım beni ejderhaya yem yapacağına, burada taş yap' diye yakarmış. Kızın duasını kabul eden Tanrı, hem onu, hem de ejderhayı taşa çevirmiş. 

Yamaçtaki ejderha- Sivas 
Sivas'a bağlı Çaygören ve Küpecik köylerine giden yolun kıyısındaki tepeciklerden birinin yamacında, aşağıya inen bir ejderhaya benzeyen bir taş vardır. Yörede bu taşa dair bir efsane anlatılır: 
Çok eskiden bu köyde yaşayan bir karı-koca, sabana koştukları bir çift öküzle tarlalarını sürerken tepeden bir ejderhanın üzerlerine geldiğini görür ve çok korkarlar. O esnada adam, 'Ey Allahım, bu musibeti başımızdan al. Ben de sana bir öküz kurban edeyim' der. Allah da ejderhayı taşa dönüştürür. Karı-koca evlerine döner ve öküzün birini kurban etmeden ertesi gün öküzleri ile tarlaya gelip çalışmaya koyulurlar. Derken birden bir gürültü kopar, bir de bakarlar ki dün taş kesen ejderha canlanmış, üzerlerine geliyor. Kadın kocasına sinirlenerek 'Dün sen öküzün birini kurban edeceğim dedin, ama etmedin. Şimdi öküzün birini buracıkta kendi ellerimle kurban edip köye dağıtacağım' der, ve öyle de yapar. Ejderha ikinci kez taşa dönüşür. 
Rivayete göre taş kesen ejderhanın burun deliklerinin birinden su, diğerinden de -çok eskiden- irin gibi bir sıvı sızarmış. Bu irinin, çiftin adadıkları kurbanı hemen kesmedikleri için sızdığı söylenir. İrinin sızdığını gören kimse artık hayatta değilse de, suyun aktığını gören çoktur. Son dönemlerde ejderhanın baş kısmı tahrip olarak bozulmuş; burnundan sızan su da kurumuştur. Ancak aynı kaynaktan beslendiği tahmin edilen ince bir su yamacın dibinde hala akmaktadır. 

Sapanca Efsanesi 
Sapanca gölünün bir efsanesi var: Bir zamanlar Sapanca gölünün yerinde, verimli topraklar, bu toprakların üzerinde de zengin, varlıklı bir kasaba varmış. Kasaba halkı zenginmiş, varlıklıymış ama, gözlerini dünya malı bürümüş, bencillik ve cimrilik ruhlarını karartmış. Bir gün, Adapazarı'nın güneyindeki Erenler tepesinde oturan, gözünü dünyaya kapamış, gönlünü aşk ve sevgiyle doldurmuş erenlerden bir eren, bu kasabaya inmiş. Selam vermiş, selamını almamışlar, konuk olmak istemiş, kimse "buyurun" dememiş, hangi kapıyı çaldıysa yüzüne kapanmış, bu fakir, fakat gönlü zengin dervişe bir bardak içecek su bile vermemişler. Derviş gönlü bu, bir kırıldı mı onarılmaz, onarılsa da faydası olmaz. Akşama değin yorgun-argın, aç-susuz kasabayı terk ederken, ötelerde küçük bir kulübeden sızan mum ışığına doğru yönelmiş, bir de bu kapıyı çalayım, belki bir gönül yoldaşı bulurum diye düşünmüş. Bu, kasaba halkına sapan yaparak geçimini sağlayan fakir bir sapancının iş yeriymiş. Kapıyı çalmış, az sonra sapancı güler yüzle konuğuna açmış kapıyı: 
Buyurun, hoş geldin, safa geldin. Ocaktan tencereyi şimdi indirdim. Bir konuk göndermesi için Tanrı'ya niyaz ediyordum, demiş.Derviş memnun, baş köşeye oturmuş. Sapancı sofrayı kurmuş, nesi var, nesi yoksa dervişin önüne getirmiş. Yemekten sonra, içi talaş dolu yatağını sermiş, konuğunu yatırmış. Sabah, erkenden kalkmışlar. Derviş, Sapancı'dan izin istemiş, Sapancı da onu karşıdaki tepelere kadar uğurlamış. Dönüşünde bir de ne görsün. Kasabanın yerinde koca bir göl var. Ne ev-bark kalmış, ne tarla-tapan. Koca göl, hepsini bir anda yutuvermiş. Kendisinden başka hayatta kimsecikler yok. Dervişin ahı tutmuş, kırılan bir gönül, bir kasabaya mal olmuş. O günden sonra, bu koca göle Sapanca adını vermişler. Adapazarı'nın Erenler Tepesi, aynı zamanda Ağaç Baba'nın yattığı yerdir. Ağaç Baba, bahar geldi mi, ormana iner, boş tarlalara fidan diker, ağaç yetiştirirmiş. Ağaç Baba'nın diktiği fidanları koparan, ya da yetiştirdiği ağaçları kesenlerin elleri kurur, bu yüzden kimse ormanlara el süremezmiş. Ölürken, Ağaç Baba'nın vasiyeti şu olmuş: 
Benden sonra, çocuklarınızın mutlu, topraklarınızın verimli olmasını istiyorsanız ağaçlarıma dokunmayın. Benim hayır duamı almak, dünya ve ahiretinizi ma'mur etmek istiyorsanız ağaç dikiniz... 

Sakarya efsanesi 
Mitolojiye göre, Friklerin Ana Tanrıçası Kibele'nin kocası Atis'i, Sakarya nehrinin kızı Nana doğurmuştu. Nana, Sakarya'nın güzellikte eşsiz kutsal perilerinden biriydi. Bahar geldi mi Sakarya nehri açılıp saçılıyor, su perileri, yeşeren toprakların dallarında, çiçeklerinde, güzel kokularla tabiata kucak açıyorlardı. Nana, böyle bir bahar günü, çiçekli bir badem ağacına 'şık olmuş, beyaz bir badem içini bağrına basarak gebe kalmış, sonunda Atis, ya da Temmuz'u doğurmuştu. Temmuz ayı, adını buradan almaktaydı. Ana Tanrıça Kibele'nin şehri, bugün Sivrihisar'ın on iki kilometre güney doğusundaki Pessinus olarak bilinir. Bugün, bu şehrin yerinde arkeolojik kazılar yapılmakta ve Kibele tapınağı meydana çıkarılmaktadır.Eskiçağ Anadolu efsanelerine göre, Kibele aynı zamanda hayat ve bereketin tanrıçasıydı, tabiatın anası sayılıyordu. İlkbaharda kız, yazın çeşitli ürünleri doğuran ana oluyordu. Kibele'ye ay tanrıçası gözüyle de bakılıyor, ay hilâl şeklindeyken kızı, dolunayken gebe kadını temsil ediyordu. Sakarya da Anadolu tapınağının damarında dolaşan, ona can veren, güç kazandıran kan misali bir hayat kaynağıydı. Bundan dolayı Sakarya nehri yüzyıllar boyu kutsal sayılmış, susuz, bağrıyanık Anadolu toprağını sulamış, geniş ovaları, yaylaları kıvrım kıvrım dolaşarak Karadeniz'e kavuşmuştur. 



Medusa Efsanesi 
Didim'in en önemli sembollerinden biri olan Medusa ; Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona dan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca yilan saçlı Medusa ölümlüdür ve kendisine bakanları taşa çevirme güçüne sahiptir. Bu sebeple Antik dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak için Medusa kabartmaları ve resimleri kullanılmıştır. 
Medusa'nın hayatı hakkında mitolojide birkaç değişik rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetlerden elimize geçenlerin hepsini bu bölümde yayınlayacağız. Bütün Medusa rivayetlerinde ortak nokta Medusa'nın Perseus tarafından başının kesilerek öldürüldüğü ve Medusa'nın kanından Kanatlı at Pegasos ve Khrysaor doğmuştur. 
Efsaneler, sözlü halk anlatmaları içinde ayrı bir yer tutarlar. Anadolu bir efsane ülkesidir.Yedi kartal ömrü yaşayan adamın, bir adaya adını veren kızın, yunus balığı sırtındaki çocuğun, sütle beslenen yılanların ağacın, dağın taşın, kurdun kuşun, denizin akarsuyun hep efsaneleri vardır ve yıllardır anlatılır..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.