SEYYİD ABDULHAKİM ARVASÎ HAZRETLERİ...(1865-1943-ANKARA)



Abdülhakîm Arvâsî 18 Eylül 1943'te İzmir'de mecburî ikamete tâbi tutuldu. Daha sonra geçtiği Ankara'da 27 Kasım 1943'te vefat etti.

KABRİ; ANKARA, BAĞLUM'DA İLKOKUL'UN KÖŞESİNDEDİR!

Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretleri 4 - Bağlum[Ankara]

Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri Bağlum’a Defnedilişi

Şimdi bir mesele:
Mübarek nâşın İstanbul’a nakli için resmî makam- başvuruyorlar. Tahnit (ilâçlama) mecburiyeti olduğu —cevabı veriliyor. İmkânsız!.. O halde?.. Şehrin belediye sanırları içinde ölenlerin Asrî Mezarlığa gömülmesi şartı var… Daha imkânsız!.. O halde?.. Kırşehir’e kaldırma- ve orada bazı yakınları arasında toprağa vermeyi düşünüyorlar. Bu da resmî şarta uygun değil…
O sırada ahşap evin kapısı çalınıyor ve kim olduğu nereden geldiği, ne istediği belli olmayan ak sakallı biradam:
 Ankara civarında Bağlum isimli bir köy vardır, diyor; orada Nakşî şeyhlerinden bir zat da medfun… Ora*yı götürünüz, kendilerine uygun yer orasıdır!
Ve çıkıp gidiyor. Meçhul adamın arkasından koşuyorlarsa da ele geçiremiyorlar.
Bağlum, Ankara’nın belediye sınırları dışında olduğu halde, cenazeyi battaniyeye sarıp bir taksi içine atıyorlar ve en yakınlarından birkaç kişi, Bağlum nahiyesine götürüyorlar. Yolda İbrahim Arvâsi’nin Keçiören’deki köşküne uğruyorlar ve techiz tekfin işini orada yapıyorlar Bir de bakıyorlar ki, 12 kişiden ibaret olan yakınları*mın cenaze etrafındaki dairesi 500 kişiye çıkmıştır. Bunlar kimdir, nereden gelmişlerdir, ne demek isterler, hep meçhul
Efendi Hazretlerini; yalçın ve çırılçıplak Bağlum mezarlığının ilkokula bitişik köşesine, namsız nişansız, ilânsız, işaretsiz şekilde defnediyorlar.
Mübarek mezar, bugün, üzerinde yazısız bir taş olarak, her şatafattan uzak, semalara tebessüm etmekte*dir.
(27-28 KASIM) 1943 YILINDAKİ BAĞLUM İLKOKULU'NUN BİTİŞİK KÖŞESİNE SEYYİD ABDULHAKİM ARVASİ HAZRETLERİ'Nİ DEFNEDTMİŞER
;
'' (...)yalçın ve çırılçıplak Bağlum mezarlığının ilkokulu bitişik köşesine, namsız nişansız, ilânsız, işaretsiz şekilde defnediyorlar. Mübarek mezar, bugün, üzerinde yazısız bir taş olarak, her şatafattan uzak, semalara tebessüm etmektedir.''NECİP FAZIL
*

KAYNAK

http://www.yeniakademya.org/aktuelkonu-11-din_tasavvuf-352-tilki_gunlugu%E2%80%99nde_abdulhak%C3%AEm_arvas%C3%AE_hazretleri.html



Bağlum Merkez Camii avlusunda Horasan’dan gelme Yusuf ve Sadık Evliyaların türbeleri bulunmaktadır. 




''

Perde Arkasına Geçiş

Hürriyetin, bilgilenme –idrak keyfiyetiyle aynı olduğunu bilenler, imân’ın da hürriyetin aynı olduğunu bilirler... O hâlde, bâtın kahramanları, yâni iradesi Allah’ın iradesi olmuş olan gerçek insan soyu, kul haddiyle mutlak hürdürler!..
Başkalarını varoluşan tarzda bilmek, onların hürriyetleriyle yakınlık kurmakla mümkündür!..
Fısıldadığım girizgâhtan sonra, gelelim mevzuun aslına, «27 Kasım 1943»e... Bu tarih, sözkonusu edildiği gibi, «Büyük İrşad Kutbu» Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin vefat günüdür... Bahis, Üstadım’ın «O ve Ben» isimli eserinde anlatılmıştır... Ben de, aynı zamanda bu eserin muradına denk gelen bir kayıtla, «O ve O» diye nakledeyim!..
Ankara, Efendi Hazretlerinin hiç sevmedikleri bir yerdir; ve bir gün o civarda gömülecekleri hayallerine bile uğramamış bir keyfiyet... Hattâ İstanbul’da, Bağlarbaşı’nda; Şeyhülislâm Hikmet Efendinin kabri yanında kendilerine bir mezar hazırlatmışlar, bir de tabut yaptırmışlardır.
Faruk Bey’in, eski Ankara tipi ahşap evinde 19 gün hasta yatıyorlar.
Nihayet, 1943 yılının 27 İkinciteşrin Cumartesi günü (29 Zilkaade 1362) gün doğmadan 18 dakika evvel...
Tam sabah namazı vakti...
Elleri Faruk Beyin ellerinde... Rüçhan Işık (Faruk Beyin oğlu) ayaklarını uğuyor.
Dudaklarında tek kelime... Kâinatın tek kelimesi: Allah...
Son nefes...
Vefat ediyorlar...
83 yaşındalar...
Vefât ânında zelzele...
O gecenin sabahı, hemen o sabah, damatları İbrahim Arvas’ın Keçiören’deki köşküne naklediliyorlar. Gasl, techiz, tekfin, orada...
Ve Keçiören’den ileriye doğru, Ankara’ya 24 kilometre mesafede bir köye götürülüp defnediliyorlar. Aynı günün gurup vaktinde, güneş batarken...
Şimdi bir mesele.
Mübarek naşın İstanbul’a nakli için resmî makamlara başvuruyorlar. Tahnit (ilaçlama) mecburiyeti olduğu cevabı veriliyor. İmkânsız!.. O hâlde?.. Şehrin belediye sınırları içinde ölenlerin Asrî Mezarlığa gömülmesi şartı da var... Daha imkânsız!.. O hâlde?.. Kırşehir’e kaldırmayı ve orada bazı yakınları arasında toprağa vermeyi düşünüyorlar. Bu da resmî şarta uygun değil...
O sırada ahşap evin kapısı çalınıyor ve kim olduğu, nereden geldiği, ne istediği belli olmayan ak sakallı bir adam:
- «Ankara civarında Bağlum isimli bir köy vardır; orada Nakşî şeyhlerinden bir zat da medfun... Oraya götürünüz, kendilerine uygun yer orasıdır!»
Ve çıkıp gidiyor. Meçhul adamın arkasından koşuyorlarsa da ele geçiremiyorlar.
Bağlum, Ankara’nın Belediye sınırları dışında olduğu hâlde, cenazeyi battaniyeye sarıp bir taksi içine atıyorlar ve en yakınlarından birkaç kişi, Bağlum nahiyesine götürüyorlar. Yolda İbrahim Arvâsî’nin Keçiören’deki köşküne uğruyorlar ve techiz-tekfin işini orada yapıyorlar. Bir de bakıyorlar ki, 12 kişiden ibaret olan yakınlarının cenaze etrafındaki dairesi 500 kişiye çıkmıştır. Bunlar kimdir, nerelerden gelmişlerdir, ne demek isterler, hep meçhul...
Efendi Hazretlerini, yalçın ve çırılçıplak Bağlum mezarlığının ilkokulu bitişik köşesine, namsız nişansız, ilânsız, işaretsiz şekilde defnediyorlar. Mübarek mezar, bugün, üzerinde yazısız bir taş olarak, her şatafattan uzak, semalara tebessüm etmektedir.''NECİP FAZIL

HÜSEYİN HİLMİ IŞIK, TOPRAĞA VERDİĞİ HOCASI ARVASİ HAZRETLERİNİN KABRİNDE DUA EDERKEN...

Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî ''kuddise sirruh'' Bağlum, Ankara

Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî ''kuddise sirruh'' Bağlum, Ankara



SÖZLERİNDEN SEÇMELER
1- Namaz, aman namaz, nerede ve ne şart altında olursa olsun mutlaka namaz kılın.
2- Bir vakit namazımı kaybetmektense, dünyaları kaybetmeyi tercih ederim.
3- Şu İstanbul ne garip belde! İnsan mümin olmak için de, kâfir olmak için de burada her vâsıtayı, her imkanı bulabilir.
4- Kur'ân-ı Kerîm şifâdır. Fakat şifâ, suyun geldiği boruya tâbidir. Pis borudan şifâ gelmez.
5- Ahmaklık, hatâda ısrar etmektir.
6- Cemiyetteki ruh hastalıkları iman eksikliğinden doğuyor.”
7- “Her veli kendi meşrebi içinde belirir.”
8- Selef-i salihin hakkında şöyle demiştir:“İnsanlar onlar idi. Onların yanında biz hiç sayılırız. Bizler o büyüklerin yanında hazır olsak sorulmayız, gâib olsak aranmayız."
9- "Edeb hudûda, sınırlara riâyet etmek, onu taşmamaktır. En büyük edeb ise ilâhî hudûdu muhâfazadır, gözetmektir."
10- “Yabancı dil(Avrupa dilleri) bilseydim, çok faideli olurdum.”
11- Allahu teala bizlere fazlu ihsanıyla tecelli etsin. Adliyle tecelli ederse, yanarız.”
12 Gördüğünüz her musîbet ve felâket, kızgınlığın, zulüm ve haksızlık etmenin cezâsıdır.
13-Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe; ızdırap ve felâketten kurtulamaz.




KAYNAK

KAYNAK-1

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.