GÜNEŞ DİLİ-2

Maya-Mısır-Asya-Anadolu Ortak Kültürü  35
 
A HARFİNİN İZLEDİĞİ YOLLAR
Doç. Dr. Haluk BERKMEN
  Bu yazıda A harfinin serüvenini anlatacağım. Bu serüveni bu kadar geriye atmamın nedeni çok karmaşık bir serüven olduğundandır. Bu serüveni anlatmadan önce K harfinin serüvenini ve Ok boylarının göç yollarını uzun uzadıya anlatmam gerekti. Latin (Roma) abecesindeki büyük A harfi iki farklı yol izleyerek  İtalya yarım adasına ulaşmıştır. Bu konu genelde hiçbir dilci tarafından ele alınmamıştır. Burada anlatacağım serüven tamamen kendi araştırmalarım sonucu ortaya çıkarmış olduğum son derece ilginç bir sonuçtur.

A harfinin izlediği yollar
  Bu iki farklı yolu yukarıdaki resimde görmekteyiz. Yollardan biri Hazar gölünün güneyini takip ederek doğu ve güney-doğu Akdeniz bölgelerine uzanan yoldur. Orada damga ve resimlerden oluşmuş bir tür hiyeroglif yazı geliştiren kültür Asya kökenli Ön-Türk kültürüdür. Bu kültürün yazısına batılı dilciler  Proto-Sina yazısı adını takmışlardır. Sina yarımadası, bilindiği gibi Mısır ile İsrail arasındaki bölgedir ve Sami dillerinin oluşum alanıdır. Hem kadim Mısır dili hem de Finike dili Proto-Sina dili denen kök dilden türemişlerdir.

Proto-Sami Damgaları 
  Üstteki resimde bu Ön-Türk kökenli kültürün A damgasını solda görüyoruz. Bir boğa başı olan bu harfin Kadim Mısırda almış olduğu şekil ise ortada görülüyor. Sami dillerinde bu damganın adı Alef olup anlamı da /boğa/ olmaktadır. (Kaynak: The Story of Writing, sayfa 161,  Andrew Robinson, 1995, Londra)

Kadim Mısır’da Kutsal Apis Öküzü
  A sesi ile başlayan Alef sözünün boğa demek oluşu size neyi çağrıştırıyor? Yukarıdaki resimdeki boğayı ve aşağıdaki resimdeki boynuzlu, sakallı Sümer tanrı-krallarını hatırlatmıyor mu? (Bkz. 20,000 Yıllık İklim Değişim adlı yazı-Sümer UR’dan çalgı (çengi) başı)
(Yukarıdaki resimler için Bkz. Sümer dili adlı 16 yazı)
  Mısır kültüründeki kutsal Apis öküzünün  boynuzları arasındaki güneş diskinin Ön-Türk Güneş kültü ile ilgisi ve Apis adının da A sesi ile başlaması basit bir tesadüf olabilir mi? Daha iyi anlamak için üstteki Kadim Mısır’da Kutsal Apis Öküzü adlı resmi tekrar inceleyebilirsiniz.
  Alef harfi ise doğrudan Orhun abecesindeki A/E harfi ile ilişkilidir. Arap abecesindeki Elif harfi de aynı kaynaktan gelir. Bu ilişkiyi A Damgasından Türeyenler adlı yukarıdaki resimde görüyoruz.  Orhun abecesindeki damga çok az değişerek hem İbrani Alef harfine hem de Arap Elif harfine kaynak olmuştur. Bu resimde ayrıca orta sırada A harfinin ve alt sırada K harfinin gelişimini görüyoruz.
  Dikkat ederseniz Finike K harfinin kökeni OK damgasıdır. Bu damgadan dönüşerek modern K harfi oluşmuştur. Ama A harfi de K şeklinde başlamıştır. Demek ki hem A hem de K harfleri OK damgasından türemişlerdir. A ile O sesleri Finike dilinde yakın telaffuz edildiğinde OK sesi OAK => AK => A dönüşümlerine uğramıştır. Diğer bir dönüşüm ise OK => K ve O harflerinde de gördük. Aynı tür dönüşümü OKH => AKH => ANKH sözünde de gösterdim. 
  A harfi Latin abecesine Hazar gölünün kuzey yolunu izleyerek de ulaştı. Asya kökenli Ön-Türk boyları Karadenizin kuzey bölgelerinde iki kola ayrıldılar. Kollardan biri güneye dönüp Kafkas bölgesi üzerinden Anadoluya ve oradan güney İtalya kıyılarına kadar uzandı. Bu kol güneyden gelen kolla birleştiğinde A harfini Yunan kültürü aktardı ve Yunan abecesi de kendine göre dönüştürdü.
 
  Yunan ve Etrüsk A harfleri
  Karadeniz'in kuzeyinden devam eden kol ise Alp dağlarını aşarak kuzey İtalya bölgesine girip Etrüsk kültürünü oluşturdular.  Alp dağlarına ALP adını veren kültürün bu Tur ve Osk karışımı Ön-Türk kökenli kültür olduğundan daha önce söz etmiştim.
  Yukarıdaki resimde üst sırada Yunan abecesindeki büyük A harfini ve ondan yuvarlatılarak dönüşmüş olan Alfa harfini görüyoruz. Alt sırada ise Karadeniz'in kuzey yolunu izleyen kadim Macar kültürünün A harfi solda Etrüsk A harfi sağda görülüyor. Her iki harf da Orhun A harfinden dönüşerek oluşmuşlardır. Kuzey İtalya yarım adasına giren Etrüsk (Tur ve Osk boyları) güneyden gelen ve Anadolu üzerinden İtalya'ya ulaşmış olan Tur ve Osklarla karşılaşınca hemen kaynaştılar ve bu kaynaşmadan Etrüsk A harfi ortaya çıktı. Çünkü her iki kültür ortak bir kök kültürün farklı kolları idiler.
  Nitekim, Etrüsk abecesinde /Erken Etrüsk/ ve /Geç Etrüsk/ harfleri bulunur. Bunu dilciler saptamışlardır. Erken Etrüsk harfleri kuzeyden gelen tur ve OK boylarının damgaları, Geç Etrüsk harfleri ise Yunan etkisiyle dönüşerek  İtalya'nın güneyinden gelmiş olan şekiller oldukları anlaşılıyor. Aralarında oldukça uzun bir zaman farkı vardır. Kuzeyden gelen Ön-Türk kolu MÖ. 2.000 yıllarında o bölgeye gelmiştir. Güney kolunun gelişi ise MÖ. 1.000 yıllarına rastlar. Aralarında 1.000 yıl gibi uzun bir zaman aralığı vardır.
  Daha sonra, Roma kültürü tüm bölgeye hakim olunca bildiğimiz Latin 
A harfi ortaya çıkmıştır.
 Maya-Mısır-Asya-Anadolu Ortak Kültürü  36
TARKANDEMOS MÜHÜRÜ
Doç. Dr. Haluk BERKMEN
  Ön-Türkler Anadolu'ya birkaç koldan gelmişlerdir. Bir kısmı kuzey doğudan, bir kısmı güney doğudan ve bir kısmı da kuzey batıdan, Trakya üzerinden gelmişlerdir. Ama, hepsi de aynı kültürün farklı kolları oldukları için birbirlerinden bağımsız şehir devletleri kurup barış içinde  yaşamlarını sürdürdüler.
  Anadolu adının Ana-dolu şeklinde yorumlayanlar olmuştur. Çok da yanlış sayılmazlar, çünkü Anadolu tanrıçalar ve kadın yöneticiler toprağı olmuştur. Pek çok ana tanrıça adının Anadolu'dan çıktığı biliniyor. Fakat, ben biraz farklı bir yorum yapacağım. Anadolu sözü 
ANA-OT-OL-ÖYÜ sözlerinden oluşmuştur ve anlamı da /Ateş anaların olduğu bölge/ demektir. Zaten böyle olduğunu Anadolu'nun Yunanlılar tarafından telaffuz şeklinden daha iyi anlıyoruz. Yunanca Anadolu ANATOLIA olup asıl şeklin ANA-OT-OL-ÖYÜ => ANATOLYA => ANATOLU => ANADOLU olduğu görülmektedir.
  Kimdi peki bu ateş analar? Bunlar Anadolu'da birçok şehir kurmuş ve o şehirlere ANA adını katarak bir anaerkil kültür olduklarını belirtmişlerdir. Örnek olarak ANKARA adı 
ANA-OK-ARA kök sözcüklerinden oluşmuş olup anlamı /OK anaların arasında kalan bölge/ olmaktadır. Sonradan Bizans döneminde Ankira şeklinde dönüşmüştür.
  Keza, ADANA adı 
ATA-ANA olup, açıklama bile gerektirmeyen bir anlama sahiptir. Bir diğer şehir AMASYA adıAMA-AS-ÖYÜ  /AS ana bölgesi/ demektir. AS halkının doğudan geldiği ve ASYA adının AS-ÖYÜ demek olduğunu açıklamıştım.
  Daha da ilginci İZMİR adının kökenidir. İzmir  adı Yunanca Zmirna olup 
AS-HİR-ANA  => AZMİR-ANA => ZMİRNA => İZMİR şekillerinden dönüşüme uğramıştır. HİR sözünün Çuvaş Türkçesinde KIZ  demek olduğunu belirtmiştim. 
(Bkz. Altay Dili Çuvaşça adlı 30 sayılı yazım)
  Şu halde İzmir şehrini kuran KIZ-ANA, AS boylarından Çuvaşça konuşan, AMAZON kadınlarıdır. Bu isim dahi köken olarak 
AMA-AS-ON => AMAZON şekline bağlanır ve /Güneş AS anası/ demektir. ON kök sözünün hem güneş hem de evren anlamına geldiğini görmüştük.
  MÖ. 5. yüzyılda yaşamış olan tarihçi Herodot  Amazonlar ile Sarmatların aynı halk olduğunu, daha doğrusu Sarmatların Amazonların torunları olduğunu söyler. SARMAT adı da 
AS-OR-AMA-OT => SARMAT şeklinden türemiştir. OR, yüksek veya büyük demek olup Sarmat adının anlamı /Ateşe (Güneşe) tapan büyük AS ana/ demektir. Heredot Sarmatları, Sauromatae şeklinde yazmıştır ki bu yazılışta Sauro sözünde AS-OR şekli belirgindir. 
(Kaynak: Herodot tarihi, sayfa 110-117)

Tarkandemos Mühürü
  Heredot, Sarmatların ve Amazonların dilini Sakaların diline eş tutar. Saka adını AS-OK kök sözcüklerinden türediğini söylemiştim. Üstelik Herodot , Sarmatların anaerkil bir toplum olduğunu ve kadınlar tarafından yönetildiğini de belirtir. Şimdi buna bir kanıt olarak resimde görülen paraya bakmanızı istiyorum. Resimde uzun etekli, uzun saçlı ve küpeli olarak görülen şahıs erkek değil, bir kadındır. Daha doğrusu, erkek gibi savaşçı bir kadın yöneticidir. Elindeki asa da zaten bunu belirtiyor.
  Tarkandemos mühürü olarak bilinen bu gümüş para üstünde çevrede çivi yazısı ortada Hitit damgaları görülüyor. Demek ki o dönemde Sümer çivi yazısı halen etkinliğini sürdürüyordu ve Anadolunun Hurri ve Hitit kökenli halkı hem damga yazısını hem de çivi yazısını kullanıyordu. Bu yazı:
  TAR-RİK-TİM ME-SAR-MAT ER-ME , şeklinde okunmuştur
. (Kaynak: Türk Dilinin Beşbin Yılı, Selahi Diker, sayfa 169, İzmir)Selahi Diker bu ifadeyi /Oturuktım men Ser Mata Arim/ şeklinde okumuştur. Oysa ki bu yazıyı ben de şu şekilde yorumluyorum:
  TUR-OK-TIM AMA SARMAT ERİM , yani /Ben TUR-OK idim ama Sarmat eriyim/. Açıkça kökeninin TUR-OK = Türk olduğunu söylüyor ve şimdi Sarmat eri olduğunu belirtiyor. Burada –TIM takısı açıkça /idim/ anlamındadır ve ME sözcüğü de AMA anlamı taşıdığını, İsveççe halen /MEN/ sözünün ama demek olduğundan anlıyoruz. Demek ki yazı türünden çok konuşulan dil önemlidir.
  Ayrıca Tarkondemos adının da TUR-OK-ON-DAN olduğu görülüyor. TUR-OK-ON => TARKAN olmuştur. Bu mührün sahibi tam olarak TUR-OK olmasa da onlardan olduğu, onların torunu olduğunu belirten –DEN veya –DEM takısı da adına eklenmiş bulunuyor.
  Saka boyları kuzey batı Avrupa bölgelerine de gitmişler ve Çuvaş Türkçe'sinden Fin ile Viking dillerinin oluşumuna katkıda bulunmuşlardır. Hun'ların, Gagavuzların ve Peçenek'lerin aynı kökten türeyen boylar olduklarını biliyoruz.  Zaten Gagavuz = GÖK-OĞUZ sözlerinden oluşmuş bileşik bir isimdir. Keza HUN sözü OKH-ON (Evrenin OK halkı) demektir. Peçenek adı da 
ABA-EZEN-OK => BEZEN-OK => PEÇEN-OK => PEÇENEK dönüşümlerine uğramıştır.
  ABA-EZEN sözleri ABA = BABA ilişkisinden /baba ezen/ demek olup bu özellik erkek düşmanı savaşçı Amazon kadınlarına ait bir sıfattır.  Bu sözün BEZEN haline dönüştüğünü Peçeneklerin ülkelerine 
BEZENYÖ = BEZEN-ÖYÜ demelerinden anlıyoruz. Peçenek ülkesi ise bugünkü Macaristan ve Romanya topraklarıdır.
  ABA-EZEN sözünden ABAZA ve ABHAZ adları da türemiştir. Abaza halkının yaşadığı bölge kuzey Kafkasya olup bölgeye 
ABAZA-ÖYÜ => ABHAZİYA denmektedir. Kafkas adı da OK-AS => KOK-AS => KAUKAS => KAFKAS dönüşümleri geçirmiştir.
 Maya-Mısır-Asya-Anadolu Ortak Kültürü  37
ŞAMAN KADINLAR VE YÖNETİCİ KUTSAL ANALAR
Doç. Dr. Haluk BERKMEN
  Yönetici kutsal analar Anadolu’ya Asyadan gelen Ön-Türk kültürünün şaman kadınlarıdır. O zamanki din Şamanlık ve yönetim de kadın ile erkek arasında paylaşılmakta idi. Kadınların, erkekler kadar sözü geçiyordu. Bu durumu gösteren birçok kanıt vardır.
                   
       Anadolu Tunç Çağına Ait                            Anadolu’da Kadın Yönetici
  Resimler Anadolu Kültepe kültürüne aittir. Louvre (Paris) müzesinde bulunan bu parçalara /İkiz idol/ adı verilmiştir. Ama diğer eserler tek iken neden bunlar ikiz oluyor? Nedeni ikiz olmayıp bu iki başın kral ve kraliçeyi simgelediğidir.  Onlar eşit yetkilere sahip olduklarından ikiz olarak görüntüleniyorlar. Boyunlarındaki kolye tek bir kolye olup ikilikteki tekliği simgeliyor. İkinci resimde at üstünde seyahat eden bir kadın yönetici görülüyor.
 
Divriği Külliyesi, Ulu Cami batı kapısı yanında çift başlı kartal
  Resimde tek bedenli iki başlı kartal görülüyor. Bunun genelde Rusya simgesi olduğu sanılır. Oysa ki Anadolu Selçuklu eseri olup kökeni en eski simgelere ve imgelere uzanır. Kartalın başlarına dikkatle bakarsanız normal kartal başları olmadıklarını görürsünüz. Başın üzerindeki yükselen tüy manevi yetiyi ve özel gücü simgeler. Dolayısıyla, bu kartal maddi ve manevi gücü kendinde toplamış olan yönetici kral ve eşini simgeler.

Kral Kraliçe Simgeleri
  Resimde solda bir Hitit kabartması çizimi ve sağda Çin'deki Tang dönemine ait bir süs heykel görülüyor. Hititlerde de kral ve kraliçe eşit hak ve yetkilere sahipti. Bu bakımdan birçok kabartmada ikisi birlikte gösterilmiştir.
  Sağda Tang dönemi heykel de aynı şekilde kral ve kraliçeyi simgeler. Çinde ejderha veya /
Tüylü yılan/ daima imparator simgesi olmuştur. İki başlı ejderha da ikili gücün simgesidir. Maya kültüründe kukulkan da tüylü yılandır. Tang dönemi hala kuzey Asya etkisinin önemini devam ettirdiği bir dönemdir. İkili yönetim de Ön-Türklerin asıl yönetim şeklidir. Kral dünyevi işlerle, savaşlarla ve avla ilgilenir, kraliçe ise manevi boyutla şamanlıkla ve şifacılıkla uğraşırdı.
  Şaman geleneğinde kadınların önde olmaları şaman kıyafetlerini de etkilemiştir. Bunu daha önce gördük. Bu geleneğin Tunç çağında (MÖ. 3000) yıllarında yaygın olduğunu ama kökenin çok daha gerilere gittiğini biliyoruz. Kadınların yönetimi MÖ. 1000 yıllarında sona ermiştir. O tarihlerde Ön-Türklerin Anadolu’daki hakimiyeti de sona ermiştir.
  İtalya yarım adasındaki Etrüskler daha birkaç yüz yıl, yaklaşık MÖ. 200 yıllarına kadar varlıklarını ve dillerini yaşatmışlar, Roma hakimiyeti altına girdiklerinde hem dinlerini, hem dillerini hem de adet ve geleneklerini terk ederek Latin olmuşlardır. Bu kadar rahat ve savaşmadan teslim olmaları tek bir nedene dayanır. O da Roma kültürü de pek farklı olmayıp, başlangıçta aynı kültürün farklı bir kolu durumunda idi. Güçlenip büyüdükçe kendine has bir dil geliştirdi.
  Latince incelendiğinde Türkçe ile gramatik yapı bakımından birçok benzerlikler gösterir. Sözcük düzeyinde de Türkçe anlam ve ses olarak birçok benzerlik bulunur. Latince'nin Etrüskçeden nasıl dönüştüğü hakkında size bilgi vermiştim. 
(Bkz. Asya Kök Dili Kuralları adlı 24 sayılı yazım)

Etrüsk Kralı ve Kraliçesi
  Etrüskler rahatlarına ve konforlarına düşkün bir halktı. Yönetici olarak kral ve kraliçeleri de eşit yetkilere sahipti. Resimde ilginç bir Etrüsk çifti görülüyor. Bunların ikisi de uzanmış durumda ve kral karısının omzuna kolunu atmış. Kadının saç örgüsüne bakın. Tipik Asya ve Türkmen geleneğine göre örgülü. Erkeğin sakalı ve ince bıyığı var. Saçları ise uzun ve daha da ilginç olanı, başlığında iki adet boynuz var.
  Şimdiye kadar defalarca üzerinde durduğum bu boynuz özelliği doğrudan Ön-Türk geleneğidir. Bu konuda artık hiç kimsenin en ufak bir şüphesi olmaması gerekir. Olanlar da lütfen önceki yazılara baksınlar. Bu durumda Etrüsklerin Ön-Türk oldukları şüphe götürmez bir şekilde kanıtlanmıştır sanıyorum.
  Kalıyor, yazı ve dillerinin de Türkçe'nin bir miktar dönüşmüş bir lehçesi olduğunu kanıtlamaya. Onu da yaptım sanıyorum. (Bkz. Etrüsk ve Likya yazısı adlı 15 sayılı yazım) 
  Etrüskçe konusu henüz kapanmış değildir. Bakın 
Johannes Friederirich, Kayıp Yazılar ve Diller adlı kitabın da ne diyor: (Arkeoloji ve Sanat yayınları, sayfa 184)
  İtalya eski çağlardaki gelişmişliğini, dillerinin incelenmesi her dönemde Etrüsklere borçludur. Ama elde edilen sonuçlar, bu girişimin tam bir çıkış noktasına ulaşması için harcanmış çabalara tam karşılık gelmemektedir. Etrüskçenin yorumlanmasıyla ilgili olarak yayınlanmış sayısız makale ve kitaba rağmen, bugün hâla bu dilin yorumlanmasının kesin bir sonuca ulaşmış veya ulaşmamış olduğunu söylemek zordur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.