ERENLER-3


DERVİŞ CEMAL

1250-1350 TUNCELİ-HOZAT-SİVAS

 

Hozat Derviş Cemal köyüne gelen Cemal, bu köyü kurmuştur. Yunus Emre’nin yetiştirdiği mürididir.

 

Allah adın zikretmeyen,

Kullar da azapta gerek.

Adın dilden terk etmeyen,

Gönül de azapta gerek.

 

Hazreti Muhammed eminim,

Yoluna veren yeminim,

Ana kul olan mümin,

Yüzü de mihrapta gerek.

 

Gelmez geri, kalır göçen,

Ecel şerbetini içen,

Hak yolunda sefer açan,

Yiğitler de anda gerek.

 

Başta teberler yelense,

Beden nar ile belense,

Gönül vuslat ile yansa,

Lebleri de abda gerek.

 

Tanrı komaz yüzün kara,

Beli Allah diyenlerin,

Dili Allah diyenlerin,

Desti bula lamda gerek.

 

DERVIŞ CEMAL der varamda,

Kül olam Hakkın yolunda,

Yunus Engürü kırında,

Cemal de Hozat’ta gerek.

 

 

Dosttan Gelen Sitem

Sermaye-i aşkı sorarsan Zahid
Aşığın çektiği yar cefasıdır
Bade içtiğimi sorarsan Zahid
Harabat ehlinin dem gıdasıdır

Ne çare çekmeli aşkı serencam
Dosttan gelen sitem ikramdır ikram
Coşkun seda ile çalıp çağırmam
Meyl-i dünya değil aşk dalgasıdır

Hakikat bahrine dalgın Cemali
Hakikat şehrine dalgın Cemali
Uslandı zannetme Derviş Cemali
Üç nokta beş harfin bu davasıdır

Derviş Cemal
Sivas

Feyzullah Çınar tarafından derlenmiştir.

........................

 

 

 

 

AŞIK PAŞA (BABA İLYAS’IN TORUNU)

1272-1332 Kırşehir-Kırşehir

 

Asıl adı Ali Beşe’dir. Ailesi Horasan’dan gelmiş ve Kırşehir’e yerleşmiş.Türkiye türkçesiyle ilk eserler yazan şairlerdendir. Nerde doğduğu tam olarak bilinmemekle birlekikte Kırşehir'deki kabri üzerinde doğum ve ölüm tarihleri işlenmiştir. Babası Muhlis Paşadır. Onun babası da Mevlanın dervişi Çelebi Hüsamettin’in büyük babası Baba İlyas’tır.

Hece ve aruz vezniyle şiirler yazmıştır. Garipname mesnevisi meşhurdur. Marifname ve Aşık Paşa Tarihi adlı divanı vardır.

Yaşadığı yüzyıllarda Türkçe’ye önem verilmesi gerektiğini en etkili biçimde savunmuştur.

 

Türk diline kimseler bakmaz idi,

Türklere Hergiz gönül akmaz idi,

Türk dahi bilmez idi bu dilleri,

İnce yolu, ol ulu menzilleri….

 

 

Allah adını edelim evvel ibtida,

Kandan oldu iptida vü intiha.

 

Evvelin ol evvelidir bigüman,

Ahirin hem ahiridir cavidan.

 

Cümle alem yoğ iken ol varidi,

Şöyle şeksiz gani cebbar idi.

 

……………..

 

Bir zaman var idi bir namıdar,

Saltanat sürmüş idi çok rüzigar.

 

Dünyede çok dürlü iş görmüş idi,

Eyi yavuz çok işe girmiş idi.

 

Dünye içre nimeti key bol idi,

Ol zamanda ne varsa ol idi.

 

Otuz oğul vermiş idi hak ana,

Bir key iştir, gör ki ne derim sana.

 

Her bir işin dünyede kim önü var,

Hiç güman dutma, kim anın sonu var.

 

Nice uzak yol ise ucu dönüm,

Nice uzun ömür ise ucu ölüm.

 

Ol kişi çün belli bildi kim ölür,

Dirdi oğlanlarını öğüt verir.

 

Eydür: Ey oğlanlarım, geçti zaman,

Vakt erdi, ölüserem bigüman.

 

Bari ben size bir öğüt vereyin,

Dünyede dirlik yolun göstereyin.

 

Dediler: Ferman senin n’ider isen,

Dutavuz biz her ne kim sen der isen.

 

Etti: İrte kamu hazır olunuz,

Her biriniz bir ok alıp geliniz.

 

Bir sözüm var söyliyesi söyleyem,

Dirlik aslın size malum eyleyem.

 

İrte oldu, kamu hazır oldular,

Her birisi bir ok alıp geldiler.

 

Etti: Oklu okunuz sın, göreyin,

Ana layık size öğüt vereyin.

 

Sıdılar oklu okun söylediler,

Ne buyurursan buyurgıl dediler.

 

Etti: Varın getirin birer dahi,

Bana verin bu kez ol otuz oku.

 

Kim size ol öğüdü edem ayan,

Bilesiz her bir işi belli beyan.

 

Vardılar bierer dahi getirdiler,

Oklu okun öğ’ne koyup durdular.

 

Gör bu kez n’eti ol iş bilen kişi,

Sen dahi öğüt edingıl ol işi.

 

Otuz oku cem edip duttu bile,

Bağladı baştan başa bir ip ile.

 

Şöyle muhkem bağladı ki oldu bir,

Gitti andan ol otuzluk, kaldı bir.

 

Etti: Bir görün, bu kez sıya mısız?

Sımasanız dediğim duya mısız?

 

Ol otuz yğit anı uçtan uca,

Her biri aldı anı gördü güce.

 

Her biri güçlü gücün sınadılar,

Nice kim cehd ettiler sımadılar.

 

Kaldı aciz çün kamu baktı yere,

Ettiler kim atamız öğüt vere.

 

Ataları Eydür: Ey oğullarım,

Ey yüreğim kanları, ey canlarım.

 

Bu öğüt taptır, ahir dutanlara,

İkilik koyup birliğe yetenlere.

 

Kim ol ok yalnız iken hiç doymadı,

Çün birikti hiç kimesne koymadı.

 

Pes bilin: Yalnız kişi güçsüz olur,

Birikenin devleti uçsuz olur.   [15]

 

 

…………………

 

Çıktım erik dalına,

Anda derdim üzümü.

Bostan ıssı bakıdı,

Der: Ne yersin kozomu.

 

Kerpiç koydum kazana,

Poyraz ile kaynattım,

Nedir deyu sorana,

Bandım verdim özünü.

 

İplik verdim çulhaya,

Sarıp yumak eylemiş,

Becid becid ısmarlar,

Gelsin alsın bezini.

 

Bir serçenin kanadın,

Kırk katıra yüklettim,

Çift dahi çekemedi,

Şöyle kaldı yarısı.

 

Bir sinek bir kartalı,

Salladı vurdu yere,

Yalan değil gerçektir,

Ben de gördüm tozunu.

 

Bir küt ile güleştim,

Elsiz ayağım aldı,

Güleşip basamadım,

Göyündürdü özümü.

 

Balık kavağa çıkmış,

Zift turşusun yemeğe,

Leylek guduk doğurmuş,

Bak a şunun sözünü.

 

Gözsüze fısıldadım,

Sağır sözüm işitmiş,

Dilsiz çağırıp söyler,

Dilimdeki sözümü.

 

Bir öküz boğazladım,

Kakıldım sere koydum,

Öküz ıssı geldi eydür:

Boğazladın kazımı.

 

Yunus bir söz söylemiş,

Hiçbir söze benzemez,

Münafıklar elinden,

Örter mana yüzünü.

 

…………

 

DEYİŞ

 

Her kim bana ağyar ise,

Hak Tanrı yar olsun ana.

Her Kancaru varır ise,

Bağ ü bahar olsun ana.

 

Bana ağu sunan kişi,

Şehd ü şeker olsun işi,

Kolay gele müşkül işi,

Eli erer olsun ana.

 

Acı dirliğim isteyen,

Tatlı dirilsin dünyada,

Kim ölümüm ister ise,

Bin yıl ömür olsun ana.

 

Her kim diler ben har olam,

Düşman elinde zar olam,

Dostları şad ü düşmanı,

Dost maşuk yar olsun ana.

 

Ardımca taşlar atanı,

Hak tahta ağdırsın onu,

Önüme kuyu kazanı,

Güller nisar olsun ana.

 

Her kim diler ise benim,

Ol dostumdan ayrıldığım,

Gözlerinden hicap gitsin,

Dizar iyan olsun ana.

 

Bu Muhlis oğlu Paşa’nın,

Güldüğün istemeyenin,

Ağladığın isteyenin,

Gözüm pınar olsun ana.[16]

 

 

 

Kaynak: 1. Kocatürk, Vasfi Mahir; Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Yayınevi, Ankara 1970.s.175

              2. Tahir Kutsi, Türk Halk Şiiri; Toker Yayınları, 3.Basım İstanbul 1986

 

 

 

 

 

 

ABDAL MUSA SULTAN

1296-1373 Hoy - Antalya Elmalı

 

Horasan’da dünyaya gelmiştir. Babası Gazi Hasan Ata, annesi Ana Sultandır. Hüsniye adında bir de kız kardeşi vardır. Babasının babası olan Haydar Ata, Hacı Bektaş Veli’nin amcasıdır. Ahmet Yesevi ocağında yetişmiştir. Horasan’dan Azerbaycan Hoy kentine ve daha sonra da Anadolu’ya gelmiştir. Denizli Acıpayam ilçesinde türbesi bulunan Yatağan Baba’ya mürit olmuştur. Bursa’nın fethinde savaşan Anadolu Erenlerindendir. Hacı Bektaşi Veli’nin önde gelen halifelerindendir. Hacı Bektaş dergahının ilk postnişinidir. Elmalı’da tekke kurmuş ve sayısız mürit yetiştirmiştir. Dünyaca ünlü ozan Kaygusuz Abdal’lı yetiştirmiştir. Abdal Musa’ya aslını sormuşlar. O da şu beyitle karşılık vermiş:

 

Kim ne bilir bizi, nice soydanız,

Ne zerrece oddan, ne hod sudanız.

 

Bize meftun olan marifet söyler,

Biz Horasan mülkindeki boydanız.

 

Musa’ya söylenen “Lenterani” deniriz,

Aslımızı sorar isen asil Soy’danız.

 

Yedi derya bizim keşkülümüzde,

Hacım umman oldu, biz o göldeniz.

 

Yedi tamu bize nevbahar oldu,

Sekiz uçmak i¢indeki köydeniz.

 

Hızır İlyas dahi bizim yoldaşımızdır,

Ne zerrece günden, ne hod aydanız.

 

Bizim zahmımıza merhem bulunmaz,

Biz kudret okundaki gizli yaydanız.

 

Musa turda durup münacat eyler,

Neslimiz sorarsan, asıl Hoy’danız.

 

Abdal Musa oldum geldim cihane,

Arif olan anlar bizi, nice soydanız.

 

Hacı Bektaşi Veli Hakka yürüyünce Kadıncık Ana, Abdal Musa’yı Hacıbektaş’a davet etmiştir. Hacı Bektaş’a uzun süre hizmet etmiştir. Bektaşi meydanında 12 posttan 11.cisi olan ayakçı postu onundur. Piri Hacı Bektaşi Veli’ye bağlılığını, Balım Sultan ve Kızıl Deli Sultan ile  ilişkisini şu dizelerle dile getirir:

 

Horasan’dan Rum’a zuhur eyleyen,

Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi.

Binip cansız duvarları yürüten,

Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi.

 

Doksan altı bin Horasan pirleri,

Elli yedi bin de Rum Erenleri,

Cümlesinin serfinazı serveri,

Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi.

 

Balım Sultan arkadaşı yoldaşı,

Kızıl Deli Sultan dürür hem eşi,

Abdal Musa Sultan dersen ne kişi,

Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi.

 

Kaygusuz Abdal gibi devrinin en büyük şair ve ozanını yetiştirmiştir. Rum olan Alanya Beyinin oğlu Gaybi ava çıkmış. Bir geyiğin peşinde Elmalı yakınlarına gelmiş. Onu izleyen Abdal Musa Sultan genç Gaybi’de istikbal görmüş. Denemek için hemen geyik donuna girmiş. Gaybi attığı okla geyiği vurmuş. Yaralı geyik kaçmış, Gaybi peşinden kovalamış, sonunda Abdal Musa dergahından içeri girmiş. Peşinden gelen Gaybi kapıdaki dervişlere içeri giren yaralı geyiği sormuş ve teslim etmelerini istemiş. Onlar da görmediklerini söylemişler. Gaybi’yi Abdal Musa Sultanın huzuruna almışlar.

Sultan “geyiği vurduğun oku tanır mısın?” diye sormuş. Tanırım cevabını alınca, sağ göğsünü açmış “okun bu mudur?” demiş. Bunun üzerine Gaybi Sultana yalvararak müridi olmak istemiş ve tekkede kalmış.

Gaybi’nin yanındakiler babasına durumu iletmişler. Teke Beyi oğlunu ve Abdal Musa’yı getirmesi için ne kadar haberci ve asker gönderdi ise kimse geri dönmemiş, hepsi Abdal Musa Sultana mürit olmuşlar. Sonunda kendisi kalkmış 300 adamıyla Elmalı’ya gelmiş. Kırkların ateş dansını izleyince ikna olmuş ve sultanın elini öperek oğlunu Sultana emanet emiş. Bunu üzerine de Abdal Musa Sultan Gaybi‘ye “Artık kaygın kalmadı, bundan sonra senin adın “Gaygusuz” olsun “der.

Gaygusuz Abdal 40 yıl Sultana hizmet eder ve Sultan “İki aslan bir postta oturmaz” deyip Gaygusuz’u Mısır’a gözcü olarak göndermek ister.  Gaygusuz’a, “yanına alacağın kırk dervişi kendin mi seçmek istersin, yoksa biz mi seçelim” der. Gaygusuz kendim seçerim deyip beğendiği kırk dervişle 1371 de yola çıkar. Yolda denemek için dervişlerden birine “şu çınar ağacına çık da salla, Sultan’a elma gönderelim” der. Derviş, şaşkınlıkla, “ama bu çınar ağacı, bunda elma olur mu?” der. Diğer dervişler de aynı şekilde davranınca, hata ettiğini anlayan Gaygusuz, Abdal Musa Sultan!a dönerek ellerine sarılır, hata ettiğini, kendisini bağışlamasını ve kırk dervişi Onun seçmesini ister. Sultan affeder ve seçtiği kırk dervişle tekrar yola çıkan Gaygusuz aynı yere geldiğinde dervişlere “Şu çınar ağacına biriniz çıksın sallasın, Sultana elma gönderelim” der. Kırk dervişin hepsi birden ağaca tırmanır sallamaya başlarlar. Topladıkları elmaları su yoluyla Abdal Musa Sultana gönderirler. Sultan emaneti aldığını bir hediye göndererek belli eder. Mısır’da 3 yıl kalmış ve 1374 de Abdal Musa’ya kavuşmuştur.

 

Abdal Musa Sultan okur yazar, çağının aydın bir şairidir. Bunu şu dizelerinden anlıyoruz:

 

Ben hocamdan aldım böyle dersimi,

Okur idim elif’den ba’ya deyu.

Kimse bilmez şu dünyanın sırrını,

Ta ezelden çağırıram hu deyu.

 

Kimin azatlayıp kimin fakıdur,

Kimin dövüp sövüp kimin okutur,

Dediler bu meydan kimin hakkıdur,

Kim dedi ki şu murdarı yu deyu.

 

Evvel ekşi nardan üzüm çoğiken,

Davut sofradayken bıçak yoğiken,

İsmail’e inen kurban sağ iken,

Kime dedi şu lokmayı soy deyu.

 

Fatma ana can Ali’nin gülünü,

Miraçtan inerken öpmüş elini,

Hak Yezit’e koklatmadı gülünü,

Muhammet’in yadigarı bu deyu.

 

ABDAL MUSA’M anda bir dolu içtim,

İçtim ol doluyu kendimden geçtim,

Aşkın ateşine yandım tutuştum,

Ta ezelden çağırıram hu deyu.[17]

……………………..

 

Talip olan gaziler yola gidelim,

Ululardan ulu yol Allah Allah.

Muhammed Ali’ye niyaz edelim,

Gerçekler demine hü Allah Allah.

 

Hasan Hüseyin’dir İmamlar Şahı,

Zeynel Abidin’dir İmamlar mahı,

Muhammed Bakır cümlenin şahı,

Balkıya balkıya nur Allah Allah.

 

Sahibim İmam Cafer’i Sadık,

Ana nazar kıldı Muhammed Habib,

Musa Kazım Rıza yareme tabib,

Derdimin dermanın ver Allah Allah.

 

Şah Taki Naki bu yolu açan,

Hasan al Askeri müşküller seçen,

Muhammed Mehdi’den bir dolu içen,

Müminin kalbidir nur Allah Allah.

 

Abdal Garip Musa’m derdime derman,

Sen mürvet kanisin ey Şahı merdan,

Cesedim içinde çağıra canan,

Muhabbetli nazlı yar Allah Allah.

 

…………………

 

 

Muhammed Ali’nin geldiği meydan,

Yok meydanı değil, var meydanıdır.

Muhammed kırklara niyaz eyledi,

Ar meydanı değil kar meydanıdır.

 

Şahın ölüsün meydana koydular,

Anlar cenazesin susuz yudular,

Orda gördüğün görmedim dediler,

Dört eteğin sakla sır meydanıdır.

 

Gördüğün yerlerde ara bulasın,

Varacağın yerde makbül olasın,

Saklayabilirsen sırrın settar olasın,

Çek çevir kendini sır meydanıdır.

 

Ne söyledim şu erkanda kalana,

Yuf çekerler bu meydanda yalana,

Üç yüz altmış altı merdiban bina,

Kör meydanı değil gör meydanıdır.

 

Abdal Musa Sultan gerçek er ise,

Ali’yi sevenler muhip yar ise,

Hakkın mahbubuna ereyim derse,

Urganı boynunda dar meydanıdır.

 

…………….

 

Gözlerin kör olsun ey kanlı yezit,

Bu meydanda ne var Ali’den gayri?

Hünkar Hacı Bektaş Veli’den gayri.

 

Güvercin donunda Uruma uçan,

Cümle evliyanın önüne geçen,

İmamlar evinin kapısın açan,

Var mıdır evveli Ali’den gayri?

Hünkar Hacı Bektaş Veli’den gayri.

 

Abdal Safi erkanımı yürüden,

Aynı cemde sürlerini sürüden,

Neşter Selman kırk vücudu bir eden,

Var mı sakıyı kösrük Ali’den gayri?

Hünkar Hacı Bektaş Veli’den gayri.

 

Muhammed miracın yoluna girdi,

Bu sır gayet sır içinde sır idi,

Şir donunda Cidde mehiri ver dedi,

Bu sırrı kim oynar Ali’den gayri?

Hünkar Hacı Bektaş Veli’den gayri.

 

İmamlar bundadır n’olursun horda,

İkrar alan imam verin cihmarda,

Bed nefisler durmaz meydanı arda,

Baba rehber gerçek Ali’den gayri.

Hünkar Hacı Bektaş Veli’den gayri.

 

Her kimin çırağın aksa Hak yakar,

Rıza’ya baş verir teslimin takar,

Aslımız On iki İmama çıkar,

Babamız kim var Ali’den gayri?

Hünkar Hacı Bektaş Veli’den gayri.

 

Selman bir gül deste uzattı,

Kendi tabutunu kendisi yaptı,

Cemal Mustafa’nın nikabı yetti,

Gördüler gören yok Ali’den gayri,

Hünkar Hacı Bektaş Veli’den gayri.

 

Er olan bu demde bulur bir eri,

Dergahı Ali’de eskide seri,

Mezhepleri sırlar olur Caferi,

Mezhebi pak kim var Ali’den gayri?

Hünkar Hacı Bektaş Veli’den gayri.

 

Erenler erkanı gerçek yoludur,

Abdal Musa fakir Ali kuludur,

İmamlar sırrı ile gönlü doludur,

İmamlar değildir Ali’den gayri,

Hünkar Hacı Bektaş Veli’den gayri.[18]

 

 

Kaynak: 1. SEYİRCİ, Musa; Abdal Musa Sultan, Der Yay.97, İstanbul 1992.

       2. Yatağanolu Alimcan, Dedemin Cönkünden Alevi-Bektaşi Şiirleri, Kaynak Yay.1.Basım, s.86

 

 

 

 

 

 

GEYİKLİ BABA

1300-1400 Bursa-Bursa

 

Germiyanoğullarındandır. Ünlü bir derviş ve akıncıdır. Bursa’nın fethinde Orhan Gazi’ye yapmış olduğu hizmet ve kahramanlıklarından dolayı kendisi adına Bursa Kestelde bir külliye yapılmıştır. Buradaki türbede gömülüdür. Yanında Balım Sultan yatmaktadır.

 

 

 

 

SELMAN SAVACI-CEMALETTİN

1309-1376 Save-Tebriz

 

 

 

 

KAYGUSUZ ABDAL (GAYBİ- GAYGUSUZ)

1310-1396 Elmalı-Antalya

 

Antalya iline bağlı Alanya Sancağı Teke Beyinin oğlu olan Gaybi, daha 18 yaşında iken 1328 de bir geyik avında Abdal Musa’ya rastlar ve geyik donuna giren Abdal Musa Sultanı okla vurur. Yaralı geyik kaçar, Gaybi kovalar, sonunda Abdal Musa Dergahına girer. Arkasından Dergahın kapısına gelen Gaybi dervişlere yaralı geyiği teslim etmesini ister. Geyik görmediklerini söyleyen dervişlere inanmayınca Abdal Musa Sultanın huzuruna çıkartırlar.

Sultan geyiği vurduğun oku tanır mısın?” diye sorar. Tanıyacağını söylemesi üzerine sağ göğsünü açarak vücuduna saplanan oku gösterir. Bu hikmet karşısında hatasını anlayarak kendisin bağışlamasını diler ve Abdal Musa Sultan’a mürit olmak ister. Babası razı olmazsa da birkaç kerameti bizzat yaşar ve oğlunu Abdal Musa’ya emanet eder. Bunun üzerine şeyhi;

“Artık bir gaygın kalmadı, bundan sonra senin adın Kaygusuz olsun” der Ona Kaygusuz lakabını verir.

Kırk yıl Abdal Musa ocağına hizmet eder. Sultan “İki aslan bir postta oturmaz” deyip Gaygusuz’u Mısır’a gözcü olarak göndermek ister.  Gaygusuz’a, “yanına alacağın kırk dervişi kendin mi seçmek istersin, yoksa biz mi seçelim” der. Gaygusuz kendim seçerim deyip beğendiği kırk dervişle 1371 de yola çıkar. Yolda denemek için dervişlerden birine “şu çınar ağacına çık da salla, Sultan’a elma gönderelim” der. Derviş, şaşkınlıkla, “ama bu çınar ağacı, bunda elma olur mu?” der. Diğer dervişler de aynı şekilde davranınca, hata ettiğini anlayan Gaygusuz, Abdal Musa Sultan!a dönerek ellerine sarılır, hata ettiğini, kendisini bağışlamasını ve kırk dervişi Onun seçmesini ister. Sultan affeder ve seçtiği kırk dervişle yola çıkan Gaygusuz aynı yere geldiğinde dervişlere “Şu çınar ağacına biriniz çıksın sallasın, Sultana elma gönderelim” der. Kırk dervişin hepsi birden ağaca tırmanır sallamaya başlarlar. Topladıkları elmaları su yoluyla Abdal Musa Sultana gönderirler. Sultan emaneti aldığını bir hediye göndererek belli eder. 

1371 de 40 derviş ile birlikte Mısır’a giden Gaygusuz, orada 3 yıl kalmış ve 1374 de Abdal Musa’ya kavuşmuştur.

Tekkede aldığı eğitimle devrinin en büyük ozanları arasına girer. Kırk yıl hizmetinden sonra “iki aslan bir posta oturmaz” diyen Abdal Musa onu 40 derviş ile birlikte Mısır’a görevli gönderir. İcazet olarak yazıp verdiği belgeyi saklayacak yer bulamaz, yitireceğim korkusuyla kalbine gömmek için ayran içine doğrayarak yer.

 

ABDAL MUSA’YA

 

Beylerimiz çıktı Avlan üstüne,

Onlar gelir Sultan Abdal Musa’ya.

Urum abdalları hırka ile postun,

Bağlar gelir Sultan Abdal Musa’ya.

 

Urum abdalları gelir dost deyü,

Geyikleri nemed ile post deyü,

Hastaları gelir derman isteyü,

Sağlar gelir Sultan Abdal Musa’ya.

 

Hind’den bezirganlar gelir yayınır,

Pişer lokmaları, açlar doyunur,

Aşıkları gelir, bunda soyunur,

Erler gelir Sultan Abdal Musa’ya.

 

Her matem ayında kanlar saçarlar,

Uyandırıp Hak çerağın yakarlar,

Demine Hu deyip gülbenk çekerler,

Nurlar gelir Sultan Abdal Musa’ya.

 

Meydanında dara durmuş gerçekler,

Çalınır koç kurbanları bıçaklar,

Demine Hu deyip gülbenk çekerler,

Nurlar gelir Sultan Abdal Musa’ya.

 

İkrarıdır koç yiğitlerin yuları,

Fakıhları çeksem gelmez ileri,

Akpınar Yeşil gölün suları,

Çağlar gelir Sultan Abdal Musa’ya.

 

Alim Zülfükarı almış eline,

Sallar durmaz yezitlerin kasdına,

Tümen tümen genç Ali’nin üstüne,

Sırlar gelir Sultan Abdal Musa’ya.

 

Bir niyazımız vardır Gani Keremden,

Münkir bilmez evliyanın sırrından,

KUL KAYGUSUZ ayrı düşmüş pirinden,

Ağlar gelir Sultan Abdal Musa’ya.

 

.........................

 

İçmişem bir demden olmuşam ayık,

Düşmüşem peşine olmuşam geyik,

Sana derim sana a deli geyik,

Gaçma geyik gaçma avcı değilem.

 

Avcı olsam düşer mi idim izine,

Döner döner ne bakarsın yüzüme,

Men aşık oldum ala gözüne,

Gaçma geyik gaçma avcı değilem.

 

Altısı iri idi, birisi de körpe,

Almış körpesin çekilmiş sarpa,

Yüküm barut değil billahi arpa,

Gaçma geyik gaçma avcı değilem.

 

KAYGUSUZ ABDAL’ım çıktım mekandan,

Men de korkar idim bu tatlı candan,

Varıp da pirine ağlama menden,

Gaçma geyik gaçma avcı değilem.

 

..........................................

 

Kaygusuz Abdal, sevenlerin tanrısını canın içinde görebileceğini  düşünür. Şöyle der:

 

Aşıklar can içinde,

Aşikar gördü hakkı,

İşitmenin manası,

Olmaya görmek gibi.

 

Canın içinde tanrıyı görmek, başkasından duymaktan daha anlamlı olduğunu ifade ediyor. Tasavvufta “kişi tanrıyı kendi gönlünde görür, gönül tanrının evi ve göründüğü yerdir.” İnancı hakimdir. Yine insanı Yunus kadar kısa ve öz tarif eder. Şöyle ki:

 

Bu adem dedikleri,

El ayakla baş değil,

Adem manaya derler,

Suret ile kaş değil.

 

Gerçek, insanın görünüş değil, anlamsal bir varlık olduğu inancı ifade edilmek isteniyor. 

 

Behey kardeş yolumuza,

Giremezsin demedim mi?

Bizim gizli sırrımıza ,

Eremezsin demedim mi?

 

Bu sırrı değmeler bilmez,

Bilenler de haber vermez,

Bu sırrı gayri göz görmez,

Göremezsin demedim mi?

 

Üçler yediler erkanın,

Bilenler sürer devranın,

Kırklar ceminde devranın,

Kesemezsin demedim mi?

 

.....................

 

Evliyadan gelen kelam,

Okunan kuran değil mi?

Gerçek Velinin sözleri,

Sure-i rahman değil mi?

 

Çün seni Hak yarattığı,

Kendine mir’at ettiği,

Tecelli zat ettiği,

Suret-i insan değil mi?

 

,,,,,,,,,,,,,,,,,,

 

Adem oldum geldim adem içine,

Uğradım bir hana, handan içeri.

Zembur gibi kandan kana konarken,

Bir kana uğradım kandan içeri.

 

At oynatma zahit, bu meydan değil,

Bu meydan der isen, bu erkan değil,

Süleyman der isen, Süleyman değil,

Süleyman var, Süleyman'dan içeri.

 

Aşk bedesteninden mercan almışem,

İrfan meclisinden erkan almışem,

Bu canı verip de, bir can almışem,

Saklarım bu canı candan içeri.

 

Şeriatı Muhammede  verdiler,

Tarikat üstüne bir yol kurdular,

Marifet babında sual sordular,

Hakikat var, hakikattan içeri.

 

KAYGUSUZ’um eydür bir nutkum hakla,

Bir mürşide el ver kalbini pakla,

Mürşidin verdiğin tut, kavi sakla,

İlikten kemikten kandan içeri.

 

......................

 

Ey özün insan bilen,

Var edeb öğren edep.

Ey edep erkan bilen,

Ar edep öğren edep.

 

Gel Hakka olma asi,

Ta gide gönlün pası,

Dört kitabın manisi,

Var edep öğren dep.

 

Edep gerektür ere,

Ta yolu doğru vara,

Edepsiz girme yola,

Var edep öğren edep.

 

KAYGUSUZ ABDAL uyan,

Aşkı bil aşka boyan,

Şöyle demişdür diyen,

Var edep öğren edep.[19]

 

……………….

 

KAZ DESTANI

 

Bir kaz aldım ben karıdan,

Boynu da uzun borudan,

Kırk abdal kanın kurutan,

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

 

Sekizimiz odun çeker,

Kaz kaldırmış başın bakar,

Dokuzumuz ateş yakar,

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

 

Kaza verdik birkaç akçe,

Eti kemiğinden pekçe,

Ne kazan kaldı ne kepçe,

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

 

Kaz değilmiş be, bu azmış,

Kırk yıl kaf dağını gezmiş,

Kanadın kuyruğun düzmüş,

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

 

Kazı koyduk bir ocağa,

Uçtu gitti bir bucağa,

Bu ne haldir hacı ağa,

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

 

Kazımın kanadı selki,

Dişi koyun emmiş tilki,

Nuh Nebi‘den kalmış belki,

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

 

Kazımın kanadı sarı,

Kemiği etinden iri,

Sağlık ile satma karı,

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

 

Kazımın kanadı ala,

Var yürü git güle güle,

Başımıza kalma bela,

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

 

Suyuna biz saldık bulgur,

Bulgur Allah deyu kalgır,

Be yarenler bu ne haldır,

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

 

Kaygusuz Abdal nidelim,

Ahd ile vefa güdelim,

Kaldırıp postu gidelim,

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.[20]

 

 

 

 

 

Kaynak: 1. Otyam, A.Tevfik; Bektaşiliğin İçyüzü, Karacan Yay.1984

           2. Tahir Kutsi, Türk Halk Şiiri; Toker Yayınları, 3.Basım İstanbul 1986, s.124  

 

 

 

 

 

SAİD EMRE

1320-1400 Eskişehir-Eskişehir

 

Hacım Sultan’a bağlı bir mürid olduğu kendi şiiridinden anlaşılıyor.

“Said ider yüz bin minnet,

  Hacım bana benim dedi.”

 

Her dem bile danışub, adı kandadır dirsin,

Uyanık sanma seni, yavlak katı uyursun.

 

Dün gün sana çağırır, bir beri bakgıl diyü,

Bir kez dönüp bakmadın, uyumazın sanırsın.

 

Ana bakan kimsenin, gözünde hicap olmaz,

Niçin gözün hicaplı, bunca yıldır bakarsın.

 

 

Gel açalım nazarı, koyalım neng ü arı,

Anun için görmedin, güman ile bakarsın.

 

Işk ile aç gözünü, doğru eyle özünü,

Zinhar eğri dirilme, çün doğruluk bilirsin.

 

Kim yola doğru vardı, cümle düşman el oldu,

Niçin dost eylemezsin, niçin düşmanın bilirsin.

 

Katı uykuda kişi, düş görmek onun işi,

Göre durduğun söyle, niçin düşün söylersin.

 

Kimsenin yükün seçgil, sen dost iline aşgil,

SAID’lik duta varıp, dostu bulam sanırsın.

 

.......................

 

Bakuben ne göresin,

Gözün açılmayınca,

Kimseyi ne bilesin ,

Sen seni bilmeyince.

 

Yola var yoldan kalma,

Her türlü varlık alma,

Sen seni yolda bilme,

Yol tamam olmayınca.[21]

 

 

 

 

Kaynak: Eyüpoğlu, İsmet Zeki; Alevi Bektaşi Edebiyatı, Der Yay. İstanbul 1991

 

 

 

 

 

 


 

NESİMİ (SEYİD NESİMİ) İMADEDDİN NESİMİ

1340 - 1418 Şirvan-Halep

 

Alevilerin yedi ünlü ozanından biridir. Asıl adı Ömer’dir. Ancak, Alevi çevrelerinde yaşadığı için makbül olmayan bu adı hiç kullanmamış ve adeta unutturmuştur. Bir adı da Ali’dir. Ancak en çok Nesimi adıyla bilinir. Seyyid adı, gerçekten mi yoksa öyle görünmek ihtiyaccından mı kullanımış, bilinmiyor. Hz. Ali ve Hz. Fatima’nın oğlu Hasan’dan inenlere “Seyyid”, Hüseyin’den inenlere “Şerif” dendiğini biliyoruz. Babasının adı bilinmemektedir. Şah Handan isimli bir kardeşi olduğunu şu mısrasından anlıyoruz:

 

“Bende sığar iki cihan; ben bu cihana sığmazam,

Gevheri la mekan benem; kevn ü mekana sığmazam” deyince

 

“Gel bu sırrı kimseye faş eyleme!

  Han-i hası ammaye aş eyleme!”

Diyerek kardeşi Han’ı cevaplar. Bağdat karyesinden olan Nesimi köyünde doğduğu sanılır. Yine, Tebrizli, Şirazlı, Nusaybinli diyen araştırmacılar olmuştur. Kardeşi Han veya Handan Şirvan’da doğup orada vefat ettiğine göre Şirvan’da doğduğu ileri sürülebilir. Doğduğu yıl da tam olarak bilinmemekle birlikte 1340 yılında doğduğu sanılmaktadır.

Türkçeyi çok iyi kullandığı ve Türkçe şiirler yazdığı biliniyor. Kullandığı kelimelerden “gelmem” yerine “gelebilmem” , “sığmam” yerine “sığmazam”, “demem” terine “demezem” gibi fiilin geniş zamanlı olumsuz hallerini kullandığına bakılırsa dilinin Oğuz Türkçesi olduğu anlaşılmaktadır. Şu mısrasında Türkmen olduğunu açıklar;

“Arabın nutkı bağlandı dilünden,

Diyen kimdir seni ki Türkmansen?”

Türkçe şiirleri Farsça olanlara oranla daha espirili ve daha kuvvetli ifadeler içermesi de aslının Türk olduğunu tanıklar.

Alevi Bektaşi çevrelerince sevilen ve sayılan 7 ulu ozandan biridir. Varlık birliği inancına (Vahdeti vücut) sahiptir. Herşeyi yaratan tanrı, yarattıklarını kendinden yaratmaktadır. İnsanı da o yaratmıştır. O halde insan tanrının bir parçasıdır. Tanrı insanlardan en kamil olanın donuna girerek insanların arasına karışır. Hz. Ali en olgun bir insandır. Tanrı Hz. Ali donunda aramızda dolaşıyor diye düşünür. Hz. Ali’nin tanrı sayılması fikri buradan kaynaklanır. Nesimi Fazlullah Hurufi’ye de yakınlık duymuş ve onu öven şiirler yazmıştır. Nesimi çağına göre oldukça absürd bu düşüncesini şiirlerinde açıkça söyleyince bağnaz çevrelerin dikkatini çekmiştir.

 

“Mansur gibi benden eğer çıhdı; Ene’l Hak,

Ey hace itab eyleme uş darumı buldum.”

 

“Faş eyledüm cihana Ene’l Hak rümüzını,

Doğru haberdür, anın içün dara düşmüşem.”

 

“Gel Enel Hak sırrını meyhanede meyden işit,

Ey düşen inkara niçün münkiri meyhanesen?”

 

“Ger Enel Hak söylemekten dara asılsam ne gam?

Bunca Mansur’ın asılmış başı ber-dar uşta gör.”

 

“Zikrüm Ene’l Hak’dür benüm, doğru sözüm hakdür benüm,

Dareyn içinde gayrühü hem leyse fiddar olmuşam.”

 

Diyerek onlara ters gelen “Enel Hak” düşüncesi sebebiyle Nesimi Halep’te yakalanır. İmansızlıkla suçlanır. Dava açan Hanefi mezhebi alimlerinden Şanakşi (Çanakçı) oğludur. Fetva verenler arasında Maliki mezhebi kadılar kadısı Fethüddin, Hanbeli mezhebi Kadılar Kadısı Hazük oğlu da bulunmaktadır. Hakim davacıya “Onun imansız olduğunu ispat et, yoksa seni öldürtürüm.” Deyince davacı davasından vaz geçer. Nesim, suçlamayı reddeder. “Eşhedü en la ilahe illallah, ve eşhedü en ne Muhammeden Resulullah.” Diyerek kelimeyi şehadet getirir. Ancak, onu tehlikeli görürler. Çünkü, ünü yayılmış, ona inanların sayısı artmış, tarikatı genişlemiştir. Kuvvetli Türkçe ve Farsça şiirleri vasıtasıyla propagandasının önüne geçilemez olmuştur. Ortadan kaldırılması kendilerini hak mezhebi gösterenlerin işine geliyordu.  Boynu vurularak, derisi yüzülerek, vücudun uzuvları parçalanarak 1418 de idam edilir. Onun gibi daha yüzlercesinin aynı bahanelerle darağacında can vermiş olduklarına yukarıdaki mısrasında Nesimi değinmiştir. Kabri Halep’tedir ve ziyaret edilir.

XVI. ve XVII. Yüz yılda yaşamış olan Kul Nesimi ile karıştırmamak gerekir. Seyyid Nesimi Aruz, Kul Nesimi ise hece veznini kullanır. Seyyid Nesimi sağlam kafiye kullanır, Kul Nesimi bozuk kafiye kullanır. Seyyid Nesimi öz Türkçe sözcüklere yer verir, Kul Nesimi öz Türkçe'ye yer vermez. Kul Nesimi Farsça eseri yoktur.

Mahlas olarak kullandığı İmadeddin, dinin direği demektir. Nesimi mahlasını kullanmasını da şu şiirine bakılırsa hocası Fazlulllah tarafından verildiği düşünülebilir.

“Adımı Hak’dan Nesimi yazerem”

Şiirlerinin tamamını okuduğumuzda Nesim’nin katıksız Müslüman ve Türkmen Alevisi olduğunu görürüz. Hurufilerle bazen kesişen yanı olmasına karşın kuvvetli bir Allah inanışı var. Bu inanış Allah aşkıyla, Allah sevgisiyle öylesine bezenmiştir ki adeta özdeşleşmiş, bir olmuştur. O ölmeden ölmüş, bilerek ve isteyerek, çok sevdiği Allahına kavuşmuştur. Artık O bir Veli’dir, Allah dostudur. Allahın sevgili kulu Hz. Muhammed’i ve Hz. Ali’yi kendine mihman tutmuştur.

 

“Canı virsem behasına azdur,

Allah Allah, görün ne hilkatdür.

 

Ruhını Mustafa’nın anıcağız,

Vir salatı ki şart ü adetdür.

 

Kerem Allahü vechü ki Ali,

Ne ki didi, cihanda hizmetdür.

 

Dahi evladına selam eyle!

Ana gör kim sana saadetdür.

 

Bir güneş sen Nesimi kim anın,

Niceler zerresine hasretdür.”

 “aleyhi’s selam”

Nesimi sondan ikinci mısrasında “Dahi evladına selam eyle” derken, Muhammed–Ali evladına “Selam olsun.” Diyerek anma yapıyor. Bu tür anmalar, Alevilerde Ehlibeyt soyundan olanlara duyulan sevgi ve saygı şiarıdır. Nesimi bu ifadeyle Alevi olduğunu açığa vuruyor.

 

Ey Cennetin handan güli,

Acı firakin har imiş.

Müşteka dirlik sensüzin,

Vallah ki key düşvar imiş.

 

Sesüz gerekmez Kün fe kan,

Ey sureti Rahman bana,

Işk ehlinin maksudı çün,

Kevni mekanda yar imiş.

 

Musa tecelli nurını,

Görmek temenna eyledi,

Maksudı malum oldı kim,

Hak’tan anın didar imiş.

 

Hak ile yar ol, yari bil,

Yad olma Hak’dan, arif ol,

Şol müddei kim Hak ilen,

Yar olmadı, ağyar imiş.

 

Ger tanımışsan nefsini,

Gerçek bilirsin Rabbini,

Hak’dır seninle, gam yime,

Niçün ki Hakkın yar imiş.

 

Mansur “Enel Hak” söyledi,

Hak’dır sözi, Hak söyledi,

Anın cezası gam değil,

Biganeden ger dar imiş.

 

Kalü Belanın ahdini,

Unutmazam, unutma kim,

İmanı tevhid ehlinin,

Şol ahdü şol ikrar imiş.

 

Münkir inanmaz ger Hak’e,

Ayb itme anı, farig ol,

Şol maniden kim münkirin,

Daim işi inkar imiş.

 

Hak suretinden gö yumar,

Zahid nedendür bilmezem,

Şol mekri çoh Şeytan gibi,

Hak’dan meğer bizar imiş.

 

Arif katında dünynın,

Mikdarı yohdur zerrece,

Mizana çek mikdarını,

Gör kim ne bimikdar imiş.

 

Nazmi Nesimi2nin yakın,

Allahü nur’ın şerhidür,

Ol nurı her kim bilmedi,

Bil kim nasibi nar imiş.

 

................

 

Yer ile gök yaradılmazdan evvel,

Seyyid Nesimi aşık idi ol cemale.

 

Hasretinden gam yer isem n’ola,

Aşıkın daim işidür gam yemek.

 

Nesimi’nin mekanı la mekandır,

Mekansız aşıkın Hak’tır mekanı.

..............

 

Bu derin manayı gör ki beyan eder Nesimi,

Felekin dili tutuldı bu ulu beyan içinde.

 

Her neye kim baktın ise, anda sen Allahı gör,

Kancaru kim azim kılsan, semme vechullahı gör.

 

Bu ikilik perdesinden geç, hicabı ref kıl,

Gel bu birlik vahdetinden bak, bu Resullahı gör.

 

Haccı ekber kılmak ister isen, gel ey zahid beri,

Aşıkın kalbi içinde, sen bu Beytullahı gör.

 

Platon’un kuramından esinlenerek yaratılışın, görünmeyen tanrısal özden görünür duruma gelen bir fışkırma olduğu kabul edilir. Yaratmak yoktan var etmek değil, görünmezken görünür olmaktır. Bu gizemci felsefe anlayışı İslamiyette de yankısını bulmuş olacak ki tanrı-evren-insan ilişkisi “tanrı insandır, insan tanrı” çerçevesine oturtulmuştur.

 

Aşk katında küfür ile İslam birdir,

Her kanda mesken eylese aşık emirdir.

 

Diyerek aşık için onaylamak ile yadsımak; inanmak ile inanmamak özdeştir demek istiyor. Aşığa yasak, koru yoktur.

 

Gerçek hadis imiş bu, ki hubun vefası yoh,

Kim sevdi hubı kim didi hubun cefası yoh.

 

İşkın belası yoh, deyüğben işka düşme kim,

Kim aşık oldı kim dedi İşkın belası yoh.

 

Gel gel berü ki savmü salatın kazası yoh,

Sensiz geçen zamanı hayatın kazası yoh.

 

Fani cihana bahma, geçer ümri sevme kim,

Ümrin zevali var u cihanın bekası yoh.

 

Yarıun gelür hemişe cefası Nesimi’ye,

Sen sanma kim Nesimi’ye yarın atası yoh.

 

.....................

Böyle Kem Zamanda

Böyle kem zamanda cihana geldim
Herkes imanından süzüldü gitti
Talip olan eden erkandan şaştı
Onlar inkarından çözüldü gitti

Kiminin yükü var haddinden kaba
Harmanda nanı yok elinde yaba
Yalancı şıh talip mürit kör baba
Yarısı kuyruğu döküldü gitti

Seyyid nesimi`yim meydana serim
Doğruyu söylersem yüzerler derim
Bu dünyada olan hayırla şerim
O da defterime yazıldı gitti

Nesimi
Duaz-ı İmam 3

Gel Dilber Ağlatma Beni Şah-ı Merdan Aşkına
Du Cihanın Ranıması Şii Yezdan Aşkına
Şahım Hasan Pir Hüseyin Kerbela Meydan İçin
Lütfedip Bağışla Cürmüm Ali Süphan Aşkına
Dost Dost

İmam Zeynel Abidin’in Abına Umdumusa
Arayıp Özünde Bakırı Buldunusa
Ceddin Evladı Muhammet Cafer’i Bildin İse
Rahme Gel Ol Şahı Merdan Ali İmran Aşkına
Dost Dost

Seyid Musa’yı Kazımdır Ehl-İ Beytin Serveri
Canı Aşkı Nuş Edenler Müpteladır Ekseri
Şahı Şehidi Horasan İmam Rıza’dan Beri
Müptelayı Merhamet Kıl Kalb-İ Viran Aşkına
Dost Dost

Ey Virani Çıkma Yoldan Doğru Raha Gel Beri
Muhabbet Şevkat Senindir Ey Hasan-Ül Askeri
Evliyalar Serfirazı Hacı Bektaş-I Veli
Sen Ganisin Ver Muradı Devri Mihtan Aşkına
Dost Dost

Nesimi
O Kadere Lanet Yazıya Lanet

Beni böyle bu hallere getiren
O kadere lanet yazıya lanet
Böyle acılarla ömrüm bitiren
O kadere lanet yazıya lanet güzele lanet

Ağla ey Nesimi sen sana acı
Bulunmaz dermanın yoktur ilacı
Bahtın kara senin kaderin acı
O kadere lanet yazıya lanet güzele lanet

Nesimi
Canım Erenlere Kurban

Canım erenlere kurban
Serim meydanda meydanda
İkrarım ezelden kadım
Canım meydanda meydanda

Yanarım yoktur dumanım
Gönlümde yoktur gumanım
Al malım bağışla canım
Varım meydanda meydanda

Kellem koltuğuma aldım
Kan ettim kapuna geldim
Ettiğime pişman oldum
Darım meydanda meydanda

Münkir rakipten kaçın
Müminim hülle don biçin
Ben bülbülüm bir gül için
Zarım meydanda meydanda

Gerçek olan olur gani
Gani olan olur veli
Nesimi`yem yüzün beni
Derim meydanda meydanda

Seyit Nesimi
Seher Oldu Ey Nigarım

Seher oldu ey nigarım
Belki gidem diyarımdan
Felek zulmedip ayırdı
Beni gül yüzlü yarımden

Ölen bilir kalan bilir
Seni turap olan bilir
Muhabbet kokusu gelir
Yel estikçe damarımdan

Senin elin bana ermez
Benim gözüm seni görmez
Murayiler kain olmaz
Ayırır yari yarinden

Seyit Nesimi`nin ahı
Gidenler gelmez bir dahi
Medet ey kulların şahı
Mahrum koyma didarından

Seyit Nesimi

Musa Eroğlu tarafından bestelendi.
 
.............................

 

Ey gülüm, ey sümbülüm, ey süsenim, ey anberim,

Ey menüm nahlim, yine habbü nebatim şekkerim,

Ey tabibim, ey habibim, ey canım, ey hem demim,

Ey refikim, ey şefikim, ey begim, ey dilberim.

 

....................

 

TUYUGLAR

 

Şol boyı ranaya virdüm gönlümi,

Şol gözi şehlaya virdüm gönlümi,

Şol güneş simaya virdüm gönlümi,

Şol yüzi nur aya virdüm gönlümi.

 

Çün senündür her kim var ey gönül,

Kimden umarsın ata, var ey gönül,

Çün yetersin sen sana yar ey gönül,

Yarini yerini bil, olma ağyar ey gönül.

 

Razıku lerzakumuz Maraş degül,

Rızkı Maraş’dan umarsan hoş degül,

Her kim arıtmaz içün bigaş degül,

İki üçi kim diyer kim şeş degül.

 

Yüzüni Hak’dan çevirme Hakkı bil,

Doğru kavl ol, doğru fi’l ol, doğru dil,

Çün buyurdu “Üscüdü” Rabbi Celil,

“Üscüdü” yitmez mi insana delil?

 

Yare her saat selam olsun selam,

İşret ü ayşi müdam olsun müdam,

Yarsız suhbet haram olsun haram,

Yara bu mani temam olsun temam.

 

Ger Hak oldun, hak sıfatın kandedir,

Hak sıfat ol, gör ki zatın kandedir,

Ger muhit oldun, cihadın kandedir,

Ey Kemah ahar Fırat’ın kandedir?

 

Adımı Hak’dan Nesimi yazerem,

Bil bu maniden ki simem, ya zerem,

Hem hidayet eylerem, hem azerem,

Hem putu uşadıcı, hem Azer’em.

.................

 

 

Gel bu demi hoş görelim,

Evvel geçen dem dem değil,

Kim bu dem kadrini bilmez,

Eyle bil ki o adem değil.

 

......................

 

Suretin pakize nakşi layezali mendedir,

Menden ayrılmaz bu suret üş hayali mendedir.

 

Gerçi gözden gittiğin acı firak oldu veli,

Her cihetten baharım vaslın visali mendedir.

 

Nesimi, burada ayrılığın tabanda olmadığını, özle görünüşün aslında bir olduğunu dile getiriyor. Sevenle sevilenin, bakanla bakılanın, görenle görülenin özdeş olduklarını söylüyor. Bu da varlık birliğinin yansımasıdır.

 

Hak taala ademoğlu özüdür,

Otuz iki hak kelamı sözüdür.

Cümle alem bil ki Allah özüdür,

Adem ol candır, güneş yüzüdür.

 

Nesimi, tanrı-insan özdeşliğini böyle çarpıcı biçimde ortaya koyunca, onu dinsiz, Allaha şirk koşan biri olarak suçladılar. En acımasız biçimde öldürülmesi düşünülmüş olacak ki derisi yüzülmek suretiyle acılar içinde, bağırta bağırta katledilmiştir.[22]

Ancak garip olan, bir tek gerçek var ki, Nesimi hala yaşıyor, anılıyor ve onu öldüren ve ona zındık diyen onlarca belki de yüzlerce dinciden bir tanesinin bile ismi bilinmiyor![23]

   

 

Sorma be birader mezhebimizi,

Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır.

Çağırma meclis-i riyaya bizi,

Biz şerbet içmeyiz dolumuz vardır.

 

Biz müftü bilmeyiz, fetva bilmeyiz,

Kıyl-ü kal bilmeyiz, ifta bilmeyiz,

Hakikat bahsinde hata bilmeyiz,

Şah-ı Merdan gibi ulumuz vardır.

 

Bizlerden bekleme zühd-ü ibadet,

Tutmuşuz evvelden rah-i selamet,

Tevella olmaktır bize alamet,

Sanma ki sağımız solumuz vardır.

 

Ey zahit surete tapma, Hakkı bul,

Şah-ı velayete olmuşuz hep kul,

Hakikat şehrinden geçer bize yol,

Başka şey bilmeyiz Alimiz vardır.

 

NESIMI esrarı faş etme sakın,

Ne bilsen ham ervah likasın hakkın,

Hakkı bilmeyene hak olmaz yakın,

Bizim hak katında erimiz vardır.

....................

 

Padişah-ı alem olmak, bir kuru kavga imiş,

Bir veliye bende olmak, cümleden evla imiş.

......................

 

Yok iken yer ile gök, ben ezelden var idim,

Geferin yek denesinden ileri bakar idim.

 

Geferi su eyledim, tuttu cihanı serbe ser,

Yeri, göğü, arşı, kürsü yaradan seddar idim.

 

Girdim adem donuna, kim ne bilsin sırrımı,

Ben Naci kavminde ta ezelden var idim.

.........................

 

      Fazlullah dost oldu, bir başka dosta,

Benim için gerek mi var?

 

Nesimi Fazlullah’ın aciz bir kuludur,

Fazl haktır, Fazl haktır, Halikımız.

Ben Hak’la yol oldum ve Hak oldum.

 

Ben onun hem öncesiz Zatı, hem de sıfatlarıyım.

Ey NESIMI cemalin, cemalullahın tecellisidir.

....................

 

Arife la mekan otuz ikidir,

Sahibi cismi can otuz ikidir.

 

Aç gönül gözünü vü yüzüne bah,

Kim yakin bigüman otuz ikidir.

 

Sensen Ümmül Kitabın esrarı,

Ne sanırsan heman otuz ikidir.

 

İndi İsa, götürdü şirk ü nifak,

Şehi sahib beyan otuz ikidir.

 

Gör Nesimi ki suret ü mana,

Aşkar ü nihan otuz ikidir.

 

 

..................

 

Nefsin tanıdı ve bil Rabbi,

Tevhid yolunda ekti habbi.

 

Deryayı muhit cuşa geldi,

Kevn ile mekan huruşa geldi.

 

Her zerre güneşten oldu zahir,

Toprağı sücud kıldı tahir.

 

Can ile ten oldu bir hakikat,

Birleşdi şeriat vü tarikat.

 

Eşya ikilikten oldu hali,

Baki Ehad oldu La-yezali.

 

Külli yer ü gök Hak oldu mutlak,

Söyler def ü çeng ü ney “Enel Hak”

 

Sırrı ezel oldu aşkara,

Arif nice eylesin müdara.

......................

 

 

Gel gönül yanalım

Ateşi aşka,

Şule verelim

Ateşi aşka.

 

Evvel aldandım,

Pek kolay sandım,

Durmayıp yandım

Ateşi aşka.

 

Aşk ehli ölmez,

Yerde çürümez,

Yanmayan bilmez

Ateşi aşka.

 

Vardım götürdüm,

Boştu getirdim,

Geçtim oturdum,

Ateşi aşka.

 

Varın verenler,

Dosta verenler,

Yandım erenler,

Ateşi aşka.

 

Aşk hali olmaz,

Yerde çürümez,

Yanmayan bilmez,

Ateşi aşka.

 

Ey padişahım,

Affet günahım,

Yanmadır karım,

Ateşi aşka.

 

Seyyid Nesimi,

Terkeyle resmi,

Yandır bu cismi,

Ateşi aşka.[24]

…………….

 

Taş ve kesek oldı, nesrini, verdi,

Ferhad Şirin oldı,

Ateşi aşka.

 

Taş ve kesek oldı verdü nesrin,

Ferhad ile Hüsrev oldı Şirin.

 

Bir bahre dalupdurur Nesimi,

Yani ne ider ol zer ile simi.

...................

 

Sofinin ger var ise dilinde zikri la ilah,

Aşıkı sadıkların kalbinde illallah var.

..........

 

Bugün ben pirime vardım,

Pirin cemali güldür gül.

Oturmuş taht makamına,

Tahtı revanı güldür gül.

 

Gülden terazi tutarlar,

Gülü gül ile tartarlar,

Gül alırlar gül satarlar,

Çarşı pazarı güldür gül.

 

Toprağı gül, taşı gül,

Kurusu gül yaşı gül,

Has bahçenin içinde,

Servi revanı güldür gül.

 

Gülden değirmeni döner,

Anın ile gül öğünür,

Akar çarkı döner çarkı,

Bendi pınarı güldür gül.

 

Ak gül ile kırmızı gül,

Çift yetişmiş bir bahçede,

Bakışırlar hare karşı,

Hari gül, ezhari güldür gül.

 

Gel ha gel SEYYID NESİMİ,

Hak nefesi güldür gül,

Şu öten garip bülbülün,

Derdi figanı güldür gül.

.................

 

İman ile küfür bir şey oldı,

Acı ile datlu bir mey oldı.

 

Şirket aradan götürdi zahmet,

Vahdetten açıldı bab-ı rahmet.

 

Ger acuh ise basiretün bah,

Gör sen de Hak’ı vü gitme irah.

 

Gör sende seni ne cism ü cansen,

Maksudu vücudi Kün fe kan sen.

 

Çalındı kıyametin nefiri,

Ey sağır işitmedün safiri.

 

Haşrin güni geldi, uyhudan dür,

İnanmaz isen gözüni aç da gör.

 

Uyhudan uyan ki mahşer oldı,

Gör nice zemane pür-şer oldı.

 

Neşr oldı uyan, kuruldu mizan,

Haşr oldı inan, bilindi Yezdan.

 

Çün sen geçesen bu istivadan,

Azad olasan gam ü beladan.

 

Musa benem, uş asa elimde,

Hak’dan ezeli kılıç belimde.

 

Halklın eline basar asayı,

Yani ki bilin bu istivayı.

 

Ademde tecelli kıldı Allah,

Kıl ademe secde, olma gümrah.

 

Şeytani laine uyma zinhar,

Anın sözine inanma ey yar.

 

Fazl ister isen hakikatte var,

Say eyle bu işe, kalma zinhar.

 

Enfasi Nesimi gör ne candır,

Deryayı muhit ü dürri kandır.

................

 

         MESNEVİ

 

Ey Hak ehli, yakin imiş bu haber,

Ki bilen nefsini dürir ehli nazer.

 

Nefsini kim ki bildi, bildi Hak’i,

Nefsini bilmeyenler oldı şaki.

 

Ey Hak’i isteyen gel insan ol,

Kara daş olma, lalü mercan ol.

 

Ger dilersen saadeti ebedi,

Tamuyı bil ki, niçün oldı yedi.

 

Sekiz oldu kapısı uçmağın,

Niye dört oldı suyu ırmağın.

 

Tubi ağacının nedir yemişi,

Hak anı er yaratdı, yohsa dişi.

 

Huri gılman neden ibarettir,

Hüve men hü neye işarettir.

 

Ne dimektir, bana beyan eyle,

Bu nihan sırrını ayan eyle.

 

Bunların aslını nedendir bil,

Ger sen şeytana olma eğri dil.

 

Bunları bilmeyen ne bilmiş ola,

Adı anın evi yıhılmış ola.

 

Fani oldı özinden oldı Hak,

Bildi kim cümle Hak imiş mutlak.

 

Ne bilür değme can ver canı,

Hızre sor, Hızre Ab-i Hayvanı.

 

Ey Nesimi sözündür Ab-ı hayat,

İçmeyen anı kaldı fiz Zulümat.

................

 

GAZEL

 

Bende sığmış iki cihan, ben bir cihana sığmazam,

Gevheri la mekan benem, kev ü mekana sığmazam.

 

Kevn ü mekandır ayetüm, zata gider bidayetm,

Sen bu nişan ile beni bil ki nişana sığmazam.

 

Kimse güman iü zann ile olmadı Hak ile biliş,

Hak’kı bilen bilir ki ben, zann ü gümana sığmazam.

 

Surete bah u maniyi suret içinde tanı kim,

Cism ile can benem, veli cisme vü cana sığmazam.

 

Hem sadefem, hem incüyem, haşr ü sırat esenciyim,

Bunca kumaş u raht ile ben bu dükkana sığmazam.

 

Genci cihan benem ben uş, ayni iyan benem ben uş,

Gevheri kan benem ben uş, bahre vü kana sığmazam.

 

Gerçi muhiti azamem, adem adımdır ademem,

Dar ile kün fe kan benem, ben bu mekana sığmazam.

 

Can ile hem cihan benem, dehr ile hem zeman benem,

Gör bu latifeyi ki ben, dehr ü zamane sığmazam.

 

Encüm ile felek benem, vahyi bilen melek benem,

Çek dilini vü epsem ol, ben bu lisana sığmazam.

 

Zerre benem, güneş benem, Çar ile penç ü şeş benem,

Sureti gör beyan ile, bil ki bu şana sığmazam.

 

Nar benem, şecer benem, Arşa çıhan hacer benem,

Gör bu odın zebanesin, ben bu zebana sığmazam.

 

Şems benem, kamer benem, şehd benem, şeker benem,

Ruhi revan bağışlarım, ruhi revana sığmazam.

 

Gerçi bugün Nesimi’yem Haşimi’yem, Kureyşi’yem,

Bundan uludur ayetim, ayet ü şana sığmazam.

...................

 

Kim ki bilmez özini, bilmeye hergiz sözini,

Kendözin anlamayan bilmedi bü kar nedir?

 

İlmi Kuran ü Hadis ü haber ü Vaz ile ders,

Kamu bir mani imiş, bunca tekrar nedir?

 

.............

 

TOYUGLAR

 

Gözlerim bahdıkça ey Şah alnuna,

Gökden indi sanuram mah alnuna,

Gördüm anda “Ahsene İllah” ayetin,

Ohıdum men barek Allah alnuna.

 

Geldi Hak’dan müjdeci bir günde dörd,

Kim bize Beg virdi bir günlük yogurd,

Ol dahi yarısı su, kalan yarısı durd,

Bahşişi Türkün mi yeğdür, yoksa Kürd?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.